Kilometrelerce uzayıp giden feribot kuyruğunda sırasının gelmesini kim bekler? Kendinden önce gelenlere saygı gösterip, sıraya kimler girer ve saatlerce bekler?
Kimine göre, saf insanlar.
Kimler beklemez? Kimler sırayı hiçe sayarak, sıranın solundan geçer ve kendine feribota hemen yakın bir yerde, önlerde yer kapmak için aradan sırayı deler? Üstelik arsızca güler, onları ikaz edenlere terbiyesizce karşılık verir?
Kimine göre, kendini akıllı sanan, saygısız ve terbiyesizler.
Geçen hafta Eceabat’tan Çanakkale’ye feribotla geçmeye çalışırken, bu saygısız ve terbiyesizlerin haddi hesabı yok, onlar o kadar çok. Sırasını bekleyenler azınlık.
Üstelik yolun sağındaki sırayı soldan geçen o saygısız kitle, aynı zamanda karşı taraftan gelen, normal yoluda seyreden arabaların da önünü kesiyor. O arabalar yollarına devam edemiyor.
Tam kaos. Kimse kıpırdayamıyor.
Kaosu çözmek için, sıradakiler çaresiz o terbiyesiz heriflerin araya girmesine izin vermek zorunda kalıyor. O arsız arsız sırıtanlar, bir de el kol işaretleriyle kendilerine yer açılmasını istiyor.
Hallerinden belli, bunların içinde okumuş çocuklar da var.
İşte, Türkiye’deki ortalama insan tipi, saygısız, her an kavgaya hazır.
Zaten biraz daha “sen ne yapıyorsun, neden sıraya girmiyorsun” diye, itiraz etseniz, kalkıp vurması işten değil. Bıçak mı, tabanca mı, artık ne ise.
"Barış mümkün"
O feribot sırası neden o kadar uzun? Bayram öncesi öyle bir sıra oluşacağı belli değil mi?
O zaman karayolları mı, deniz yolları mı, hangisi ise, neden buna önlem almıyor?
Polis ya da jandarma sıranın bozulmasına neden izin veriyor?
Kendini akıllı sanan o saygısızlara neden ceza kesmiyor?
Feribota binince, ohhh, nihayet dünya varmış.
Dünyayı değiştiren bir başka küçük gözlem. Kilitbahir-Çanakkale arasında sefer yapan feribotun üzerinde koskoca bir yazı:
“Barış mümkün.”
Feribot dönüyor, diğer yanında aynı yazı, bu kez İngilizce:
“Peace is possible”.
Oradaki insanların kendi iradeleriyle, kendi arzularını yansıtan bir ifade.
Bayramda yine şehitlerin arkası kesilmezken, “barış mümkün” parolası.
Demek, denemek gerek. İnsanlar bunu bekliyor.
Gerçeğe dönüş
“Barış mümkün” arzusuyla yatıp kalkarken, bayramın sonuna gelindiğinde, her bayram tatilindeki “istatistik” aynı korkunç rakamlarıyla yeniden ortaya çıkıyor.
Bayram günlerinde meydana gelen trafik kazalarında 132 kişi hayatını kaybediyor, 480 kişi yaralanıyor.
Daha uzun süreli bakıldığında, rakamlar akıl alır gibi değil.
2005 - 2015 arasında on milyon 357 bin trafik kazası meydana geliyor, on milyon. Kazalarda 42 bin 420 kişi ölüyor, 2 milyon 264 bin 441 kişi yaralanıyor.
Bölgesel savaşlarda bile, bu kadar çok insan hayatını kaybetmiyor.
Nasıl oluyor da, bu kadar çok kaza meydana geliyor?
O sırayı beklemeyenlerle bu kazalar arasında bir bağlantı var mı?
“Bizdeki ortama insan tipi” ile, ortalama davranış türü ile kazalar arasında bağlantı araştırılsa, ortaya kim bilir, ne sonuçlar çıkar.
Burası Türkiye.
Maçtaki kahramanlar
Dünyanın gerçeği, aynı saatlerde bizdekinden çok başka. Her zamanki gibi.
Fransa - Portekiz Avrupa Futbol Şampiyonası finali.
Portekiz’in şampiyon olduğu maçta kahraman sayısı birden fazla.
Gecenin ilk ve vazgeçilmez kahramanı, herkesin üzerinde mutabık kaldığı, Ronaldo.
Sakatlanıp, daha yirminci dakikada oyundan çıkmak zorunda kaldığında göz yaşlarını tutamıyor. Oyundan çıkması, futboldaki yaygın deyimle, Portekiz için kırılma anı, takım adeta kamçılanıyor, “Ronaldo için oynamak” Portekizli futbolcuların parolasına dönüşüyor.
Ronaldo bir süre sonra saha kenarında teknik direktör gibi, takım arkadaşlarına moral takviye ediyor, nasıl oynamaları gerektiğini anlatıyor. 120 dakikanın sonunda göz yaşlarını yine tutamıyor, bu kez acının değil, şampiyonun göz yaşları.
Takımdaki diğer kahraman, Ederzito Antonio Maceda Lopes, kısaca Eder. Aslen Afrika doğumlu, Gine Bissau’dan gelme, Afrika’nın batısında, Atlas Okyanusu kıyısındaki siyahi ülkeden. Portekiz’in golünü atarak, Portekiz’i Avrupa Şampiyonu ilan eden oyuncu. 28 kez milli oluyor, bu üçüncü golü. Üçüncü ama, ne gol.
Eder de tarihe geçiyor. Çünkü:
Bir Avrupa Şampiyonasında şampiyonu belirleyen golü Avrupa kıtası dışından gelen ve golü atan ilk oyuncu. Afrikalı ya.
Maç arasında Ronaldo onun yanına geliyor ve kulağına fısıldıyor: “Golü sen atacaksın.”
Ronaldo belki bunu başka takım arkadaşlarına da söylüyor, sözü yerine getiren Eder oluyor.
Maçtaki diğer kahraman Portekiz teknik direktörü Santos. Olgunluğu ile parmak ısırtıyor.
Ronaldo “teknik direktör” gibi oyuncuları motive etmeye çalışırken, Santos müthiş bir olgunlukla buna izin veriyor.
Alınmıyor, gurur meselesi yapmıyor, “sen nasıl karışırsın” diye, bağırıp çağırmıyor. Tersine bu yardıma gönülden destek veriyor.
Bizim milli takımda olsa, aman Allah, yer yerinden oynar.
Olgunluk, içine sindirme, kendine güven, başkalarına saygı meselesi.
Oralarda insanlar feribot kuyruğuna nasıl saygı gösteriyor, kimsenin hakkına tecavüz etmiyorsa, oradaki futbol sahalarında da, benzer saygı öne çıkıyor. Oradaki medya da, buna uygun yayın yapıyor. Normaldir, sürpriz yok.
Ronaldo ve final maçı ve maçta yaşananlar Avrupa medyasının en ciddi yayın organlarında manşet. Ne siyaset, ne başka bir konu. Ne Cumhurbaşkanı, ne Başbakan, ne şu, ne bu.
Bizi manşetler malum, şehitler, cinayetler, yangınlar, kavgalar. Ve Cumhurbaşkanlığı resmi bülteni gibi, bıktıran haber dizileri.
Aradaki fark bu kadar net. Şu son bir haftanın Batıda ve bizde yayınlanan gazetelerine topluca bakın, karşılaştırın, o fark insanı daha da ürpertiyor.
Bu ülkeye yazık.
Bir feribot ve bir maç üzerinden birden fazla mesaj var, anlayana.
Bir bayram böyle geçti, nokta.