Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin "uygarlık tarihini" bilmeyince ya da bildiği halde, saptırmak isteyince, ortaya önce yıl hesabından başlayan yanlışlar ortaya çıkıyor.
Osmanlı’da "modernleşme" yüz elli değil, iki yüz elli yıl önce başlıyor ya da daha siyasi, sosyolojik ve ekonomik anlamla yüklü olarak, "Batılılaşma" çabaları iki yüz elli yıl geriye gidiyor.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın bir, iki gün önce bir tweet atıyor, durup dururken, gündem bir kez daha bulanıyor, zaten ne zaman bulanmıyor ki!.. Kalın:
"Bize yüz elli yıldır modernleşme adı altında başkalarının hikâyeleri anlatıldı. Artık kendi hikâyemizi yazmak zamanıdır."
İçerik ayrı, ondan önce yıl hesabında şaşırıyor Kalın, "yüz yıllık bir şaşırma".
İçeriğe gelince...
"Modernleşme" dediği, muhtemelen "Batılaşma"... Yani "uygarlık"... Bağımsız devlet, temel hak ve özgürlükleri garanti altında alan anayasa, bağımsız yargı, hukuk devleti, sanayileşme, medeni hukuk, ticaret hukuku... Buna bağlı resmi ve özel örgütlenme... Sivil toplum... Kısaca, günümüzde bir "devleti devlet yapan kurumların tamamı"..
Bu çabalar bence iki yüz elli yıl önce III. Selim ile başlıyor.
Rönesans ve III. Selim
Fatih’in İstanbul’u fethettiği dönemde Avrupa’da Rönesans, yani "Aydınlanma Çağı" başlıyor. Özünde "akıl ve mantığı" ön plana çıkartan, skolastik düşünceyi geride bırakan reform hareketleri dizisi. Öncelikle dinde, felsefede, sanatta...
Önce İtalya’da başlayan felsefedeki bu atılım tarih sahnesine üç yıl sonra İngiltere’de "Sanayi Devrimi" olarak çıkıyor, 1760’ta.
Sanayi Devrimi'ni otuz yıl sonra Fransız Devrimi izliyor. 1789’da Fransa’da mutlak monarşinin devrilerek, yerine "Cumhuriyet’in" kurulması.
Fransa’da devrim yapılırken, Osmanlı’da tahta hemen aynı yıl III. Selim geçiyor. Tahta çıkmadan önce Fransa Kralı XVI. Louis ile mektuplaşıyor. Padişah olunca da, Fransız Devrimi etkisiyle bir dizi "yenileşme adımları" atıyor.
İbrahim Kalın’ın "hikâye" diyerek, memnun olmadığı "ilk modern adım olarak, ilk modern ordu, Nizam-i Cedid" III. Selim tarafından kuruluyor.
II. Mahmut
III. Selim’in adımlarını II. Mahmut’un çok ciddi "modernleşme" çabaları izliyor:
- Kıyafet Nizamnamesi ile kavuk, sarık, cübbe yasaklanıyor, yerine ceket, fes, pantolon geliyor.
- İlk posta örgütü kuruluyor.
- "Mekteb-i Tıbbiye" ve Mekteb-i Harbiye" kuruluyor.
- İlk gazete "Takvim-i Vekayi" yayınlanıyor.
- II. Mahmut’un portreleri devlet dairelerine asılıyor ve o gelenek başlıyor.
- Devletin başına bela olan Yeniçeriler kaldırılıyor, Vak’a-i Hayriye.
- Bakanlıklar kuruluyor.
İbrahim Kalın’a göre, bunlar "başkalarının hikâyeleri!.."
Kıyafet devrimi öncesi ve sonrası II. Mahmut
1839 Tanzimat Fermanı
O tarihte Londra Büyükelçisi olan Mustafa Reşit Paşa’nın Gülhane’de okuduğu "Tanzimat Fermanı", yani "reform hareketi", yani "modernleşme" Osmanlı’da bir başka dönemecin adı.
