15 Temmuz 2022

Benim penceremden İlter Türkmen

İlter Bey'le çok daha yakından çalışmış pek çok değerli meslektaşım ve onu yakından izlemiş olan gazeteci dostlarım onun mesleki yeteneklerine ve kişisel özelliklerine haklı övgülerde bulundular. Aynı düşünceleri paylaşırken, benim en önemli gördüğüm hasletinin, Bakanlıkta çok rastlanan "hamaset"ten uzak durup, diplomaside akılcılığı ve makulü üstün tutması olmuştur

60'lı yılların ortasında Dışişleri Bakanlığı'na girdiğimde kendi sınıf arkadaşlarım dahil genç diplomatlarla orta ve üst düzeyde pek çok meslek memuru adeta Galatasaray-Fenerbahçe taraftarları gibi iki kampa ayrılmışlardı. Bir tarafta Kamuran Gürün diğer tarafta ise İlter Türkmen hayranları oluşmuştu. Genellikle yolları İktisat Dairelerinden geçenler Kamuran Gürün, siyasi dairelerde çalışanlar ise İlter Türkmen sempatizanı olarak ortaya çıkıyordu. Bu hayranlık kimi zaman fanatik bir taraftarlığa da dönüşebiliyordu.

Benim yerim ise belliydi. Daha Bakanlığın yazılıdan sonraki sözlü sınavlarında verdiğim cevaplara olumlu baktığını hissettiğim ama kim olduğunu bilmediğim bir kişi kısa bir süre sonra amirim olacaktı. Bu kişi Kamuran Gürün'den başkası değildi. Benim askerliğim kendisinin de Bükreş'e Büyükelçi olarak atanması nedeniyle ancak bir yıl süren bu çalışma süresi içinde çok şey öğrendiğim Kamuran Gürün'e gerçekten hayran olmamak mümkün değildi.

İlter Türkmen ile esas tanışmam Dışişleri Bakanı olduğu döneme rastlar. Bakan olarak NATO toplantıları için geldiği Brüksel'de bir iki kez NATO Daimi Temsilciliğimizin ofisinde kendisini selamlamış ve koridorlarda tesadüfen karşılaşmıştım. O yıllarda Dışişleri Bakanlığından izinli olarak NATO Uluslararası Sekretaryasının Siyasi İşler Bölümünde görevliydim.

1982 yılının Ağustos ayında NATO'daki görevimi tamamlayarak Ankara'ya döndüm. Dönerken Bakanlıktaki arkadaşlarıma artık NATO işleri ile değil mümkünse merkezde hep çalıştığım iktisat dairelerinin birinde görev verilirse memnun olacağımı söylemiştim. Bu isteğimin iletildiği Genel Sekreter Ekonomik İşler Yardımcısı Büyükelçi Oktay İşcen'in çok memnun olduğunu ve gereğini yaptığını sonradan öğrenecektim.

Sanırım Ağustos'un son günleriydi ve ev eşyalarımız kamyonla Brüksel'den gelecekti. Nitekim şöför ansızın kamyonu ile kapımıza dayandı. Ben dördüncü kattaki dairemizden eşyaları taşıyanlarla birlikte kan ter içinde inip çıkarken, binamızın hemen karşısındaki bakkalın çırağı koşturarak geldi. Beni telefonla aradıklarını söyledi. Çok şaşırdım ve doğrusu korktum. Herhalde kötü bir haber var diye düşündüm. Açık olan telefonu elime aldığımda karşımdaki ses ben Oktay İşcen deyince hayretim daha da arttı. Beni nasıl bulmuşlardı, mutlaka bir terslik vardı.

Oktay Bey acilen Bakanlığa gelmemi istedi. Kendisine durumumu anlatmaya çalıştım. Üzerimde bir kot pantolon, eşya taşımaktan tozlanmış bir t-shirt ve ayağımda lastik bir pabuç vardı. Üstelik traş bile olmamıştım. Oktay bey ısrar etti, işin acil olduğunu söyledi. Bir taksi bulup Bakanlığın kapısına kadar gittim. Bu kılıkla beni nasıl içeri alırlar diye düşünürken, kapıdaki görevli beni tanıdı. Kendisine durumu anlatmaya kalmadan "Haberim var hemen yukarı çıkın" dedi.

Oktay Bey'in odasına girdiğimde bana şöyle bir baktı ve "Hiç abartmamışsın" dedi. Hemen konuya girdi. Sayın Bakan (aslında yakın arkadaşı İlter Türkmen) İstanbul'da iki gün sonra düzenlenecek uluslararası bir toplantıda konuşma yapacak. Konu iktisadi olacağı için konuşma taslağını biz yazdık ve ben kendisine sundum. Bakan, metne şöyle bir baktı ve kağıtları buruşturup masaya bıraktı. Senden ricam derhal bu metni düzeltip yarın sabah 11.00'e kadar bana getirmen. Bakan kimsenin gözyaşına bakmaz, bütün dairenin itibarı söz konusu. Anlaşılan yakın arkadaşı olan Bakan İlter Türkmen'in bu tutumu Oktay Bey'i çok üzmüş ve telaşlandırmıştı. Oktay Bey'in elindeki buruşuk kağıtları alıp evin yolunu tuttum. Kamyon gitmiş, karton kutular salonun içinde istif istif duruyordu.

