Gönüllü Hizmetler Derneği’nin organize ettiği “Düşlerim Gerçekleşiyor” çocuk yaz kampında, 7-9 yaş grubu çocuklarla felsefe atölyeleri yapıyoruz. Paul Klee’nin “Kedi ve Kuş” resmi var önümüzde. Amacımız çocuklarla birlikte hem bir sanat okuması yapmak hem de resimden çıkardığımız kavramlarla felsefi bir soruşturma gerçekleştirebilmek. Resmin tamamı, Klee’nin fırçasından çıkma çekik gözlü bir kedinin suratından oluşuyor, kedinin anlının ortasında ise belli belirsiz bir kuş var. Bazı çocuklara göre “bu bir balık”. Kuş ya da balık fark etmez diyorum, ressam onu neden oraya çizmiş olabilir? “Çünkü kedi kuşu seviyor, onu yemek istiyor”, “Kuş kedinin kafasında, onu yemek istiyor, onu düşünüyor” Harika, düşünce ve gerçeklik kavramlarına gelmek üzereyiz. Peki, kedi yerine bir insan yüzü olsaydı, siz onun kafasına ne çizmek isterdiniz diye soruyorum, Revan yanıtlıyor bu soruyu “Ben dünyayı çizerdim” diyor. Şaşırıyorum. Peki neden? “Çünkü insan bütün dünyayı yemek istiyor, hatta yiyor” diyor.
Soruşturma düşünce ve gerçeklik kavramları etrafında ilerleyecekken Revan’ın yanıtıyla bir anda farklı bir yön alıyor. İnsanın aynı zamanda yaşadığı yer, yuvası olan dünya ile kurduğu ilişki bir çocuğun gözünden demek böyle görülüyor. Üstelik bu ilişkide kedi ve kuş arasındaki doğal ilişkiden daha ötesine geçen eleştirel bir tutum da seziliyor. İnsan dünyayı yiyor, daha çok yemek istiyor.
Dünyayı yiyor muyuz gerçekten?
Revan’ın sözlerine hem gerçek anlamında, “yeme” eylemi olarak, hem de bir metafor olarak bakabiliriz. İnsan beslenme gereksinimlerini karşılamak için endüstrileşmiş gıda üretimiyle birlikte sınır tanımaz bir “yiyici” haline dönüşmüş durumda. Kontrolsüz bir şekilde artan dünya nüfusu ve bu endüstrinin pompaladığı “hayvansal gıda” tüketiminin ulaştığı boyutlar ve ortaya çıkardığı sonuçlar maalesef sorgulanmıyor bile. Covid-19 salgını başladığında yaygın olarak Çin’deki vahşi hayvan pazarları işaret edilirken, kimse kendi sofrasındaki hayvanları aklına getirmedi, oysa Kuş Gribi, Domuz Gribi salgınları hâlâ akıllardaydı.
İnsanın sadece “yemek” için beslediği hayvanların dünya üzerinde yaptığı yıkım, bilimsel araştırmaların ortaya koyduğu sayısal sonuçlarla çok açık olarak önümüzde. Bu hayvanların atmosfere saldığı sera gazları dünyadaki ulaşım araçlarının tümünden daha fazla, toplam karbondioksit salınımının ise yarısından fazlası yine “kesim” için beslenen hayvanlar tarafından üretiliyor. Sadece hayvan yemi elde etmek için tüketilen su miktarı, ormanların yok edilmesiyle açılan tarlalar düşünüldüğünde dünyayı nasıl yediğimiz çarpıcı bir şekilde ortaya çıkıyor. Sofraya oturduğumuzda yediğimiz şeyle, dünyanın dört bir yanında arka arkaya yaşanan doğal felaketler, aşırı sıcaklar, yanan ormanlar, sel felaketleri, salgın hastalıkların, kısacası iklim krizinin sıkı sıkıya bağlı olduğu hep unuttuğumuz ya da unutmak istediğimiz bir gerçek.
