“Hukuk ve Adalet Partisi” 2015 yılındaki seçimlerde iktidara geliyor, Polonya’da.
El attığı ilk iş, “yargıçları ve savcıları baskı altına almak” oluyor. Adım adım yargı bağımsızlığına son veriyor.
Adımlar Krakow kentinde bulunan “Ulusal Yargıçlık ve Savcılık Okulu’nda” atılmaya başlanıyor. Okul yargıç ve savcı adaylarına eğitim veriyor.
O okul Adalet Bakanlığı egemenliğinde. Eğitimin içeriğini de Adalet Bakanı belirliyor, öğretmenleri de. Kimin yargıç, kimin savcı olarak görev yapacağına karar verecek sınav kurulunun dokuz üyesinin yedisini bakan tayin ediyor.
Okulu bitirdikten sonra dört yıllık “kıdemsiz yargıç ve savcı” dönemi başlıyor. “Kıdemsiz yargıç ve savcılık” hükümetin 2017’de getirdiği bir uygulama.
Adalet Bakanı kraldan Beter
Dört yılın sonunda, “kıdemsizler” arasından kimler asil yargıç ve savcı olacak?..
O kişileri “Ulusal Yargı Kurulu” Cumhurbaşkanı’na öneriyor, atamayı Cumhurbaşkanı yapıyor.
Eee, Adalet Bakanı ya da hükümet nerede?..
Bu işin tam ortasında.
“Adalet Bakanı’nın önerilecek isimlere itiraz hakkı var.”
İtiraz hakkı bir yana, yargı üzerinde baskı ve yargının bağımsızlığının sona ermesi daha sonra iyiden iyiye pekişiyor. Adalet Bakanı üzerinden iktidarın astığı astık, kestiği kestik. O Bakan:
-Yargıç ve savcıları bir kararıyla görevden alabiliyor. Örneği var, kısa süre önce, “hiç bir gerekçe göstermeden 730 mahkeme başkanından 196’sını görevden alıyor”,
-Özel yetkili disiplin savcısı atayabiliyor, atadığı savcıya talimat verebiliyor,
-Birinci derece disiplin mahkemesinin tüm üyelerini belirliyor,
-Telefon dinlemeleri dahil, yasaya aykırı olarak elde edilen kanıtların geçerli olarak kullanılmasına izin veriyor.
Kısaca, Polonya’da hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı sizlere ömür. Yasalar ve uygulanması “Adalet Bakanı” üzerinden bütünüyle hükümetin takdirine kalıyor.
Neyse ki AB var
İşin ilginç yanı, Polonya Avrupa Birliği (AB) üyesi. Bir AB ülkesinde olması tasavvur dahi edilemeyecek hukuk ihlalleri Polonya’da yaşanıyor.
İlk büyük itiraz efsanevi işçi lideri, daha sonra Polonya Cumhurbaşkanı Lech Walesa’dan yükseliyor.
İkinci itiraz AB’den geliyor. Mart 2018’de AB “Polonya’da hukuk devletine sistematik olarak son veriliyor” kararına varıyor, “Stalin dönemi Sovyetler Birliği ve uydu devletlerinin kurumlarıyla çarpıcı benzerlikler taşıyan bir sistem oluşturulmak istendiğini” ilan ediyor.
Aynı gün
İlan öyle bir tarihe denk düşüyor ki, “Hukuk ve Adalet Partisi”, partinin adına bakın, hem “hukuk”, hem “adalet”, Yargıtay’daki yargıçların toplu olarak işten çıkartılmalarını öngören bir yasa hazırlığına giriştiği güne rastlıyor.
Avrupa Parlamentosu 13 Haziran’da altı siyasal partinin ortak bildirisi ile Polonya hükümetine, “o yasanın derhal durdurulması ve yeniden hukuk devleti normlarına dönülmesi” çağrısında bulunuyor.
