17 Temmuz 2016

22 Şubat, 21 Mayıs ve 15 Temmuz

Öyle alışmışız ki, her anlamda kuralsızlıklar artık son bulsun. Darbe girişimi yeni hesaplara alet edilmesin

27 Mayıs’ı çocuk sayılacak bir yaşta, 12 Mart’ı derinden yaşayan, 12 Eylül ve 28 Şubat darbelerinin gazeteci kimliğimle yakın tanığı olarak, darbelerin tek tek insanlarda ve toplumda yıllarca silinmeyen travma yarattığını bilen ben, 15 Temmuz gecesi TV’lerin başında haykırıyorum:

“Eyvah, yine mi? Yine mi aynı döngü? Yine mi aynı çukur? Yine mi, işkenceler, hapisler, kaybolanlar? Yine mi, ne olacağını bilemeyeceğimiz bir dönem? Eyvah”.

Sadece ben değil, çevremde aklı başında ne kadar insan varsa, hepsi aynı duyguda birleşiyor:

“Ne oluyoruz? Nereye gidiyoruz?”

Kaygılardan arındığında herkes aynı soruda birleşiyor:

“Türkiye neden yeniden bu noktaya geldi? Nasıl oldu da, darbe heveslileri yeniden uygun bir ortam bulduklarını düşündü? Neden?”

Temel soru bu. Asıl üzerinde düşünülmesi gereken soru.

“Türkiye neden ve nasıl bu noktaya geldi?”

 

Komuta heyeti yok

 

Darbe gecesine, 15 Temmuz’a dönersek...

Belli ki, darbecilerin başında yüksek komuta heyeti yok, aşağıdan yukarıya doğru bir kalkışma. Belki bazı generaller var ama, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları yok.

Bir açıdan 27 Mayıs’ı andıran bir hareket. Ama, 27 Mayıs’ın başına son anda dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal Gürsel geliyor. Onun gelmesiyle darbe girişimini ordunun tamamı kabul ediyor. Gürsel’in dışındaki komuta kademesi dışlanmış olsa bile. 27 Mayıs’ın darbe olarak başarıya ulaşmasının altında yatan önemli nedenlerden biri bu.

Buna karşılık 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963 Talat Aydemir ayaklanmalarında yine ordu komuta kademesinden kimse yok. Belki de, bu nedenle Aydemir ayaklanması sonuç vermiyor. Talat Aydemir’in arkasındaki asıl güç, komutanlığını yaptığı Kara Harp Okulu. Sadece Ankara Radyosunu basmak ve orada bildiri okumakla darbe gerçekleşmiyor.

22 Şubat’ın da, 21 Mayıs’ın da önlenmesinde başka tarihsel bir kimlik var: İsmet Paşa, arkasında Kurtuluş Savaşı, Lozan Zaferi, Cumhurbaşkanlığı bulunan bir “Paşa”, o günlerde yine Başbakan. Radyoya gidip, darbecileri kovuyor. Darbe filan kalmıyor.

15 Temmuz bu açıdan 22 Şubat ve 21 Mayıs’ı andırıyor. Arkasında ordunun komuta heyetinden kimse yok. Başarısız bir kalkışmadan ibaret. Yine de, ne yazık ki, kanlı bitiyor. 22 Şubat ve 21 Mayıs’ta böyle çatışma yok.

 

Garip bir karşılaşma

 

15 Temmuz gecesi aynı zamanda garipliklerle dolu.

Akşamın bir saatinde köprüleri kapatmak ne anlama geliyor? Ne biçim bir saçmalık? Köprü kapatarak darbe yönünde adım atan dünyada bir başka örnek yok.

Darbe yapıyor, darbenin hedefi olan siyasi iktidarın üyeleri, Cumhurbaşkanı, Başbakan dahil, tüm bakanlar TV’lerden halka sesleniyor, direnmeye çağırıyor.

Bütün TV kanalları darbe aleyhinde yayın yapıyor.

Kendi halkına ateş açan, kendi polisiyle çatışmaya giren darbeciler, bu darbeyi “halk için” mi yapmış oluyor? Saçmalık, aptallık.

TV’lerde okunan darbe bildirisi 27 Mayıs’ın ve 12 Eylül’ün kopyası, “NATO’ya ve uluslararası sözleşmelere bağlıyız” gibi, sözüm ona, dünyaya güvence veriyor.

Hele de, Meclis’in bombalanması darbe girişiminin rezil doruklarından biri. Dört darbe yaşamış bir ülkede ve yanlış hatırlamıyorsam, darbe yapılan Latin Amerika ülkelerinde de görülmeyen bir kepazelik.

Meclis’i bombalayan darbeciler, “uzun bir süre Meclis, siyasal partiler ve demokrasi artık bu ülkede olmayacak” demek mi istiyor, bu mesajı mı veriyor? Bu mesajla mı, “mili iradeyi” yanına almayı düşünüyor?

1920’den bu yana Meclisle yaşayan bir halk var. Darbeler döneminde bile 27 Mayıs’ta “Kurucu Meclis”, 12 Eylül’de “Danışma Meclisi” var, darbeciler kendileri oluştursalar bile, o Meclislerle birlikte çalışıyor, “Meclisin çatısı altında”. 

Hatta, 12 Eylül’de darbeciler Meclis binasına yerleşiyor. Darbeyi yapan Milli Güvenlik Konseyi Mecliste karargah kuruyor.

Ve 15 Temmuz’cular Meclisi bombalıyor.