Yaşanan doğal felaketlerden sağ kurtuldukça belli bir suçluluk duygusu eşliğinde “doğa bizden intikam alıyor” söylemi duyulur oluyor. Bu söylem, insanı kozmosun merkezine koyan ve doğayı yenmemiz, aşmamız gereken bir engel olarak gören, bilimsel devrimler ve sanayi devrimi sonrası elde ettiği pratik başarıların da verdiği güç sarhoşluğuyla doğa üzerinde bir üstünlüğü olduğu sanısını iyice pekiştiren bir bakışın ürünü. İnsanın bir türlü kabul edemediği, kendisinin de doğadaki canlı veya cansız her şey kadar ve onlarla eşit bir şekilde var olduğudur. Bizler doğanın bir parçasıyız, onunla girişeceğimiz bir savaş (hiç haddimiz değil) olsa olsa bizi kendi felaketimize götürür, doğanın ise insanı umursamak, intikam almak gibi bir derdi olacağını sanmıyorum.
Soruya yeni yayınlanan, Birleşmiş Milletler Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) raporuyla yanıt verelim. 8 yılda yüzlerce uzman bilim insanının hazırladığı raporda “insan aktiviteleri iklimin ani şekilde değişmesinde, su seviyelerinin artmasında, buzulların erimesinde, sıcak hava dalgalarında, sellerde ve kuraklıkta "kesin surette" rol oynuyor. İnsan aktiviteleri iklimi binlerce yıldır "benzeri görülmemiş bir şekilde" değiştiriyor ve şu anda harekete geçilmezse "kaçınılmaz ve geri çevrilemez sorunlar yaşanacaktır"(1) deniyor.
Dikkat edilirse rapordaki vurgu insan aktivitelerine. Yani, yeraltı yer üstü kaynaklarını kontrolsüz bir şekilde kullanıyor, hızla tüketiyor, kirletiyoruz. Çoğaldıkça çoğalıyoruz. İnsan ve yedikleri dışında bir şey kalmamacasına canlı türlerini, doğal hayatı yok ediyoruz. Hayvansal gıda tüketmek, et yemek için ormanları yok edip, suları kurutuyoruz. Yeryüzünde girmedik yer bırakmadık. Otomobile biniyoruz, bunun için otoyollar yapıyoruz. Dağları deliyoruz, suların yönünü değiştiriyoruz. Her şeyi kullanıp kullanıp atıyoruz. Manzarası güzel evlerimiz olsun istiyoruz, ağaçları kesiyoruz bunun için. Bizi tutan bir şey yok. İstedikçe daha çok istiyoruz ve iştahımız sürekli artıyor. Her gün büyüyen bir canavar gibi kaçınılmaz bir şekilde dünyayı yiyoruz.
Bütün bunlar için kimi suçlamalı? Kapitalizm, insan doğası, ilerleme ve gelişme ülküsü… Belki birini, belki de hepsini. Ömer Madra’ya kulak verelim: “Bu tüketim toplumuyla, her şeyin tüketime endeksli olduğu bir hayat tarzıyla, bu işin sürdürülemeyeceği aşikâr gibi gözüküyor. İklim krizi de buna bağlı, pandemi de. Doğayla bu giderek artan tecavüzkâr ilişkinin sonunda da pandemi gibi kontrol edemeyeceğiniz ve hatta onun kontrolünün sizi ele alacağı bir duruma yaklaşabiliyoruz. Ne ahlak kalıyor ne düşünsel sistem kalıyor ortada. Çok önemli bir noktadayız” (2) Kedinin hayali olsa olsa bir kuş, bir balık, ya bizim? Yeniden Revan’ın sözlerine dönersek, “insan dünyayı yiyor” ve bu öyle bir “yeme” ki tüketene kadar da devam edecek gibi görünüyor. Peki ya sonra?
(1) IPCC raporu haberi https://t24.com.tr/haber/bm-insan-aktiviteleri-iklimi-binlerce-yildir-gorulmemis-bicimde-degistiriyor-hemen-harekete-gecilmezse-hasar-geri-donulmez-noktaya-ulasacak,970911
(2) Murat Sabuncu’nun Ömer Madra ile yaptığı röpörtaj https://t24.com.tr/video/omer-madra-iklim-krizinde-geri-donulemez-noktaya-sekiz-yil-kaldi-turkiye-nin-paris-iklim-anlasmasi-na-taraf-olmamasi-utanc-verici,38874