İki bin kişilik salonda çıt çıkmıyor, sanki klasik müzik konseri, sahnede 90’ını aşmış adam, yine de berrak bir dimağ, tekerlekli sandalyede günümüz sosyal demokrasisi üzerine düşüncelerini ve “partinin görevini” anlatıyor. Ders verir gibi, iki bin “partili” dersi can kulağı ile dinliyor.
Çağımıza ilişkin müthiş bir sosyal demokrasi analizi ve her sekiz, on cümle sonrasında “parti bunu şöyle uygulamalı” görevi.
45 dakikalık konuşma bittiğinde, salonda çılgınca bir alkış, adam oralı değil, sandalyesini kenara itiyor, sahneden inmeden, sigarasına sarılıyor. Salon bir daha inliyor.
İki yıl önce Berlin’de Alman Sosyal Demokrat Parti (SPD) kongresini izliyorum. 90’ını aşmış delikanlı Almanların efsanevi sosyal demokrasi liderlerinden Helmut Schmidt.
1918 doğumlu Schmidt önceki gün Hamburg’da hayata gözlerini kapatıyor. Dünya sosyal demokrasisi yasta, elbette SPD, hele de haftalık “Die Zeit” gazetesi.
Politikacı ve filozof
1974-82 arasında Alman Başbakanı Schmidt 1983’ten beri bu gazetenin yayıncılarından biri. Die Zeit dün özel bir sayı yayınlıyor, Schmidt’in fotoğrafı ve koca bir “Veda” sözcüğü ile.
Sadece Alman Sosyal Demokrasisini değil, hem dünya sosyal demokrasisini, hem de Almanya’da düşünce hayatını etkileyen biri Schmidt. Pek az politikacıda bulunan bir nitelikle düşünce adamı, filozof yanı ağır basan bir yazar ve yayıncı.
Her söylediği, her yazdığı ciddi etki yaratıyor, son derece saygın. Söylediğine toplumun büyük bölümü inanıyor. Üzerinde düşünüyor. Her hafta Die Zeit’ta yayınlanan bir röportajı ile etkinliğini sürdürüyor, son ana kadar.
Esir kapında demokrasi
İkinci Dünya Savaşı sırasında Doğu Cephesinde bir tank bölüğünde. Savaşta bir ara esir düşüyor, kişiliğini esaret altında geçirdiği günler biçimlendiriyor. “Barış ve demokrasi” kavramları, kişiliğinin ağır basan yanı olarak, esir kampında filiz veriyor. Ömrünü barışa, adalete ve demokrasiye adıyor. Asla geri dönmemek üzere. Ülkesine ve dünyaya barış, demokrasi ve adalet üzerinden bakıyor. Partisine elli yıl boyunca, her fırsatta aynı telkini veriyor. Berlin’deki kongrede olduğu gibi.
Dünyayı çok iyi okuyor. Başbakan olduğu yıllarda Çin’in yükselişini ilk fark eden Avrupalı politikacıların başında geliyor. Amerika’nın ve Fransa’nın bu yönde dikkatini çekiyor.
Siyasal öngörülerinde yanıldığını gören pek yok. O yüzden hangi siyasal görüşte olursa olsun, Almanlar kendisine çok inanıyor ve güveniyor. Bir anlamda “Almanya’nın vicdanı”.
Bu engin deney ve birikime bir de, hitabet yeteneğini eklemek gerek. Müthiş bir konuşma ustası, dolayısıyla çok ikna edici.
Okul sıralarında başlayan aşkı ile beraberliği 68 yıl sürüyor. Eşi beş yıl önce ölüyor. Sonra en yakınındaki kişi, sekreteri ile ilişkisi başlıyor, yani şu son beş yıl, 90’nından sonra.
Türkiye’ye değdi
Barış ve demokrasi düşüncesi Türkiye’ye de değiyor. Yıl 1979, Türkiye’nin yetmiş cente muhtaç olduğu yıllar, kıtlık ve terör yılları. Hızla askeri darbeye doğru yol alıyor. Müthniş paraya ihtiyacı var. ABD Başkanı Carter, Fransa Cumhurbaşkanı Giscard d’Estaing, İngiltere Başbakanı Callahan ve Schmidt Karaipler’de Guadeloupe Adasında bir araya geliyor. Schmidt bir ara sözü Türkiye’ye getiriyor, “Demokrasiyi kurtarmak adına, Türkiye’ye yardım etmeliyiz, çünkü her geçen gün askeri darbeye doğru gidiyor”. 12 Eylül darbesi yine de önlenemiyor ama, o dörtlü zirveden Türkiye’ye mali yardım çıkıyor.
Pipo, hele de sigara ağzından hiç eksik değil, uluslararası bir toplantıya girerken, mutlaka enfiye çekiyor. Ankara ziyaretini anımsıyorum, Çankaya’ya çıkarken, arabadan iniyor, binaya girerken, enfiyesini çekiyor.
90’ında kitap yazmak
Yazdığı kitaplar ki, sonuncusunu yanılmıyorsam, geçen yıl yayınlıyor, mutlaka en çok satanlar listesinde. 90’nından sonra sen kitap yaz ve o kitap aylarca en çok satanlar listesinde kalsın. Bir politikacı için büyük onur, hayali cihan değer.
Her Cuma saat 12’de Die Zeit’ta haftalık yayın kurulu toplantısı var, yazı işleri tam kadro, eski ve yeni genel yönetmenler hazır. O öyle disiplinli ki, saat 12 olduğunda yerini çoktan almış.
Ünlü Amerikan Dışişleri Bakanı Kissenger’in geçtiğimiz yıl bir sözü var, “umarım ben Helmut Schmidt’ten önce ölürüm, yoksa onsuz bir dünya bana hiç ilginç gelmiyor”.
Dünyadaki tüm sosyal demokratlara da, artık ilginç değil.