Halkın sokaklara dökülmesinde bir ölçüde iktidarın çağrısı rol oynamış olsa da, bir ölçüde de, halkın “demokrasiye bağlılığı, kendi iradesini kurtarmak” arzusu rol oynuyor. Elbette, ilk kez görülen bir olay, camilerden halka sokağa çıkma yönünde yapılan çağrılar etkili oluyor.

Camiler ve çağrı 15 Temmuz’un en çarpıcı yönlerinden biri.

Toplamında “salkım saçak” bir darbe girişimi.

 

İstihbarat meselesi

 

Başbakan Binali Yıldırım’a dün basın toplantısında en ilginç sorulardan biri soruluyor:

“Önceden istihbarat aldınız mı?”

Yıldırım buna net yanıt vermiyor.

Bana karşılık, darbe girişiminin sabahında darbeci olduğu söylenen pek çok subay ve general göz altına alınıyor. Yıldırım “o hanilerin artık rütbesi yok” diyerek, hamasi sözlerine bir yenisi ekliyor.

İstihbarat varsa, o isimler önceden neden enterne edilmiyor, ünlü deyimle, “bertaraf” edilmiyor?

İstihbarat yoksa, o isimler akşamdan sabaha nasıl tespit ediliyor?

Ve bu gürültü içinde 2 bin 745 yargıç açığa alınıyor.

2 bin 745 yargıç darbecilerle mi beraber? Madem öyle eğilimleri var, neden şimdiye kadar görevlerine devam ediyorlar?

Onları açığa almak için neden darbe girişimi bekleniyor?

Darbeyi önlemenin mutlu heyecanı içinde, bu sorulardan vazgeçmek olmaz.

 

Vazgeçilmez değerler

 

Bu darbe umalım ki, iktidara yeni bir ufuk açsın.

Örneğin, medya özgürlüğü. Medyayı ölçüsüz biçimde kontrol altına alma çabaları sansür, gazetecilere baskıda rekor kıran iktidar sahipleri, darbeyi önlemek için medyaya sığınıyor. TV’lerden yapılan konuşmalarla halkı yönlendiriyor, darbecileri geriletiyor. Yıllardır hep söylenir ya, “günün birinde size de lazım olur” diye, işte, o gün 15 Temmuz gecesi geliyor.

Umalım ki, bugünden itibaren medyaya baskı hastalığı sona ersin. Pek sanmıyorum ya.

Örneğin, Meclis, milli iradenin gerçekleştiği mabet. Yasamayı yürütmenin emrine vermenin ne kadar yanlış olduğu ortaya çıkıyor. Darbeyi önlemekte Meclisin direnişi ayrı bir rol oynuyor. Bağımsız yasamanın önemi gözle görünür biçimde ortada.

Örneğin, muhalefetle dayanışma. Mecliste ya da Meclis dışında muhalefetin hemen hiç bir önerisini kabul etmeyen, her türlü uzlaşmayı geri çeviren AKP 15 Temmuz gecesi muhalefetle aynı yerde olmanın değerini farketmiş olmalı. Bütün muhalefet partileri darbe girişimine karşı kaya gibi ayakta direniyor. Bugünden sonra AKP o kutuplaşmadan vazgeçer ve uzlaşma yolunu seçer mi, göreceğiz.

Yıldırım söylüyor, “bir musibet bin nasihattan iyidir” diye.

Bu arada bir not olarak, dün Meclis’te parti liderleri arasında HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş yok, oysa olmalıydı. Nerede olursa olsun, böyle bir günde Mecliste bulunmayışın mazereti yok.

Bunların ötesinde...

Şimdi yapılması gereken çok önemli bir iş var.

 Darbe ortamını yaratacak, o maceralara sürüklemek isteyenleri caydıracak, barış ve demokrasinin, uzlaşma kültürünün benimsenmesi ve yaygınlaşması için çalışmak. Onun için de, kişisel hırslardan arınmak, kutuplaşmalara son vermek.

Öyle alışmışız ki, her anlamda kuralsızlıklar artık son bulsun. Darbe girişimi yeni hesaplara alet edilmesin.

Ve sokağa dökülmeleri için çağrı yapanlar, sokağa dökülenleri de kontrol etsin. İş çığrından çıkmasın.  

İyi ki, demokrasi var. Var da, bütün kurallarıyla var olsun.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bahçeli’nin baştankara çıkışına karşı: İspanya modeli

Hiçbir partiyle konuşmadan hatta, belki kendi partisinin organlarıyla bile görüşmeden, Bahçeli’nin çıkışı elbette pek çok kuşkuyu beraberinde getiriyor. Ortada devlet kurumlarının hazırladığı böyle bir plan var mı?..

Erdoğan uğruna: Bahçeli 55 yıllık birikimi sildi attı

DEM’in aklından asla geçirmediği “Apo’ya af” önerisine sırtını dönmesi imkânsız. Karşılığında anayasa değişikliğine onay vermesi, yıllardır eleştirdiği Erdoğan’a yeniden adaylık fırsatı tanıması ne ölçüde mümkün, orası da ayrı

Osman, yarın yedi yıl bitiyor!..

Duruşmalar devam ederken tahliye talepleri sürekli geri çevriliyor, ya mahkeme heyeti değişiyor ya Gezi davasına bakan yargıçlardan biri AKP milletvekili aday adayı çıkıyor ya da... Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi “hak ihlali vardır, derhal tahliye edilmelidir” kararı vermesine rağmen, hem de iki kez, o karar Anayasa’ya aykırı olarak uygulanmıyor

"
"