Yıl 2007, o sırada Başbakan, Tayyip Erdoğan Afrika Zirvesine katılıyor, zirveden dönüşte, emir veriyor:
“Uganda’da büyükelçilik açalım.”
Afrika’da bir büyükelçilik açmak, yaklaşık 2.5 milyon dolar. Ama, onunla kalmıyor, Afrika ülkelerinde büyükelçilik açıldığında, o ülkenin yönetimi, oradaki sivil toplum kuruluşları aracılığıyla “yardım” istemeye başlıyor, o yardımın maliyeti de, on milyon doları buluyor.
Dışişleri Bakanı o sırada Abdullah Gül, harekete geçiyor, kendisine verilen raporlara göre, “o sırada Uganda’da büyükelçilik açılmasının yerinde olmayacağı” belirtiliyor ve büyükelçilik açılmıyor.
Erdoğan ısrarını sürdürüyor ve Uganda’da büyükelçilik açılması Ali Babacan’ın Dışişleri Bakanlığı döneminde bir daha gündeme geliyor, yine olmuyor.
2010’da Ahmet Davutoğlu Dışişleri Bakanı iken, Afrika’da açılan altı büyükelçiliğe bu kez Uganda’da ekleniyor.
Erdoğan neden ısrar ediyor? Çok basit.
Uganda’da Fethullah okulları var, o okullara destek çıkmak için.
Bugün terör örgütü ilan ettiği, 17-25 Aralık’tan bu yana, her yerde adım adım bitirmeye ant içtiği “paralel yapıya” ait, Fethullah’ın okullarına, yıllarca ve her yerde olduğu gibi, o tarihte kucak açıyor. Uganda bunun tipik örneklerinden biri.
Yakışan ziyaret
Tayyip Erdoğan’ın bu son Afrika ziyaretindeki üç ülkeden ilki Uganda.
Türkiye ile Uganda’nın birbirine benzer yanları çok dikkat çekici, iki ülke birbiriyle yarış halinde.
Dünya Demokrasi Endeksi'nde Uganda 96. sırada, Türkiye 98. sırada. Demokraside ikisi de sınıfta kalmış durumda.
Dünya Basın Özgürlüğü sıralamasında yarış devam ediyor. Bu kez Uganda 150, Türkiye iki basamak daha aşağıda, 148. durumda. Bu muhteşem ikilinin orada da, sınıfta çakma vaziyeti.
Sadece bu rakamlara bakınca, Erdoğan’ın Uganda’ya “resmi ziyareti” çok daha anlamlı hale geliyor. Yakışır bu ziyaret bugün Türkiye’yi yönetenlere.
Onca çabaya rağmen, kimse yüz vermediği için Batı’ya gidemeyen Erdoğan, çaresiz Afrika ile idare etmeye çalışıyor.
151'den 60'a iniş
Aslında iktidara geldiğine, Erdoğan Afrika’ya özel bir önem veriyor, o dönem Dışişleri Bakanlığında Afrika Masasından sorumlu Büyükelçi (şimdi emekli) Süha Umar’ın çabası sonucu.
Umar 2004 - 2008 arasında Afrika politikasını ince ince dokurken, Afrika ile hem ticaret, hem siyasal ilişkiler, hükümetin Afrika açılımı çerçevesinde, ciddi gelişme gösteriyor. Türkiye Afrika’nın stratejik ortağı konumunu elde ediyor.
Afrika açılımı çok önemli bir ürün veriyor. 2008 yılında Türkiye BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine aday oluyor. Seçilmek için en az 129 oy gerekli.
O tarihte, Türkiye Afrika ülkelerinin tamamının, 49 ülkenin oyunu alarak, toplamda 151 oy ile geçici üyeliğe seçiliyor.
2015’te, geçen yıl geçici üyeliğe yeniden aday oluyor. Afrika ülkelerinin 49 oyu uçup gidiyor, hiç bir Afrika ülkesi Türkiye’ye oy vermiyor, Türkiye 60 oyda kalıyor, geçici üyeliğe İspanya seçiliyor.