Aynı gün Polonya’nın eski cumhurbaşkanları, başbakanları, dışişleri bakanları ortak çağrıda birleşiyor:
“Hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü olmadan Polonya olamaz. Hukuk ve yargı bağımsızlığı olmadan özgürlük olmaz.”
Temmuz 2018’de AB tarihinde hiç olmayan “bir ilk” gerçekleşiyor, AB Polonya hükümetine ihtarname gönderiyor, “derhal hukuk devletine dönülmesi” yolunda.
İş sadece “çağrılara” kalmıyor, Polonya’daki hukuk ihlali 24 Eylül’de AB Adalet Divanında ele alınıyor.
19 Ekim’de ise, AB Adalet Divanı Polonya’ya ihtarnameyi de aşarak, “talimat” veriyor:
“Bu uygulamalara son verin, Yargıtay yargıçları ile ilgili yasayı iptal edin.”
Geçen hafta
17 Aralık, yani geçen hafta Polonya derin bir nefes alıyor ya da “hukuk devletine yeniden dönüşün ilk adımlarına” tanık olunuyor.
Polonya Cumhurbaşkanı Yargıtay ile ilgili yasayı veto ediyor, emekli edilen yargıçlar görevlerine dönüyor.
AB Anlaşması’nın ikinci maddesi çok açık:
“Avrupa Birliği insan onuruna saygı, özgürlük, demokrasi, eşitlik, hukukun üstünlüğü, azınlıklar dahil olmak üzere insan haklarına saygı değerleri üzerine kuruludur.
(...) Herkes bağımsız ve tarafsız bir mahkemede makul süre içinde kamuya açık duruşma yapılması hakkına sahiptir.”
AB Polonya’ya bir de hatırlatmada bulunuyor:
“328 yıl önce İngiliz felsefecisi John Locke’un bir sözü var. Locke ‘hukukun bittiği yerde tiranlık başlar’ diyor.
Demokrasinin temel ilkesi hukukun üstünlüğüdür”.
Aniden Metin Akpınar ve Müjdat Gezen
Dertleri başından aşmış Türkiye’de, Polonya’dan kimsenin haberi yok. Ama, Avrupa günlerdir, hele de geçen haftadan bu yana tam Polonya’yı konuşurken...
İki gündür yeniden Türkiye’yi konuşmaya başlıyor... Erdoğan’ın, Müjdat Gezen ile Metin Akpınar hakkındaki “bedelini ödeyecekler” sözleri ve bunun üzerine iki sanatçının dün polis eşliğinde adliyeye götürülmelerini...
Tıpkı Polonya gibi, “hukuk devletinin ortadan kalktığı, Erdoğan’ın yargıya talimat verdiği” biçiminde.
Tarihi dünya rekoru
Bu ilk değil. Kendisine yönelik bir eleştiri karşısında, Erdoğan ‘bedelini ödeyecek” diyor ve o kişi ya da kişiler hakkında derhal soruşturma başlıyor, ardından mahkeme ve büyük çoğunlukla ceza, tutuklama.
Eleştiri, ama sade bir yurttaştan, ama bir milletvekilinden, ama bir gazeteciden, ama bir sanatçıdan... Kimden olursa...
Erdoğan’a hakaretten bugüne kadar 12 bin 900 dava açılıyor.
Bu bir dünya rekoru.
Üstelik, tarihi bir dünya rekoru.
Yani, başka benzeri yok.
Dün ender bir karar
Her şeye rağmen, dün ender bir karara rastlanıyor, Metin Akpınar ve Müjdat Gezen “adli kontrol şartıyla” serbest bırakılıyor.
Umalım ki, karar bu şekilde yerinde kalır.
Troller, yandaşlar ve bazı AKP’liler çoktan başlıyor bile, “nasıl serbest bırakıldılar” diye...
Şu anda kendilerine dokunmadığı için hukuk devletinin, temel hak ve özgürlüklerin askıya alınmasından zerre kadar gocunmayanlar bu davulları çalıyor.
Umalım ki, o kararı veren savcı ve yargıçlar da başka yere atanmasın!...