"Yüksek faizin neye mâl olduğu ortada. Yüksek faizle biz yatırım yapabilir miyiz?.. Üretim yapabilir miyiz?.. İstihdam yapabilir miyiz?.. Mümkün değil. Yüksek faize yatırımcımızı ezdirmememiz gerekiyor."
Önceki gün TOBB toplantısına katılan Tayyip Erdoğan bu sözleri söyledikten sonra, dolar dakikalar içinde 7.67 TLden 7.70 TL'ye fırlıyor.
Çeşitli konulara değindikten sonra, mutlaka Kemal Kılıçdaroğlu'na eleştiri eksik değil, konuyu yeniden ekonomiye getiriyor:
"Hedeflerimize ulaşmak için sorunları elbette piyasa ekonomisi kurallarına uygun şekilde çözeceğiz."
Dakikalar içinde 7.70 TL'ye fırlayan dolar, dakikalar içinde yeniden düşüşe geçiyor ve 7.64 TL'ye kadar geriliyor.
Piyasa bu sözü "faiz artışı" olarak algılıyor ve dolar düşüyor. Dolar - faiz ilişkisi bu kadar net. Bu ilk tespit.
İki başkan neden gitti?
Dün Merkez Bankası faizleri yüzde 15'e yükseltiyor. Ve dolar anında 7.54 TL'ye kadar geriliyor.
Faizi yükselten yeni Merkez Bankası Başkanı.
Bundan önceki iki Başkan "laf dinlemiyor, faizi bir türlü düşürmüyor". O nedenle ikisi de, gece yarıları yayımlanan kararnamelerle görevlerinden alınıyor.
Madem faizleri yükseltmek gerek, o zaman o iki Başkan neden görevden alınıyor?.. Ya da şimdiki Başkan, faizleri yükseltti diye, görevde kalacak mı?.. Kargalar güler!..
Tutarsızlık diz boyu. Bu da, ikinci tespit.
Pek çok kararda olduğu gibi, yaz - boz tahtasına dönen Merkez Bankası Başkanlığı üzerinden Merkez Bankası uluslararası piyasada ağır yara alıyor.
Teorisi çöktü
Başından beri, asıl "laf dinlemeyen" kendisi!.. Tayyip Erdoğan!..
Nereden duyduysa, hiçbir ekonomi kitabında yer almayan, "faiz neden, sonuç enflasyondur" gibi akıl ve bilim dışı teoriye saplanıp kalıyor.
Cümle alem iktisatçılar "böyle bir teori yoktur, bu yanlıştır" dese de, o ısrarla aynı sözü tekrarlıyor. Bu teorisi Türkiye'ye çok ağır faturaya mâl oluyor. Merkez Bankası dövizleri o teori uğruna, doları düşürmek amacıyla, eriyip gidiyor. Bu da, üçüncü tespit.
Dördüncü tespit ise:
"Bilimin ve aklın yolu bir, bilimden sapınca ülke ekonomik felaketin kenarına geliyor."
Beşinci tespiti önümüzdeki günlerde göreceğiz:
"Hepimize çok pahalıya mâl oldu, bakalım ders alacak mı?.."
Yine de, sanmıyorum. Çünkü, o teorisi "bilime dayanmıyor, onun ideolojik takıntısı, günün birinde bir yerlerden yine yeryüzüne iner!.."
* * *
Mantık bu olunca...
Ayasofya'nın camiye dönüştürülmesinin ilk namazında Korona'ya yakalanan AKP Manisa milletvekili İsmail Bilen Meclis'te akıllara durgunuluk veren bir açıklama yapıyor:
"Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin verdiği kararların uygulanmasıyla ilgili geçmişle karşılaştırılamayacak düzeyde iyileştirmeler yaptık!.. Geçmişle mukayese edilmeyecek derecede iyileşme söz konusu!.."
Bu muhteşem bilgi AKP milletvekilleri tarafından "bravo" sesleri arasında alkışlarla karşılanıyor. Bilen aynı zamanda hukukçu, avukat!..
