24 Haziran 1995... Dünya Rugby final maçı... Güney Afrika’da Cape Town’da...
Finalde Yeni Zelanda takımı All Blacks ile Güney Afrika takımı Springboks karşı karşıya...
Statta 63 bin kişi nefesini tutmuş, maçın başlamasını bekliyor. Herkes Yeni Zelanda takımını favori gösteriyor.
Maç olağan bir final gibi görünse de, değil. Nedeni var.
Springboks siyahların nefret ettiği, beyazların övünç duyduğu ırkçılık ile doğrudan özdeşleşmiş bir takım. Takımın forması beyazların siyahlara üstünlüğünü temsil eden ırkçı bir simge.
Katı ırkçılığı temsil eden bu takım uluslarası karşılaşmalardan yıllarca men ediliyor. 1994’te Nelson Mandela’nın Başkan seçilmesiyle birlikte, Springboks’a dünya şampiyonasına katılma hakkı tanınıyor ve takım finale yükseliyor.
36 yıl sonra Mandela maçta
Final maçına yeni Başkan seçilmiş Mandela da geliyor.
Geliyor ama, 63 bin seyircinin 62 bini beyaz ve hiçbiri ayağa kalkmıyor, alkışlamıyor, sessiz bir protestoda bulunuyor. Geri kalan bin siyah seyirci de, sesini çıkarmaya ürküyor. Stada gerginlik çöküyor, yere iğne atsan duyulacak.
Ömrünü ırkçılığa karşı mücadeleye vermiş Nelson Mandela bunun diyetini ödüyor, 27 yıl hapis yatarak. 27 yıl onu karşılaşabileceği her olumsuzluğa hazırlıklı hale getiriyor. Statta yine de, protestocu çoğunluğa gülümsüyor, onlara selam vererek, yerine oturuyor.
Güney Afrika’da 1948 yılında başlayan ırkçı rejim aralıksız otuz altı yıl sürüyor. Bu otuz altı yıl içinde siyahların köleliği ve beyazlarca aşağılanmaları, rejimin ana karakteri. Siyahların eğitim ve sağlık hizmetlerine ulaşmasındaki güçlükler, ulaşsa bile, aşağılanmalar, otobüste tek bir beyaz varsa bile, siyahların binmesini yasaklamalar, en niteliksiz işlerde olağanüstü düşük ücretlerle çalıştırmalar, oturdukları evlerde su ve elektrik gibi en zorunlu hizmetlerini engellemeler, hatta bir beyazın işlediği cinayette bile, o beyaza arka çıkmalar, kısaca hayatın her alanında en kötü koşullara, en ağır hakaretlere maruz bırakılmak...
Son nokta
Maçın başlama düdüğü çalmak üzere...
Mandela’da bir hareket... Yerinden kalkıyor, kravatını çözüyor, gömleğini çıkartıyor...
Ve...
Irkçılığın en katı temsilcisi Springboks takımının kaptanına ait 7 numaralı formayı giyiyor.
Ne?..
Ömrü ırkçılığa karşı mücadele ile geçmiş, bu uğurda yıllarca hapis yatmış Mandela’nın sırtında, şimdi ırkçılığın en büyük simgesi olan o forma!..
Evet ama...
Siyah - beyaz ayrımında asırlık duvarları yıkan olağanüstü bir sahne.
Irkçılarla barışmanın zirvesi.
63 bin kişi önce şaşkın. Kimse gözlerine inanamıyor. Maçı TV’de izleyen milyonlarca Güney Afrikalı nereden geldiğini şaşırıyor.
Derken... Statta 63 bin kişi ayakta çılgınca Mandela’yı alkışlıyor.
Beyazlar ve siyahlar sokaklara dökülüyor, kucaklaşarak birbirini kutluyor.
Mandela 7 numaralı formayı giyerek, Güney Afrika’da demokrasiye geçişin önünü açıyor. Halk siyah - beyaz ayrımına artık son vermenin gereğine inanıyor.
