27 Şubat 2020

Muzaffer ağabey... Dimdik ayakta...

Vurdular İlhan’ı, öldüremediler... Muzaffer Ağabey’i uğurlarken, o da dimdik ayakta...

Gözleri kan çanağı gibi, Muzaffer Ağabey kim bilir kaç saattir uykusuz, sigara içmediği halde, sigara üstüne sigara yakıyor, olağanüstü hüzün, acı, keder sadece onu değil, cami avlusunda toplanan bizleri de sarıyor. Hepimiz isyan halindeyiz...

Muzaffer Ağabeye, Muzaffer Erdost’a, "başın sağolsun" demeye bile takat bulamıyorum. İçimden haykırmak geliyor, "alçaklar, katiller, insan müsveddeleri, vicdansızlar, hayasızlar..." Ve ağzıma gelen daha bin türlü küfür, ne yazık ki, gideni geri getirmiyor.

İlhan Erdost askeri cezaevinde işkencede öldürülüyor, Ankara Maltepe Camii avlusu, onun cenazesi...

Kendi hallerinde, kimseye zarar vermeyen, karınca ezmeyen iki kardeş, Muzaffer Erdost ile İlhan Erdost... Karınca bile ezmiyorlar ama, büyük günahları var, "Sol Yayınları"nı kuruyorlar. Kurdukları kitabevinde Marks, Engels, Lenin külliyatı ile sol ideolojinin önde gelen isimlerinin kitaplarını yayımlıyorlar.

Aynı imza

O sıradaki suçları "yasak yayın bulundurmak". Oysa, yayımladıkları kitaplar arasında tek bir yasak yayın yok, ayrıca kitabevinde de yasak tek bir kitap yok. Zaten arama yapan polisler tek bir kitap almadan geri dönüyor.

Ama, kitabevi yine de kapatılmış. Yasak yayın yok, Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Recep Ergun bu kez kitabevinin yeniden açılması için emir veriyor. Kendi imzasıyla... 30 Ekim 1980’de...

İlhan ve Muzaffer Erdost bu tarihten yedi gün sonra gözaltına alınıyor. Gözaltı kararında, kitabevinin açılması emrini veren imza yine Recep Ergun’a ait.

Büyük suç: Düşünmek

12 Eylül 1980, askeri darbe...

Her darbede olduğu gibi, suçları var mı, yok mu, diye bakmadan otomatiğe bağlanmış biçimde, 12 Eylül’de de askerler "solcuların peşine" düşüyor. Tek ve büyük suç var, "solcu olmak!.."

Hele de, "sol kitaplar yayımlamak gibi bir suç" suçların en büyüğü... Düşünce suçu...

Muzaffer Ağabey ile İlhan Erdost’u askerler bu nedenle gözaltına alıyor. Mamak Askeri Cezaevi’ne götürüyorlar. Hangi alçak emir verdiyse, daha emniyette işlemleri sürerken, iki kardeşe "normal olmayan bir muamele uygulanacağı" oradaki polislerin bile dikkatini çekiyor.

"O muamelenin" ne olduğu bir kaç saat sonra anlaşılıyor.

Albay Raci Tetik denilen herifin komutanlığını yaptığı Mamak Askeri Cezaevi, hapisaneden çok işkencehane... Orada tutuklu kalmış insanlara yapılan işkenceler, kitaplara, filmlere konu oluyor, Meclis tutanaklarına geçiyor, anlattıkları korkunç... Akla gelebilecek en ağır insanlık suçu işleniyor orada, darbe döneminde her gün.

Cinayet

İki kardeş daha cezaevinden içeriye girer girmez, üç, dört er ve bir astsubay onları bir askeri araca bindiriyor. Araç hareket ediyor... Cezaevi içinde dolaşmaya başlıyor.

Ve emri almış erler iki kardeşe aracın içinde ellerindeki sopa ve demir çubuklarla vurmaya başlıyor. Tekme, tokat, zincir, nerelerine gelirse...

İkisi de kan içinde kalıyor, İlhan Erdost aracın içinde düştüğünde, kafasına gözüne tekmeler, sopalar...

İkisini de, yarı baygın araçtan indiriyorlar... Bir hücreye atıyorlar...

Aradan bir saat kadar geçiyor...

İlhan Erdost yattığı yerde çırpınmaya başlıyor... Ve...

Cami avlusu

İlhan gencecik adam... İyi bir aile babası, iki küçük kızı var...

