12 Eylül askeri darbesi ilk açıklamasında "Atatürkçülüğe" vurguda bulunuyor. O açıklamadan hareketle 13 Eylül 1980 günü çıkan "Cumhuriyet’in" manşeti şöyle:
"Hedef Atatürkçülük."
Ne var ki, askeri cunta kısa süre sonra rengini belli ediyor, Atatürkçülükle uzak yakın ilgileri yok. "Atatürkçülük" bir kılıftan ileri gitmiyor.
İmam hatip okullarının sayısının artması, din derslerinin anayasada zorunlu hale getirilmesi, çok ağır ve çok sayıda insan hakları ihlalleri, Amerika’ya olağanüstü bağımlılık...
O bağımlılık sonucu, "Amerikanın bastırması" üzerine, adını Amerikalı bir generalden alan "Rogers Planı" çerçevesinde, "Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönüş için Türkiye’nin veto hakkını kaldırması..."
Yabancı sermaye yasasının daha liberal hâle getirilmesi, ekonomide "24 Ocak kararlarının" milimi milimine uygulanmasıyla, Türkiye’nin liberalizmin arka bahçesine dönüşmesi...
Hiçbirinin Atatürkçülükle bağlantısı yok.
Nadir Nadi'nin kitabı?
O kadar yok ki...
Cumhuriyet’in simgelerinden, aydınlanmanın öncülerinden, Atatürk’e yürekten bağlı, babası Kurtuluş Savaşı sürecinde "Mustafa Kemal’in en yakınlarından biri", Cumhuriyet’i ve Atatürk’ü yazılarıyla, kitaplarıyla, bütün varlığıyla ömrü boyunca desteklemiş, o ilkelerden tek bir gün ödün vermemiş Nadir Nadi 12 Eylül cunta döneminde bir kitap yazıyor.
Kitabın adı "Ben Atatürkçü Değilim!.."
Kitap kıyamet kopartıyor, cuntacı generaller o kitap nedeniyle Nadir Nadi’ye dava açıyor.
Oysa, Nadir Nadi’nin tezi çok açık:
"Siz generaller!.. Siz eğer Atatürkçü iseniz, ben değilim!.."
Canan Kaftancıoğlu
Gelelim, bugün CHP’de kopan "anlamsız, gereksiz, AKP’ye malzeme veren" fırtınaya!..
Ne imiş?..
CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu bir toplantıda "Gazi Mustafa Kemal" demiş de, hep öyle diyormuş da, "Atatürk demiyormuş!.."
Kaftancıoğlu da, neden Atatürk demiyorsunuz sorusuna, Nadir Nadi’ye gönderme yaparak, "konuyu Kenan Evren Atatürkçülüğünden ayrıştırma çabası" olduğunu söylüyor.
Vay, sen misin bunu söyleyen?..
CHP’de fırtına kopuyor.
Birileri çıkıyor, "Atatürkçü olmayan il başkanına bu partide yer yok" diyor. Bir başkası yeri göğü inletiyor.
Ortaya garip bir koro çıkıyor, saçma sapan eleştiriler!..
Nadir Nadi cunta döneminde "Ben Atatürkçü Değilim" diye kitap yazdığında, bundan hiç bir sosyal demokrat, hiç bir CHP’li alınmıyor, hatta Nadir Bey alkışlanıyor.
Bugün ise, Canan Hanımı giyotine gönderilmedikleri kalıyor.
Zeka sorunu ve hesaplaşma
Türkiye ekonomisiyle, dış politikasıyla, ülke yönetimiyle, Korona'yla, hukukuyla, çevre politikalarıyla ve devamında ne varsa, hepsiyle birlikte yerle bir olurken CHP içinde fırtına kopuyor.
Düzgün bir ilkesel tartışma, sol kavramlar üzerinden bir eleştiri olsa gam yemem!..
Yine de...
CHP içinde durup dururken çıkan bu fırtına akla iki sorunu getiriyor:
1-Ne yazık ki, zeka sorununu...
2-Ne yazık ki, parti içi hesaplaşmayı...
Canan Hanım İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin kazanılmasında en büyük role sahip olanlardan biri. AKP’nin İstanbul’da yirmi beş yıl süren hegemonyasının yıkılmasında en büyük pay sahiplerinden biri.
