Makineler homurdanarak çalışmaktadır.
Ağır ağır dönen merdanelerin, uğuldayan çarkların, dokuma tezgâhlarının arasında işçiler, seslerini ancak bağırarak duyurabilmektedir.
Devasa binalar içinde, içtimaya çıkmış gibi dizilmiş makine ordusu, ona sunulan emeği, pamuğu, yağı ve teri acımasızca öğütmektedir.
Kan ter içindeki kadın ve çocuk işçilerin emeği, ipliğe, tere ve toza karışmış olarak dünyanın dört bir yanına kumaş halinde dağılmaktadır.
O gün olağan dışı bir şey olur. Tezgâhların ve merdanelerin uğultularına karışan bir fısıltı, makine ordusu içinde sessiz bir çığlık gibi dolaşır. İşçiler arasında bir hareketlenme başlar. Merdaneler durur, makineler birer susar. Geriye sadece, kalabalık gruplar halinde yürüyen işçilerin lap lap ayak sesleri kalır.
Fabrika önünde, diğer atölye ve fabrikalardan gelen işçiler toplanmıştır. Kalabalığın ortasında bir kadın işçi, bir pompanın üzerine çıkar, ateşli bir konuşma yapar. Konuşmasında fabrikalardaki kadın işçileri, ücretlerinin düşürülmesine karşı iş bırakmaya ve hakları için mücadeleye çağırır.
Burası, 1834 yılında, ABD’nin Massachusetts eyaletinin Lowell kasabasında, sonraki yıllarda sayıları 122 bine ulaşacak işçinin çalıştığı Lowell Fabrikaları’dır. (Lowell Mills)
Bazen ekmek için, bazen gül için
Tarih, emekçi kadının adını ilk defa işte böyle yazar sahnesine.
Yarım yüz yıl sonra, 1889 Paris’inde, Uluslararası İşçiler Birliği’nin Kuruluş Kongresi’nde bu sefer başka bir kadın çıkar “pompanın” üzerine. Paris’in ve direncin gülüdür o. Adı Clara Zetkin’dir. “Kadının Kurtuluşu İçin!" diye başlar bildirisi…
1907, 17 Ağustos’unda bu sefer Stuttgart’ta Uluslararası Sosyalist Kadın Konferansı’nda yeniden duyulur adı Clara’nın. Üstelik Rosa Lüxemburg da vardır yanında. 8 Mart’ın bir diğer gülüdür o da.
Bir kez yürümeye başlamıştır kadın; kim durdurabilir ki onu tarih denen yolculukta? 1910’da Kopenhag’da yapılır ikinci konferans; İlk defa dile gelir kadının tarihsel özlemleri; “işçilere günde sekiz saatlik çalışma süresi, hamile kadın işçilere doğum öncesi 8 haftalık izin, emziren kadınlara sütizni, 12 yaşından küçüklere çalışma yasağı…”
Kurulacak yeni bir dünyanın hayalidir bu. Kadınlar, bayrağı kapmıştır bir kez tarihin sahnesinde, büyük adımlarla koşar; bazen ekmek için, bazen gül için; bazen de her ikisi için…
Tutkuları vardır onların, geçmişten geleceğe; lakin koştukları yol kimi zaman engebelidir, yaralanır, yorulurlar; kimi zaman ateşle döşelidir o yol, yanar, kavrulurlar.
Tıpkı 25 Mart 1911’de, New York’ta, Triangle Gömlek Fabrikası’nda 129’u kadın, 149 tekstil işçisinin cayır cayır yanması gibi…
1912 Ocak ayında ise bu sefer Massachusetts’te, Lawrence Tekstil İşçileri Grevi’nde Ekmek ve Gül ister kadınlar.
En sonunda 1917’nin 8 Mart’ına varılır. Petrogradlı Tekstil İşçilerinin eliyle taçlanır o gün. Adına Dünya Emekçi Kadınlar Günü denir.
İşte, 1834’ün Lowell’inden bugünlere böyle gelinir.
Günlerden pazar
Şimdiyse tarih, 4 Mart 2018, günlerden Pazar’dır.
Dünyada ve Türkiye’de kadınlar kendi günlerine hazırlanıyorlardır.
Ankara’da, İstanbul’da, İzmir’de ve Diyarbakır’da; Tekirdağ’da, Çorlu’da ve diğer yerlerde… Hepsi de bir bayram yeri gibidir; renk renk, cıvıl cıvıldır…
Artık sayısı bile, bir iki taneyi geçmeyen haber kanallarından, sosyal medyadan izliyorum bu renk cümbüşünü.
Görüyorum, kadınlar bir şenlik havasında akıyorlar sokaklardan; halaylarıyla, şarkılarıyla, zılgıtlarıyla… Çalgılarıyla ahenk veriyor, çengileriyle dans ediyor, erbaneleriyle ritim tutuyorlar…
Sevinç içindeler… Bir araya gelmişler, özlemlerini özlemlerine bağlamış, düşlerini düşlerine katmışlar.
Direnç içindeler… Bunca kadın şiddetine, erk egemenliğine; tacize, istismara, ayrımcılığa karşı kol kola girmiş, sokak sokak, meydan meydan çoğalmışlar.
8 Mart’ın gülleridir onlar! Yürüyorlar; neşeleriyle, sevinçleriyle, cesaretleriyle…
8 Mart’ın güllerine kıyıyorlar
Kötülük bu ya, rahat durur mu?
Durmaz!
Ansızın müdahale haberleri geliyor dört bir yandan!