O "modernleşme" adımı ile birlikte Osmanlı Hukuku'nda ilk kez:
- Yurttaşlık kavramı kabul ediliyor.
- Mülkiyet hakkı, dokunulmazlığı kabul ediliyor.
- Din ve mezhep ayrımına son veriliyor.
- Yurttaşların can ve mal güvenliği garanti ediliyor.
- Vergide adalet ve eşitlik geliyor.
- Danıştay kuruluyor.
- Yasaların üstünlüğü tanınıyor, yani hukuk devletine adım atılıyor.
- İlk kez bütçe düzenleniyor.
- İlk kez kağıt para basılıyor.
- Sanayileşme adımı olarak, baruthane, demir işleme atölyesi, yerli kumaş üretimi başlıyor.
İbrahim Kalın’a göre, bunlar "modernleşme adı altında başkalarının hikâyeleri!..."
Siyasi adımlar
1808 Sened-i İttifak, 1856 Islahat Fermanı, I. Meşrutiyet, 1876 Anayasası, II. Meşrutiyet, 1909 Anayasa değişiklikleri Osmanlı döneminin kabaca "modernleşme" hareketleri.
Ve hepsi bizim hikâyelerimiz!..
Bize hep bunlar anlatılıyor, bunların hepsi "başkalarının değil, bizim hikâyelerimiz" olduğu için!..
Hele de Cumhuriyet dönemi
Osmanlı’daki "modernleşme" özünde "Batılaşma hikâyeleri" üzerine sayısız kitap var. Tarihi ile coğrafyası ile felsefesi ile sosyolojisi ile hukuku ile ekonomisi ile ve akla gelebilecek her türlü bilim alanını kapsayan kitapları ile... Üstelik, sadece Türkçe’de değil, kim bilir kaç dilde!..
İbrahim Kalın oturduğu yerden çıksın, önüne gelen ilk kütüphaneye girsin, raflar bu "hikâyeleri" anlatan kitaplarla dolu!..
Hele de "Cumhuriyet" dönemi... Yeni bir devletin kurulmasıyla yazılan, baştan sona "modernleşme, Batılaşma" hikâyeleri...
Yedi düveli hayran bırakan, yedi düvelin önünde saygıyla eğildiği "hikâyeler"!..
Hatta, o kadar ki, eğer bugün İbrahim Kalın "Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü" olarak boy gösteriyorsa, onun orada bulunmasının da "hikâyesi" Cumhuriyet döneminde yazılan "hikâyelerin" sonucu!..
O "hikâyeler" ki, Kalın’ın "modernleşme" dediği, özünde "Batılaşma, sanayileşme, uygarlığa uzanma" hikâyelerine eşit!..
Ona, bizlere, hepimize bir kaç yüz yıldır "anlatılan" bu tarihsel adımlar.
Kalın'ın hikâyesi
Üç şık var:
- Kalın ya bunları göz göre göre anlamazlıktan geliyor,
- Ya bulunduğu görev itibariyle, öyle konuşmak zorunda kalıyor,
- Ya da aklında Cumhuriyet’i, Batı’yı, modernleşmeyi, uygarlığı, sanayileşmeyi dışlayan bir başka "hikâye" var!..
O "hikâye" Orta Çağ karanlığı mı?..
Siyaseti ile hukuku ile her türlü alanı ile kendi içine kapanmış, dış dünyadan kopmuş bir "hikâye" mi?..
İbrahim Kalın’la yıllar önce, o TRT’de iken, bir açık oturumda bir araya gelmiştik. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü olduktan sonra soğuk kanlı, boğazın dokuz boğum olduğunu bilen, elbette Saray’a çok yakın, yine de iktidar şehvetine kapılmadan sözlerini tartan, hatta hafiften "Batıdaki modern sözcülere" özenen bir portre çiziyor gibi gelmişti bana...
Ayakları çok daha yere basan biri gibi bir izlenim verirken...
O portre yere düşüyor...
"Saray’da çalışmak, o ekibin üyesi olmak" suyu tersine akıtmaya çalışmakla eş anlamlı olsa gerek.