İkinci Dünya Savaşı’nın en amansız yılları...
Almanya İngiltere’yi bombalıyor, İngiltere karşılık veriyor. Hitler’in başlattığı savaşta iki ülke birbirine düşman, biri diğerini haklamaya çalışıyor, haklamak ne kelime, haritadan silmeye çabalıyor.
İşte, tam o dönemde...
Almanya ile İngiltere arasında müthiş bir anlaşma imzalanıyor. Birbiriyle savaşanların o klasik anlaşması değil. Çok başka. İnsanın önünde saygıyla eğilmesini gerektiren bir anlaşma. Buna göre:
“Almanya İngiltere’de iki yeri bombalamıyor, Oxford Üniversitesi ile Cambridge Üniversitesini.
Buna karşılık İngiltere de, Almanya’daki Heidelberg Üniversitesi ile Göttingen Üniversitesini bombalamıyor.” (Stephen Hawking, Benim Kısa Tarihim, s.14).
Savaş sırasındaki anlaşmaya bakar mısınız?
Dört üniversite de, yüz yıllardır her iki ülkenin gözbebeği. Ve buna “düşmanlar” saygı duyuyor. Bu bilim yuvalarına. Bu dünyanın en gözde üniversitelerine.
Her şey bombalanabilir ama, bu dört üniversite hariç.
Bu karara kim saygı duymaz ki!..
Bölmek ne demek
Üniversiteler öyle “yap -boz” tahtasına gelecek kurumlar değil.
“Haydi ayıralım, haydi bölelim, haydi oraya bizim adamlarımızı atayalım”, gibi günlük politikalara gelecek kurumlar hiç değil.
Üniversitelerle oynanmaz, üniversiteleri bilim yuvası olmaktan çıkartıp, politikaya alet etmek hiç olmaz.
Neye dayanarak bölmek? Neye dayanarak parçalamak? Bölünce elde edilecek olan ne? Örneğin, “bizden” bir vakfa mı peşkeş çekmek, ne?
İşte, o nedenle hem İstanbul Üniversitesi, hem Cerrahpaşa ayaklanmış bulunuyor.
Adamlar savaşta bombalamıyor, sen barışta ve durup dururken, bölmeye kalkıyorsun.
Her işin bir raconu var.
Buradaki racon, “üniversitelere karışmayacaksın, politikana alet etmeyeceksin”.
Demirtaş’a özgürlük
Tıpkı, bunun gibi, seçimlerin de bir raconu var.
HDP’nin Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş...
Bir yılı aşkın süredir hapiste. Yargıç karşısına aylar sonra çıkıyor, hakkındaki iddianame aylar sonra yazılıyor.
Ama, bugün Cumhurbaşkanı adayı.
Buradaki racon şu:
Demirtaş’ı derhal serbest bırakmak.
Öyle tepeden inme, artık gündelik hale gelen “yargı bağımsızlığını bir kez daha çiğneyerek”, yukarıdan gelen bir emirle filan değil.
Yüksek Yargı nerede?
Yok mu bu ülkede bir yüksek yargı organı, çıkacak ortaya ve “Demirtaş madem Cumhurbaşkanı adayı, o halde derhal hapisten çıkartılmalıdır” diye fiilen yasal, yargısal bir işlem başlatacak?
Yok mu böyle bir yüksek yargı organı?
Yüksek Seçim Kurulu ne güne duruyor?
Ancak, onlara sorsanız, “efendim, bizim kanunumuzda böyle bir yetkimiz yok” diye yanıt verebilir. Sanki böyle bir cümleyi duyuyor gibiyim.
YSK’yı geçiyoruz.
Anayasa Mahkemesi bu aykırılığı, yarıştaki eşitsizliği görüp, Demirtaş’ın tutukluluk haline itiraz edemez mi? Anayasal eşitlikten yola çıkarak.
Anayasal eşitliğin kaybolduğuna dikkat çekerek.
Yok mu bir yüksek yargı organı?
Böyle bir kararla bizim hukuk tarihimize damgasını vuracak, kendi özgür iradesinden hareket ederek, buna cesaret edecek yok mu bir yüksek yargı organı?
Kendi dar kalıplarını ve bürokratik yapılarını aşarak, kendi kurumlarını tarihe yazdıracak bir yüksek yargı organı yok mu bu ülkede?
Hayır yok.
Olsa, bugüne kadar oturdukları yerden, garip ve eşitlikten yoksun bu manzarayı seyrediyor olamazlar zaten.
Onlara çoktan veda mı etmiş bulunuyoruz?
Adaylar harekete geçsin
Madem onlarda o cesaret yok, o bürokratik kalıplarını aşamıyorlar, bu durumda bir başka seçenek akla geliyor:
Cumhurbaşkanlığının diğer adayları, başta Tayyip Erdoğan olmak üzere, Demirtaş’ın adaylık süresi boyunca serbest bırakılması için mahkemeye topluca başvuramazlar mı?
Nerede o centilmenlik?
Hangi ülkede yaşıyoruz?
On altı yıldır hangi cendereden geçiyoruz?
Adamlar seksen yıl önce bir savaşta üniversiteleri bombalamıyor.
Siz de bir seçim zamanı, hapisteki rakibinizi bombalamayın.
Tarihe geçersiniz.
Kimse unutmaz.
Kısır adaylık hesaplarınız buna el veriyorsa elbette.