18 Ocak 2014

Ermeni dölü

Ermeni sözcüğünün Kürt gibi, Türk gibi bir anlamının olduğunu çok sonradan anladım. Ermeni demek, hemen herkesin kullandığı, anlamını bilmediğim bir küfürdü, ablamlar, annem, babam, herkes birine kızıp bağırdıklarında “Ermeni” derlerdi.

Muş’un Bulanık ilçesinde doğdum. Ailem ben doğmadan iki yıl önce taşınmıştı bu ilçeye. Babam, ilçe halk eğitim merkez müdürüydü. Bilican ve Süphan dağlarının arasında, Murat nehrinin suladığı çok geniş bir düzlükte kurulu bir ilçe, Bulanık. Yazları soğuk ve kuraktı; sıcaktan kavrulurdum, öğleden sonra bir rüzgâr çıkar ve kavrulmuş toprakları, toz olarak yüzümüze çarpardı, dudaklarım hep çatlak çatlak olurdu, oyun oynayacak bir gölge ve arkadaş yoktu. Kışlar soğuk ve yağışlıydı; soğuktan donardım, okul dönüşü sobanın önüne yapışıp ağlardım. Kışın tek güzel olan şey kardı, bembeyaz büyülü bir örtüydü kar sanki, içine gömülürdük, bulduğumuz bütün eğimleri kaymak için kullanırdık. İlkbahar ve sonbahar ise çamur demekti. Her yer, her şey çamura bulanırdı.

Memur çocuğuydum. Nasıl başarmışlardı bilmiyorum ama özel bir yalıtılmışlık içindeydik, mesaisi bitince babam memurlar lokaline giderdi, memur çocuklarıyla oynardım ben de. Çevremizde ve gittiğim ilkokulda, ortaokulda Türkçe’den başka dil konuşan kimse yoktu. Mahallemizin dışında, amcamların yaşadığı Teyğut ve babamla gittiğimiz diğer köylerde farklı bir dil olarak Kürtçe konuşulduğunu duyardım. Ortaokulu bitirene kadar orada yaşadım, lise yıllarımda ise her yaz gittiğim halde hiç Kürt arkadaşım olmadı.

Ermenice konuşan hiç kimseye de rastlamadım. Ama hem Bulanık'ta, hem sık gittiğimiz Teygut köyünde Ermeni Mezarlığı vardı. Mezarlık dediğim de, hani taşlı filan bir şey değil, bidiğin tarlaydı, üstünden geçip giderdik, top oynardık, bize pek bir şey ifade etmezdi. Bir de kızak kaymak için gittiğimiz bir tepede üzerinde haç olan siyah bir taş anımsıyorum. Ermeni sözcüğünün Kürt gibi, Türk gibi bir anlamının olduğunu çok sonradan anladım. Ermeni demek, hemen herkesin kullandığı, anlamını bilmediğim bir küfürdü, ablamlar, annem, babam, herkes birine kızıp bağırdıklarında “Ermeni” derlerdi. Bana da çok dendi. Ben de çok dedim. “Ermeni” küfürünün biraz daha ağırını daha büyükler, başka büyükler için kullanırlardı: “Ermeni dölü”. Hala da kullanırlar “Ermeni dölü Apo...” gibi.

Ortaokulda öğrendim ancak, Ermeni’lerin de, Türk gibi, Kürt gibi bir çeşit insan olduğunu. Evet insandılar, ama, yanı sıra, kalleşlik etmişler, bizi arkadan vurmuşlar, asıp kesmişlerdi, en büyük düşmanımız onlardı. Okul sayesinde böylece bu küfrün anlamını kavramış oldum. Ermeni’ler düşmandı. Fakat soyut bir düşmandılar, yoktular çünkü.

Sormadım bu düşmanlar  “neredeler?” diye.

Muş Ermeni’ceydi. Doğduğum ilçe yani Bulanık, biz öyle derdik, ama asıl adı Pulaneğ, bir de Kop denirdi. En yaygın olanı da Kop’tu, hatta ilçe futbol takımının adı Kopspor’du. Kop Kürtçe’ydi. Pulaneğ Ermenice. Ya amcamların köyü, Teyğut, komşu köy, Odunçor, onun yanında Kotali, onun yanında Abri, Arincik... Bunlar da Ermenice. Köylerimizin hepsinin, pek kimse kullanmasa da, sonradan konulmuş çiçekli böcekli adları da vardı: Balotu, Yoncalı, Gülçimen, Güllüova gibi. 1915 yılı öncesinde, “299 kilise, 94 manastır, 53 hac yeri ve 5,669 öğrencili 135 okulun bulunduğu 339 köyde,  140,555 Ermeni’yi barındıran (16.927 hane) Muş sancağı, Ermenilerin yaşadığı en kalabalık ve etnik açıdan en homojen yapıya sahip bölgeydi. Daronlu antik Mamigonyan Prensliği’nin bulunduğu bölgede yer alan sancak, beş kazaya bölünmüştü: Muş, Sasun, Manazgerd, Pulaneğ/Bulanık ve Varto/Gumgum.” (1915 Öncesinde Ermeniler, İstanbul, Aras Yay. 2012) İşte böyle bir bölgede doğup büyümüştüm ama Ermeniler’in, illere, ilçelere, köylere verdikleri adlar, bir de taşları olmayan mezarlıkları kalmıştı sadece, kendileri hiç yoktu. Kürt’ler ise vardılar ama onlar da bizim için yok değerindeydiler.
Ateş daha sıcaktı aslında, çok uzaklaşmış olmamaları gerekiyordu, ama yoktular. Sormak hiç gelmedi çocuk aklıma, “bu insanlar neredeler?” diye.