Davutoğlu dönemindeki dış politikanın vahim sonuçlarından biri de, burada. Sadece komşularla kavga değil, sadece Batı ile, Amerika ile çatışma değil, ta Afrika’yı bile küstüren bir politikanın hüzünlü sahnesi. Erdoğan - Davutoğlu ikilisinin Türkiye’ye armağanı.
151’den nasıl olup da, 60’a düşüldüğünü AKP unutturmak için elinden geleni yapıyor, bir kaç köşe yazısı, bir kaç yorum hariç.
"Erdoğan'a öfke"
Bir başka dış politika şaheseri dün Berlin’de yaşanıyor.
Bir hayır, bir çekimser oyla, Alman Parlamentosu “Ermeni Soykırımı" tanıyor. Alman Parlamento Başkanı sonucu “çok dikkate değer bir çoğunlukla kabul edildi” diye tanımlıyor.
Konu Ermeni soykırımı ama, Almanya’da ana tema “Erdoğan’a öfke.” Sanki oylanan soykırım değil de, öfke. Günlerdir böyle.
Aslında geçen yıl Alman Cumhurbaşkanı Gauck “Eremin soykırımı” diyor, onu geçen yıl Nisan ayında Papa izliyor, aynı terimle. Derken koroya Alman Parlamento Başkanı katılıyor.
Dün oylamadan kaçmak için aniden bir “Güney Amerika gezisi” icat ederek, Güney Amerika’ya giden Dışişleri Bakanı Steinmeier 2014 Sonbaharında Ermenistan’ı resmen ziyaret ediyor.
Steinmeier Erivan’a iner inmez, soluğu Soykırım Anıtında alıyor ve çelenk bırakıyor.
Dünkü oylamadan kaçan Başbakan Merkel’in de mazereti var. Dün o da, ‘fen bilimleri sempozyumuna” katıldığı için oylamaya gelemiyor. Ne de olsa sempozyum, Başbakan katılmasa, fen bilimleri öksüz kalır.
SPD Başkanı Sigmar Gabriel de katılamıyor, o rahatsız, “öksürüyor, soğuk algınlığı.” Vah vah, geçmiş olsun.
Asıl vah, bize. Şu hale bakın. İtalya, Rusya ve Fransa’nın ardından soykırım tanıyan büyük ülkelerden biri olarak, şimdi de Almanya.
"Hiçbir şey olmaz"
Burada dikkatimi çeken iki nokta var.
- Bu tasarının dün oylanacağı aylardır biliniyor. Sivil toplum örgütleri uyarıyor, harekete geçiyor, buna rağmen, AKP son ana kadar sessizliğini koruyor.
- Nasıl oluyorsa, iki gün önce Tayyip Erdoğan “oylamadan kabul çıkarsa, Almanya ile ilişkilerimiz zedelenir” diyor. Binali Yıldırım “hiçbir şey olmaz, burası kabile devleti değil” diyor. Birbiriyle çelişen iki ifade. Erdoğan ile Yıldırım arasında ilk kez farklı görüş.
Gerçi, ne zaman ki, oylama sonuçlanıyor, Erdoğan ve Yıldırım dün sert ifadelerle aynı noktada birleşiyor. Geçmiş olsun.
“İlişkilerimiz yara alır, zedelenir, ağır sonuçları olur”, bunlar harcı alem laflar. Bence başlarda biraz çalkalanır, sonra hayat normale döner.
Örnek mi, işte Fransa, İtalya, Hollanda, Belçika, Lüksemburg, Polonya, Venezuella, Brezilya, Uruguay, Bolivya, Yunanistan, Şili, Kanada,İsveç, İsviçre, Çek Cumhuriyeti, Lübnan. Bunlar soykırımı tanıyan ülkeler.
Ne olmuş? Önce, “vay nasıl yaparlar, bu artık temizlenmez, böyle dost olmaz” filan, daha sonra Yıldırım’ın iki gün önce dediği gibi, “hiçbir şey.” Üstelik, çoğuna Erdoğan’ın resmi ziyareti var. Başbakan ve Cumhurbaşkanı olarak.
Her şeye rağmen, Almanya biraz daha farklı, orada 3.5 milyon Türk yaşıyor. Çalkalanma dozu belki biraz daha yüksek olur ve zaman alır. Sonra çalkalana çalkalana, durulur.