Bu dopingle aşka gelen Springboks maçı kazanarak, şampiyon oluyor.
l
Olağanüstü uzlaşma
7 numaralı forma hayatın her alanına yansıyor.
Siyahlara mülkiyet hakkı, verimli toprakların en az yüzde otuzunun siyahlara verilmesi, sanayide siyahların payının en az yüzde yirmi beşe yükseltilmesi, bürokraside çalışanların en az yüzde kırkının siyah olması, hükümetin vereceği teşviklerin en az yüzde kırkının siyahların sahip olduğu firmalara verilmesi, maden imtiyazından yararlanmaları, pek çok suça af getirilmesi, yasalar önünde eşitlik...
Bunlara karşı beyazları da, siyahlar karşısında koruyacak güvenceler...
Olağanüstü bir uzlaşma ve bunun sürekliliğini sağlayacak kurumlar, yasalar, sözleşmeler..
Rayından çıkmış bir rejim sonrasında pırıl pırıl parlayan bir demokrasi.
Mandela’nın o formayı giymesi ile birlikte...
Toplumun her kesiminde müthiş bir uzlaşma yaşanıyor.
Herkes kendi inancını koruyabilir ama, demokrasi için özveride bulunarak, pratikte kırmızı çizgilerini yeşile dönüştürmek üzere...
Biz ve demokrasi
Şimdi durup dururken neden bu örnek?..
Bize gelirsek...
Bütün dünyanın kabul ettiği ve bizim fiilen yaşadığımız gibi, Türkiye’de demokrasi ağır yara almış bulunuyor. Devletin kurumları bir partinin kurumları gibi çalışıyor. Yargı bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığı, Meclis’in denetimi, ifade ve basın özgürlüğü artık geçerli değil.
Bu durumda muhalefetin görevi ne?..
Demokrasiyi yeniden rayına sokmak, inşa etmek. Devletin kurumlarını ve yargıyı yeniden bağımsız kılmak, hukukun üstünlüğünü sağlamak.
Ama, bu günlük muhalif eleştirilerle ulaşılabilecek bir hedef değil artık.
"İktidar sahipleri şunu söylüyor, biz onlara bu lafı yetiştirelim" tavrı çoktan geride kalıyor. Bu tavır artık hiç bir şey ifade etmiyor.
Sıra sizlerde sayın liderler
O halde?..
CHP’si, İyi Parti’si, HDP’si, SP’si ve geri kalan hangi parti varsa, TKP dahil, DEVA ve Gelecek Partisi dahil, hepsi kırmızı çizgilerinden vazgeçmek, kendilerini aşmak ve bir araya gelmek zorunda, demokrasi için uzlaşmak üzere. Sivil toplum örgütlerini ihmal etmeden.
Sayın Meral Akşener, sizin HDP’yi dışlamaktan vazgeçmeniz gerekiyor.
Sayın Mithat Sancar, sizin terör örgütüyle birlikteliğe ilişkin görüntülerden kurtulmanız gerekiyor.
Sayın Temel Karamollaoğlu, sizin uzlaşmacı tavrınızı sürdürmeniz gerekiyor.
Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, uzlaşmanın merkezi olarak, sizin herkesi kucaklamanız gerekiyor.
Sayın Erkan Baş, Sayın Ali Babacan, Sayın Ahmet Davutoğlu, Sayın Gültekin Uysal ve diğer parti liderleri sizin o demokratik blokta yer almanız gerekiyor.
Örnek ortada, otuz altı yıl süren amansız anlaşmazlık, Güney Afrika’da 7 numaralı formayı giyerek, tarihsel bir uzlaşmaya dönüşüyor. Toplumsal kurumları büyük adımlarla restore ederek.
Sıra sizlerde Sayın Liderler, demokrasi için, bu ülke için, hepimiz için!..
"Armudun sapı, üzümün çöpü" demeden, 7 numaralı forma sizleri bekliyor.