Bu nasıl bir tespit, nasıl bir mantık ve nasıl bir alkış tufanı, pes!..
Neresi "iyileştirme" ise, işine gelmeyen kararları "yok hükmünde" sayan ve uygulamayan bu iktidar değil mi?..
Pek çok örneği yok mu?..
Uyguladıkları tek bir konu var, "AİHM'in verdiği tazminatları ödemek", onun dışında hak ihlali kararlarının uygulanmadığı pek çok örnek var.
Hatta adı var, kendi yok Adalet Bakanı Abdülhamit Gül bile, geçenlerde "AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanacağını" söylemiyor mu?..
"Geçmişe göre iyileştirme yapmak" artık algı operasyonunu aşıyor, anlamanın çok güç olduğu bir başka mantık ve bakış düzlemine götürüyor.
Bu sakat mantık nedeniyle, pembe gözlükler iktidar sahiplerinin gözlerinden hiç düşmüyor.
Düdük çalınca...
AKP milletvekili Bilen aynı konuşmasında, "bağımsız yargıyı" savunurken, askeri dönemi hatırlatıyor ve "düdük çaldığında cuntacıların karşısında esas duruşa geçen yargıyı mı özlüyoruz" diye soruyor.
Kimse öyle bir yargıyı özlemiyor. Kaldı ki...
Bugün Adli Yıl Saray'da düzenlenen törenle açılmıyor mu?..
Tayyip Erdoğan salona girdiğinde, orada bulunan yargı mensuplarının tamamı, evrensel kural ve gelenekleri çiğneyerek, ayağa kalkmıyor mu?..
İktidarın isteğine aykırı karar veren yargıç ve savcılar anında sürülmüyor mu?..
Yargı Erdoğan'ın ya da iktidar sahiplerinin konuşmasıyla karar alıyor ya da verdiği kararı o doğrultuda değiştirmiyor mu?..
"Atılan nutuklar düdük çalmak" yerine geçmiyor mu?..
Bir telefonla, örneğin Amerikalı rahip Bronson serbest bırakılmıyor mu?.. Bu "düdük çalma" değil mi?..
Siyaha beyaz, beyaza siyah diyen ve daha beteri, "buna inanan" bir iktidar grubu ve ne yazık ki, onlara "hala oy veren" nüfusun yaklaşık yüzde 30'u var bu ülkede.
Fakirliği göstergesi
AKP Grup Başkan Vekili Bülent Turan da döktürüyor.
Cumhurbaşkanlığının aşırı harcamaları, müthiş israf, törenler için Kıbrıs'a yedi uçakla gidilmiş olması eleştirilirken, Bülent Turan:
"Kıbrıs'a yedi değil, yetmiş yedi uçakla da gitsek, değer."
Muhalefet milletvekilleri "Ecevit'in Kıbrıs'a tarifeli uçakla gittiğini" hatırlatınca, AKP Grup Başkan Vekili Turan serbest atışa devam ediyor:
"Sayın Ecevit'in tarifeli uçakla gittiğini söylüyorsunuz, övünüyorsunuz. Oysa, bu ülkenin fakirliğinin göstergesidir."
Doğru!..
İsveç, Norveç, Danimarka, Hollanda Başbakanları makamlarına "bisikletle" gidiyor.
Almanya Başbakanı Merkel tek bir araba ve tek bir korumayla dolaşıyor.
Fransa Cumhurbaşkanı, İspanya, İtalya Başbakanları iki araba ile dolaşıyor.
Amerikan Başkanı bile tek bir uçak kullanıyor.
Dünyanın bu en zengin ülkeleri, aslında fakir!.. Bu ülkelerin Cumhurbaşkanları ya da Başbakanları tek bir araçla ya da bisikletle makamlarına gidiyorsa, bu "fakirliğin göstergesi", başka ne olabilir ki!..
Gerçek olmayan olayları savunmak durumunda kalınca, mantık kısa devre yapıyor. Ve ortaya gülünç bir tablo çıkıyor.