Birleşmiş Milletler dünya çapında bir anket düzenliyor. Soru şu:
“Dünyanın geri kalan bölgelerinde gıda kıtlığı ile ilgili çözümünüzü lütfen dürüst bir görüşle bildirir misiniz?”
Yalın bir soru. Anlaşılmayacak hiç bir yanı yok. Anket beklendiği gibi dünyada büyük ilgi görüyor. Ancak ve örneğin:
-Afrika’da insanlar “gıdanın” ne olduğunu bilmiyor.
-Doğu Avrupa’da insanlar “lütfen” kavramının ne anlama geldiğini bilmiyor.
-Batı Avrupa’da insanlar “kıtlık” kavramının ne olduğunu bilmiyor.
-Çin’de insanlar “görüş” kavramının ne olduğunu bilmiyor.
-Orta Doğu’da insanlar “çözüm” kavramının ne anlama geldiğini bilmiyor.
-Güney Amerika’da insanlar “lütfen” kavramına hayli yabancı, bilmiyor.
-Amerika Birleşik Devletlerinde ise, hiç kimse “dünyanın geri kalan bölgeleri” ne demek, bunu bilmiyor.
Mizahi bir biçimde dünya gerçeğinin ta kendisi gözlemler. Dünyanın hangi bölgesinde insanların neyi bildiklerini, neyi bilmediklerini ve nasıl yaşadıklarını anlatan kara mizahi bir deneme.
Birleşmiş Milletler böyle bir anket düzenliyor ancak, birileri sosyal medya üzerinden o ankete ilişkin gözlemlerini kayda böyle geçiriyor.
Dünyayı iyi anlatıyor, gerçekçi.
Hollanda kadar toprak kaybı
“Gıda kıtlığı” bizim için hayli yabancı bir kavram. Bizim durumumuz farklı.
Bizde ülke çapında gıda kıtlığı yok ama, gıdaya dönük başka bir gerçek var.
Bir zamanlar gıda açısından dünyada kendine yeter yedi ülkeden birisi iken, AKP iktidarı ile birlikte gıda ürünleri ithal eden bir ülkeye dönüşüyoruz.
Bir zamanlar dünyada en çok buğday ihraç eden ülkelerden biri iken, şimdi buğday ithal ediyoruz. En çok pamuk ihraç eden ülkelerden biri iken, şimdi pamuk ithal ediyoruz.
Sadece buğday mı, pamuk mu?.. Pirinç, mısır, arpa, nohut, domates, bir kaç ürün dışında hemen tüm tarımsal ürünlerin bir bölümünü üretiyoruz, bir bölümünü ithal ediyoruz.
Son beş yılda:
-Tarımsal ürün ithalatına Türkiye 185 milyar dolar ödüyor.
-Bir Hollanda kadar tarımsal toprak kaybına uğruyor, Hollanda büyüklüğünde toprak kaybı.
Gıdada kendine yeterlikten, kendini beslemekten uzaklaşan bir Türkiye.
Neden?..
“Rant uğruna!..”
Her gün 110 kişi
Bizim gerçeğimiz, daha doğrusu gerçeklerimiz çok başka.
Bizim gerçeklerimizden biri de, “hukuk devleti” üzerinde dolaşan hayalet ve tutuklamalar ve cezaevleri...
Son zamanlarda farklı nedenlerle, buna adi polisiye vakaları da dahil, siyasi nedenler de dahil, her gün 110 kişi hapse giriyor. Evet, son zamanlarda...
Şu anda cezaevlerinde toplam 275 bin tutuklu ve hükümlü yatıyor.
Cezaevleri yetmiyor, Adalet Bakanlığı 2018 yılı içinde 45 yeni cezaevi yapılmakta olduğunu açıklıyor.
Yozgat skandalı
Bizim gerçeklerimiz çok farklı ya... O farklardan biri de, gün sektirmeden yaşadığımız skandallar.
Son skandal AKP Yozgat Milletvekili Yusuf Başer’in imzasını taşıyor.
Yozgat’a yeni bir cezaevi yapılıyor. Yusuf Başer yanında AKP İl Temsilcileriyle birlikte yeni cezaevine gidiyor ve sonrasında bir tweet atıyor:
“Dört bin kişinin yatacağı 2700 personelin istihdam edileceği bacasız fabrika gibi çalışacak yeni cezaevinin hayırlı olmasını diliyorum”.
Bu bir övünme!.. Neresinden tutacaksınız?..
-Cezaevinin nesi “Hayırlı olsun”?.. Kime “hayırlı” olacak?..
-”Dört bin kişinin” yatacak olması mı?..
-”2700 kişinin” çalışacak olması mı?..
-Yoksa, ikisi birden mi?..
-Bir cezaevinin neresi “bacasız fabrika”?.. Ne üretilecek ki o cezaevinde?..
-Bir cezaevini “yatırım” olarak görmek nasıl bir düşüncenin ürünü ki, bununla övünüyor?..
Bir de gidip, “bacasız fabrikayı” AKP İl Temsilcileriyle “yerinde inceliyor”!..
Süreyya Bey Barajı
Yozgat’a bağlı Çekerek’te Türkiye’nin dokuzuncu büyük barajı var, Süreyya Bey Barajı.
Buraya on beş köyün ve ilçe merkezinin kanalizasyonu akıyor, barajda balıklar ölüyor, pis koku çevreyi sarıyor, barajdan pislik fışkırıyor. Oraya bir türlü arıtma tesisi yapılmıyor.
AKP Yozgat Milletvekili Yusuf Başer bu pisliği görmüyor, yeni cezaevini “inceliyor”.
Bu Yusuf Başer tam milletvekili olacak biri, halkın nabzını iyi tutuyor ne de olsa.