Muzaffer Ağabey kendi ismine kardeşinin de ismini ekliyor, Kasım 1980’den itibaren imzasını "Muzaffer İlhan Erdost" olarak atıyor.

İlhan Erdost’un cenazesine ben de katılıyorum, müthiş bir kalabalık, Nazım’ın dediği gibi, orada bulunanlar... "Bilekler kan içinde, dişler kenetli..."

Ne çare, giden geri gelmiyor.

Bu kadar hüznün, bu kadar acının bir araya geldiği öfke dolu bir kalabalık...

Ne çare...

Muzaffer Ağabeyi serbest bırakıyorlar... Bir cinayet yetiyor onlara...

Sol ideolojiye çok hakim

Muzaffer Ağabey, diyorum, çünkü Ankara’da gazetecilik yıllarımda zaman zaman bir araya geliyoruz. Sıcak, sevecen, hoşgörülü, serinkanlı, genellikle düşünceli bir insan...

Onu ilk kez İstanbul Üniversitesi’nde bir konferansta görüyorum. 1960’ların ikinci yarısı... Biz öğrenciyiz... O, dönemin siyasi gelişmelerini, solun penceresinden yorumlayan bir konferans veriyor. Olayları Marksist terminolojiyle yorumlarken, hepimizin dikkatini aynı nokta çekiyor, "sol ideolojiye müthiş hakim". Belli ki, klasik sol külliyatı iyi okumuş ve sindirmiş. Zaten solun önde gelen ideologlarından.

Ya katiller

Muzaffer Ağabey kardeşinin katillerinin yargı önünde hesap vermesi için çok büyük çaba harcıyor. Adamlar katil, işte katil, dahası var mı, katil!..

Ama, arkaları güçlü!..

Dava yedi yıl sürüyor, katil erler on yıl hapis alıyor, başlarındaki astsubay şöyle böyle derken, altı ay evet altı ay ile kurtuluyor. Astsubay ve erler ne kadar yatıyor, orası meçhul!..

Muzaffer Ağabey itiraz ediyor, davalar yeniden görülüyor, yeniden uzuyor, yılan hikayesi.

Ya Reci Tetik?..

12 Eylül’ün ardından, korkudan Avustralya’ya kaçıyor ya da orada bir göreve atanıyor. On yıl kalıyor Avustralya’da, on yıl!.. Kendini unutturmak üzere...

Döndükten sonra İstanbul’da askeri bir sağlık evinde kalıyor, korumalarla birlikte. Geçen yıl ölüp gidiyor.

Ama, cenazesi askeri törenle kaldırılıyor!..

Güle güle Muzaffer ağabey

Dün sabah acı haberi öğreniyorum. Muzaffer ağabey o çok sevdiği kardeşinin yanına gidiyor...

Nur içinde yatsın...

Türkiye önemli bir aydınını yitiriyor...

Türkiye’de dün, bugün, yarın aydın olmak ne demek; Muzaffer Ağabey’in çileli yaşamı bunu iyi anlatan örneklerden biri. Ahmet Arif diyor ya, "Vurun ulan vurun / ben kolay ölmem / ocakta küllenmiş közüm / karnımda sözüm var".

Vurdular İlhan’ı, öldüremediler...

Muzaffer Ağabey’i uğurlarken, o da dimdik ayakta...

Yazarın Diğer Yazıları

Uçaktakilere küpe: Pınar Türenç bombaladı, Vali özür diledi

Vali Gül: "Sayın Bakanımız oradaydı, ben oradaydım, emniyet müdürümüz oradaydı, hiç kimse 'süpürün' diye talimat vermedi. Oldu mu böyle bir şey, bilmiyorum ama, olmuşsa maksadı aşmıştır, ben sizlerden özür diliyorum. Benim kapım sizlere 7 - 24 açıktır, ne zaman isterseniz görüşebiliriz"

Taksim yasağı 1 Mayıs yasağı değil!..

31 Mart seçimlerini genel olarak kaybetmenin hazımsızlığı var, derin yoksulluk ve ekonomik krizin hırçınlığı var, İktidarın sallandığı korkusu var...

"Hava kurşun gibi ağır", "demokratik ve sivil anayasa" mı!..

Sıkıyönetim ve OHAL'i andıran türde, 1 Mayıs'ın bir gün öncesinden her yer polis kaynarken... Anayasa Mahkemesi kararları uygulanmazken... Bir de demezler mi: "Demokratik ve sivil anayasa yapacağız!.."