Güney Amerika dizileri gibi, son yıllarda her ayın başında bir yalan rüzgârı esiyor.
TÜİK'in açıkladığı enflasyon verileriyle hayat hiçbir biçimde örtüşmüyor. Çarşı, pazar o oranları yalanlıyor.
Ve bu ilk kez yaşanmıyor. Son yılların klasik haline dönüşmüş tatsız gerçeklerinden biri.
Her ayın başında üç farklı kurum aylık ve yıllık enflasyon oranlarını açıklıyor.
Üç oran, üçü de birbirinden farklı.
Kasım ayı enflasyonu İstanbul Ticaret Odası'na göre, yüzde 4.8, yıllık artış yüzde 73.9.
Bilim adamlarından oluşan ENAG'a göre, Kasım'da fiyat artışı yüzde 5.58, yıllık artış yüzde 129.27.
TÜİK'e göre, Kasım ayı enflasyonu yüzde 3.28, yıllık artış yüzde 61.98.
ENAG ile TÜİK arasında yıllık bazda tam iki kat, hatta biraz daha fazla fark var.
Birbirinden bu kadar farklı oranlar olabilir mi?..
Oranlar arasında bu kadar büyük fark olabilir mi?..
Dünyanın hiçbir ülkesinde, hiçbir enflasyon ölçümünde yok. Bu da bizdeki yalan rüzgârının kanıtı.
Asgari ücret
Enflasyon deyince, akla elbette ücretler geliyor. Bugünlerde yeni asgari ücret belirleniyor.
Ne kadar artacağı henüz belli değil.
Belli olan bölümünü Tayyip Erdoğan açıklıyor, çalışanları yerinden zıplatarak:
"Asgari ücret önümüzdeki yıl sadece bir defa artacaktır, o da bu ay içinde kesinleşecek."
Bir defa mı?..
Oysa...
1998'den bu yana...
Asgari ücret geride kalan 25 yılın 17 yılında iki kez artıyor.
Sınıfsal tercih
Neden bir defa, hem de yerel seçimlere giderken?..
Yerel seçimler Mart sonunda. AKP'nin Mart'tan sonra oya ihtiyacı yok, seçimler bitmiş oluyor. Asgari ücreti ikinci kez arttırması için siyaseten neden kalmıyor. Ama, frenlemesi için ekonomik neden var.
Kilit cümle Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'e ait:
"Önümüzdeki yıl iç talep yavaşlayacak."
Mehmet Şimşek iç talebi düşürerek, enflasyonun düşme eğilimine gireceğini hesaplıyor.
İç talebi düşürmekle asgari ücreti bir kere arttırmak arasında tam bir ilişki var.
Enflasyonu düşürmek için ücretleri dizginlemek tercihi.
Enflasyonu düşürmenin yükünü çalışanlara bindirmek.
İç talebi düşürmenin, ücret artışlarını frenlemenin öteki adı var:
Biraz daha yoksullaşma!..
Ayrıca...
Avrupa Birliği ülkelerinde çalışan nüfusun sadece yüzde 4'ü asgari ücret alırken, bizde çalışanların yüzde 57'si, yarıdan çoğu asgari ücret elde ediyor.
En geniş tanımla asgari ücret bizde ortalama ücrete dönüşüyor.
Dolayısıyla, Mehmet Şimşek'in altını çizdiği "iç talep düşecek” sözü ile asgari ücretin yaygınlaşması ve yılda bir kez artırılması arasında birebir bağlantı var.
Bu bir sınıfsal tercih.
Sermayeye teşvik
Sınıfsal tercihin devamı var. O devamı yine Mehmet Şimşek'in sözlerinde görmek mümkün:
"Şirketlerimiz mutlaka dış pazar arayışına girsinler, her türlü desteği vereceğiz."
Bu "her türlü destek” sadece ihracata yönelen firmalarla sınırlı değil. Daha geniş kapsamlı. Kısa süre önce açıklanan teşvikler sermayenin yükünü azaltmaya dönük.
Bir bütün olarak bakıldığında, tercihler AKP'nin sınıfsal konumunu gösteriyor.
AKP'ye oy veren kitlenin ve çalışanların çıkarlarıyla taban tabana zıt.
Ya demokrasi
Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde yüksek enflasyonla mücadele genellikle demokrasi çerçevesinde pek mümkün görünmüyor.
Ücretlerin baskı altına alınması demokrasiden sapmayla bütünleşiyor. Grev hakkı fiilen kalkıyor, toplantı ve gösteri yürüyüş hakkı askıya alınıyor.
Kısaca...
Temel hak ve özgürlüklerde yaşadığımız kısıtlamalar, rejimin neden otoriterleştiğini, demokrasinin neden yara, bere içinde olduğunu, bir de bu açıdan izah ediyor.
24 Ocak - 12 Eylül
Geçmişte bunun en çarpıcı örneklerinden biri 24 Ocak ekonomik kararları ve onu izleyen 12 Eylül askeri darbe dönemi.
24 Ocak 1980'de kemerler iyice sıkılıyor, çalışanların ücretleri olağanüstü baskı altına alınıyor, Türk Lirası dolar karşısında ciddi değer kaybına uğruyor. O ekonomik sistem ancak 12 Eylül askeri darbesiyle yürütülüyor.
O zaman askeri darbe, şimdi sivil darbe.
Ücretliler ve emekliler 2024 yılında daha da yoksullaşmaya aday. 2024 yılında tarımda da yüksek taban fiyatı beklemek hayal.
Enflasyonun böylesine uzun süreli ve azgın biçimde artmasında milyonlarca insanın hiçbir kusuru yok.
Buna karşılık, artışı geri çevirmenin yükü hiçbir kusuru bulunmayan aynı milyonlarca insanın sırtına vuruluyor.
Sınıfsal bir tercihle.
Yalçın Doğan kimdir?
Yalçın Doğan, 1965 yılında Alman Lisesi'ni, 1969'da İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesini bitirdi.
Gazeteciliğe 1973 yılında Cumhuriyet'te ekonomi muhabiri olarak başladı. 1981 yılında Cumhuriyet Ankara Temsilciliğine atandı.
1989'da köşe yazarı olarak geçtiği Milliyet'te önce Yayın Koordinatörü, 1999'da Genel Yayın Yönetmeni görevlerini üstlendi. 2003'te Hürriyet Gazetesi'nde sürdürdüğü köşe yazarlığı 2015 yılında sona erdi. O tarihten bu yana T24'te köşe yazarlığına devam ediyor.
Türk Dil Kurumu, Sedat Simavi, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'in çeşitli ödülleri yanında, 2014'te yılın en iyi köşe yazarı, Halk TV'nin 'Kırılmayan Kalemler' ödülünü kazanan gazeteciler arasında yer aldı.
Her biri özgün araştırma içeren IMF Kıskacında Türkiye, Dar Sokakta Siyaset, Fenerbahçe Cumhuriyeti, Savrulanlar kitapları ile anılarını derlediği Sussam Susulmaz Yazmasam Olmaz kitaplarını yazdı. Ayrıca, Komünist Enternasyonelde Faşizmin Tahlili başlığı ile yayımlanan Almanca'dan yaptığı bir çevirisi bulunmaktadır. Almanca ve İngilizce bilir.
|