"Saygıyı çoktan hak ediyor."
Bunu görmemek için kör olmak gerekiyor, insanın zekasından şüphe ederler!..
İstanbul’daki başarıya rağmen, Kaftancıoğlu hedef tahtasına konulursa, bu ancak ve ancak "parti içi hesaplaşma" anlamını taşıyor.
Eski ve bitmeyen hastalık
Tarih kitaplarında yazılanların ötesinde, kırk yılı aşkın bire bir izlediğim CHP’de bitmeyen bir hastalık vardır:
"Parti içi kavga hastalığı... Parti içinde ayrışmalar... Parti içinde birbirini yemeler... Parti içi hizipleşmeler..."
İster Bülent Ecevit döneminde, ister Erdal İnönü döneminde, ister Deniz Baykal döneminde ve sonrasında Kemal Kılıçdaroğlu döneminde hiç bitmeyen, hiç durulmayan hizipçilik şimdi yeniden hortluyor.
Akla sığmayan bir gerekçe ile...
En küçük bir analize dayanmayan, yüzeysel bir zırvalık...
"Canan Kaftancıoğlu ile hesaplaşacağım diyerek, partisine zarar verenler..."
AKP - CHP farkı
Türkiye’nin haline bakıp, AKP’lilerin büyük çoğunlukla memnun olduklarını söylemek mümkün mü, elbette hayır.
Meclis’te kulislerde ya da bazen samimi sohbetlerde pek çok AKP’li gidişattan rahatsız, senin, benim gibi düşünüyorlar.
Buna rağmen...
"Siz tek bir AKP’li gördünüz mü...
- Ortaya çıkıp ulu orta parti içinde tartışma çıkartan...
- Onca ters, antidemokratik, hukuk dışı uygulamalara rağmen, sesini yükselten...
- Çıksa bile, bunu dışarıya duyuran...
Yok, tek bir kişi yok!.."
Bu da AKP ile CHP arasındaki farkı gösteriyor.
Dünyanın her yerinde sosyal demokrat partiler sürekli tartışma halinde. Çünkü, dünyanın her yerinde sosyal demokrat partilerde "parti içi demokrasi" var. Ama, o demokrasi ve tartışma ilke düzeyinde, yeni teori arayışları temelinde "iktidar arayışlarına dönük" tartışmalar, parti içi kavgayla ilgisi yok.
Oysa, CHP’deki resmen ve alenen "parti içi kavga."
Neden alternatif olamıyor?
Her seçim öncesinde ya da herhangi bir zamanda seçmenlere sorulduğunda, genellikle "kararsız oylar" çoğunlukta.
Ülke yangın yerine dönmüş, elle tutulur tek bir yeri yok, başta demokrasi ve hukuktan eser kalmamış, geçim sıkıntısı ayyuka çıkmış ve fakat kararsız oylar çoğunlukta.
Daha hazin olanı, "CHP yüzde 22 - 25 bandına çakılmış", orada debeleniyor.
İnsanlar AKP’den umudu kesmiş ancak, "CHP’yi iktidar alternatifi olarak göremiyor."
Bu gibi saçmalıklar, bitmeyen parti içi kavgalar insanlara güven vermediği için...
Kılıçdaroğlu neredesin?
Daha ilk anda, Kemal Kılıçdaroğlu’nun olaya el koyması beklenirken...
O da, sizin, benim gibi tartışmaları izliyor, önünü kesmiyor ya da kesemiyor.
Kesmiyorsa:
"O da tartışmada taraf mı?.."
Yok, kesemiyorsa:
"Parti yönetiminde dizginler elinden kaçmış vaziyette mi?.."
CHP’liler zaman zaman birbirlerini yedikçe...
AKP ellerini ovuşturuyor, gülerek ve sevinerek izliyor...
Son bir söz var, dilim varmıyor söylemeye ama, ne yazık ki gerçek:
"Ülkeyi AKP’ye mahkûm eden CHP’dir."
CHP’nin zavallı ve olmayan muhalefeti, parti içi çekişmeleri...
Faturayı hepimiz ödüyoruz, AKP iktidarını sürdürdüğü için...