Hiç Ermeni görmedim o topraklarda. Liseyi Istanbul Yeşilköy’de okudum, orada da hiç Ermeni arkadaşım olmadı. Üniversite sınavına, İstanbul’da bir Ermeni ortaokulunda gireceğimi duyunca sınıf arkadaşım, solcu olduğum için sanırım, “eh tam sana göre yer çıkmış” dedi, öylece susup kaldım, ne diyeceğimi bilemedim.

Üniversitede yıllarımda ilk kez bir Ermeni arkadaşım oldu, üstelik bir süre ev arkadaşlığı da yaptık, aynı siyasi görüşlere sahiptik. Ev arkadaşlığı bizim seçimimiz değildi gerçi, solcuyduk ve ağır 12 Eylül koşullarında bir şeyler yapmaya çalışıyorduk. Bu durum bizi aynı evde buluşturmuştu. Onunla olan arkadaşlığımda çocukluğumdan beri duyduğum ve duymaya devam ettiğim küfür olan “Ermeni” engelini kaldırabildim mi bilmiyorum. Bir gün gözleri dolarak, solcu olmanın yanı sıra, Ermeni olduğu için, bu toplumda fazladan yaşadığı, askerlikte yaşaması muhtemel olan sıkıntıları anlatmıştı. Bu topraklarda, Ermeni olmak ne demek nasıl bir şey hiç düşünmemiştim bile.

Mesele, gelecek güzel günler, sosyalizm filandı ama Sarkis, şimdi ve gerçekti.
Liseli oğlumla birlikte, gazete yazıları ve televizyondaki tartışma programlarında yeni yeni tanımıştık Hrant’ı. Doğup büyüdüğüm topraklarda, benden saklanan sırlar artık çözülmüştü gözümde. Asıl dehşet verici olan, bu ideolojik manipülasyonun büyüklüğü ve başarısıydı. Öyle ki bütün duyularımızı kör etmişti ve bu körleştirme politikası aynen devam ediyordu. Biz bunun şaşkınlığını yaşarken, göz göre göre, adım adım ilerleyerek, “asil kan”lar hazırlık yapıyorlarmış meğer onu almak için, bilmiyorduk. Televizyondaki bir tartışma programının sonrasında “Tek doğru düzgün konuşan o” demişti oğlum.

Çok geçmeden, Hrant’ın haberini vermek zorunda kaldım ona.

Öylece dondu kaldı çocuk.

Hepsi için özür diliyorum!

Twitter: @ymbymb

Yazarın Diğer Yazıları

“Etkin” olmaya çağrı: “Naturans III, Yeni Gündelik Yaşam” 

Çetin Balanuye, Naturans üçlemesinin bu son kitabında bizi, etkin olmaya ve diğer etkin insanlarla bir arada olmaya, dostluğa davet ediyor. Ben de bu davet doğrultusunda, bir ilk hareket olarak, herkese bu kitabı okumayı öneriyorum

Bergama Tiyatro Festivali’nde “Zaman, Zemin, Zuhur”

İzmir’de sıcaktan bunaldığımız günlerde Bergama’da olmak, her taraftan tarih fışkıran sokaklarında yürümek, rüzgârlı akşamlarında hafif bir ürpertiyle antik tiyatroda oyun izlemek düşüncesi hep çekiciydi benim için. “Zaman, Zemin, Zuhur”la tiyatro izlemeyi ve oyun metinleri okumayı seven biri olarak aslında geç tanıştım sayılır. 2006’da ilk baskısı, 2016’da ikinci baskısı yapılan kitap, bu yıl Kolektif Kitap tarafından yeniden yayımlanmıştı

Galileo, Descartes ve doğruyu söylemek

Galileo ve Descartes aynı dönemde, aynı otoriteye karşı, hakikati söylemek açısından iki farklı tutum geliştirirler

"
"