Kötülük, Ankara’nın ve Çorlu’nun sokaklarında ışık hızıyla çoğalıyor. Uluorta düşleri yağmalanıyor kadınların, çığlıkları kanıyor. Biraz önceki o şenlikli gruplar gitmiş, yerini feryat figan bağırmalar, sağa sola kaçışmalar, yerlerde sürüklenmeler almıştır...
Her iki şehirde de hava soğuktur, yağmurludur. Ancak yağmurdan ziyade cop yağıyordur kadınların üzerine; nefret yağıyor, öfke ve kin yağıyordur…
Fotoğraflardan, videolardan dehşetle izliyorum olan biteni. Güpegündüz başkentin ortasında 8 Mart’ın güllerine kıyıyorlardır!
Ansızın bir fotoğraf düşüyor önüme!
Genç bir kadın! Onu bir duvarın çıkmazında sıkıştırmışlar; bir değil, iki değil, üç değil; dört polis birden sıkıştırmışlar! Kimi kolunu bükmede, kimi ceketine asılmada, kimi omzuna bastırmada, kimi de saçını yolmada…
Gözlerimin önünde, bir fotoğraf karesinin çerçevesinde, devletin o buyurgan elleriyle 8 Mart’ın bir gülünü daha kırıyorlar! Ankara’da, Çorlu’da, daha bilmem kaç şehirde daha 8 Mart’ın güllerini acımasızca koparıyorlar!
O fotoğraf karesinde kalıyor aklım. Gidip gelip bakıyorum...
Modern çağda, İslam'da kadının yeri geliyor aklıma.
Ne alakası var, diyebilirsiniz.
Bal gibi de var!
Doğrudan doğruya alakası var!
Bir yanda; hemen yanı başımızdaki Alevi’yi, Kürt’ü, Ezidi’yi kafası kesilecek, ciğeri sökülecekler kategorisine koyarak Orta Doğu’da yükselen bir İslam Devleti hayali…
Öyle ki kadınları, ya beş paraya kapatılacak seks kölesi, ya da köle pazarlarında haraç mezat satılarak kazanca tahvil etmeye hevesli ultra çağ ötesi zihniyet…
Öte yanda; bu zihniyetin cümle artıklarıyla ittifak edip komşuya hücum eden bir iktidar erki…
Dahası, böyle bir iktidar erkiyle saf tutarak “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” sözünü bile katleden, sözüm ona “aydınlar” cemaati ile “sosyal demokrasi" ahalisi...
Ortadoğu’da biatla başlayan, dualarla kutsanan, tekbirlerle devam eden İslam Devleti hayalinin, başkentin göbeğinde, üstelik Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlamalarında, kadının üzerinde zuhur etmiş acımasız hali!
İşte bu yüzden fotoğraf, belki yeteri kadar çıplak!
Sanki modern çağda, İslam’da kadının yerini gösterir gibi...
ON KADIN
Bugün 8 Mart.
Dünya Emekçi Kadınlar Günü.
Kadınlar, 1834’te Lowell Fabrikaları’nda, bir pompanın üzerine çıkarak konuşma yapan o kadın işçiden beri hep sokaklardalar; ekmek ve gül kavgasındalar.
Sadece sokaklarda mı?
Evde, işte, tarlada, fabrikada; sanatta, kültürde, edebiyattalar.
Ve onlar, aynı zamanda şarkılardalar!
Bu ülkenin acılarından pay almış, ağrılarını yüreğine gömmüş, hüzünlerini yaşamış bir grup kadın, güzel bir amaç için bir araya gelmişler.
Erk egemenliğini, çocuk gelinliği, göç hikâyelerini ezgilerine katmak istemiş; şiddete, tacize, tecavüze, istismara, cinsiyet ayrımcılığına karşı seslerini birleştirerek ON KADIN adlı bir albümde toplamışlar.
On ses, on kadın, on güzel insan!
Bu anlamlı üretimle bizleri buluşturmak için de 8 Mart gibi anlamlı bir günü seçmişler.
Belli ki onlar, 1834’te bir pompanın üzerinden dünyaya yayılan ışığın farkındalar; kadının, ezilmiş, bastırılmış, itaat ettirilmiş sessiz dünyalarına ezgileriyle çığlık olmaya karar vermişler.
Onlar, umudun, ayrılığın, direncin ve aşkın kadınları; tutkularını yüreklerinde baki kılıp bu topraklara şarkılarıyla nefes olmaya kalkmışlar.
Çorlu’da, bir fotoğraf karesinde billurlaşmış, erk egemen şiddet düzenine karşı inadına açan; sesleriyle, cesaretleriyle, yürekleriyle hayata renk veren 8 Mart’ın kırmızı gülleri onlar.
Bu yazıyı, 8 Mart’ın kırmızı güllerini; ON KADIN’ı dinleyerek yazdım.
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde ON KADIN’a sesini, emeğini, duygularını katan güzel canların nezdinde, dünyanın bütün kadınlarına güllerle, sevgilerle.
ON KADIN
Proje: Canan Sağar, Müzik Yönetmeni: İbrahim Kırılmaz
Şarkılar: Bıçak Sırtı (Gurbet Üzgün Demiral), Çığlık (Öznur Korkmaz), Gülümser (Bergüzar), İçimizden Bir Melek (Yasemin Göksu), Kadın Olunca (Bahar Sarıboğa), Kırık Bir Duş (Adile Yadırgı), Kız Çocuğu (Yelda Emek), Leyla Olmuşum (Canan Sağar), Pencere (İlkay Akkaya), Yalnızlık Kalbinde Dövme (Şebnem Sönmez)