Eşim ise heyecan ve büyük bir merakla beni bekliyordu. Kendisine kısaca durumu izah ettim. Onun notlarına bakarak içinde daktilonun bulunduğu kutuyu açtık. İki karton kutuyu üst üste koyarak yazı masası ve oturma yeri yaptık. İlk yaptığım elime tutuşturulan konuşma taslağını dikkatle okumak oldu. İlter Bey'in niçin beğenmediğini anlamam güç olmadı. Her bir cümle uzun bir paragraf şeklindeydi. Metin çok ağdalı ve belki de sözlük gerektiren bir İngilizce ile yazılmıştı. Konuşmadan çok ayrıntılara giren bilgi notuna benziyordu. Bunu düzeltmek yerine yepyeni bir konuşma taslağı hazırladım ve ertesi sabah Dışişleri Bakanlığına giderek Oktay Bey'e teslim ettim. NATO'daki yıllarımda konuşma metni yazma hususunda epey deneyim kazanmış olduğum için bir zorluk çekmedim.

Birkaç günlük bir tatilden sonra bana verilen İkili Ekonomik İlişkilerde Daire Başkanı sıfatıyla göreve başladım. Orta Doğu, Afrika, Asya ve Latin Amerika ülkeleri ile ikili ekonomik ilişkilerden sorumluydum.

Bakanlıkta işe başladıktan bir süre sonra koridorda tesadüfen Dışişleri Bakanımız İlter Bey'e rastladım. Beni görünce durdurdu ve "Teşekkür ederim" dedi. Önce şaşırdım ama sonra bunun konuşma taslağı için olduğunu anladım. Herhalde Oktay Bey bu yeni taslağın benim tarafımdan kaleme alındığını Bakan'a söylemek nezaketinde bulunmuştu.

Kasım 1983 genel seçimlerine az zaman kalmıştı. Bu arada İlter Bey bazı yurt dışı ziyaretleri yapıyordu. O dönemde öyle kalabalık heyetlerle ziyaretler yapılmazdı. Bakan yanına genellikle ilgili siyasi daireden bir, iktisat dairesinden bir kişi alır, özel kalem müdürü ve bir koruma görevlisi ile en fazla 5 kişiden oluşan bir heyet oluşturulurdu. İlter Bey'in Mısır'a yaptığı ziyarete İktisat Dairesinden ben de katılmıştım.

1983 yılı yaz aylarında yurtdışı ve merkez tayinlerini içeren kararname hazırlıkları yapılıyordu. Benim durumum biraz karışıktı. Altı yıl Bakanlıktan ayrı kaldığım için kendi promosyon arkadaşlarımla bağım kopmuştu. Personel Dairesinden bir arkadaşımdan sonradan öğrendiğime göre, İlter Bey, Kararname taslağı önüne getirildiğinde benim durumumu sormuş. Kendisine kıdem durumum anlatılarak bir yıl daha Daire Başkanı olarak kalmam gerektiği söylenmiş. Genel Müdür Yardımcılığının dış görevlerden dönenlere verildiği anlatılmış. Bu açıklamalar İlter beyi tatmin etmemiş, performans kriterini hiç dikkate almamışsınız diyerek benim de Genel Müdür Yardımcısı olarak atanmamın uygun olacağı talimatını vermiş.

İlter Bey'in bu kararı benim meslek hayatımda bir kırılma noktası olacaktır. Bu şekilde nispeten erken yaşta meslekte yükselmenin kapısı açılmıştı. Nitekim Kasım 1983 seçimlerini kazanan ve henüz Başbakanlık koltuğuna oturmamış olan rahmetli Turgut Özal'ın, Orta Doğu ülkeleri ile ekonomik ilişkilerimiz hakkında bilgi almak için beni İstanbul Yeniköy'deki evine çağırması meslek hayatımdaki ikinci kırılmanın da başlangıcını oluşturacaktır.

İlter Bey'le çok daha yakından çalışmış pek çok değerli meslektaşım ve onu yakından izlemiş olan gazeteci dostlarım onun mesleki yeteneklerine ve kişisel özelliklerine haklı övgülerde bulundular. Aynı düşünceleri paylaşırken, benim en önemli gördüğüm hasletinin, Bakanlıkta çok rastlanan "hamaset"ten uzak durup, diplomaside akılcılığı ve makulü üstün tutması olmuştur. Ayrıca, soğuk ve mesafeli görünen ikili ilişkilerinde ince bir mizah duygusunu hep saklı tutması çok dikkatimi çekmiştir. Anlattıkları konunun özüne giremeden dolambaçlı ifadelerle yetinenlerin İlter Bey'in tahammül sınırlarını zorladıklarına da şahit oldum.

Askeri bir rejimin Dışişleri Bakanı olmak ve buna rağmen Türkiyeyi başta Avrupa Konseyi olmak üzere Batı kurumlarının içinde tutabilmek kolay başarılabilecek bir iş değildir.

Yakın zamanlara kadar tüm uluslararası gözlemcilerce dünyanın en önemli diplomasi okulları arasında gösterilmiş olan Türkiye Dışişleri Bakanlığı, uğradığı erozyonla kimliğini büyük ölçüde yitirirken, İlter Türkmen'in vefatı ile yetiştirmiş olduğu büyük yıldızlarından birini daha kaybetmiş olmaktadır.

Yazarın Diğer Yazıları

Haniye suikastının hatırlattığı bir Sadabad ziyareti: “Sayın Özal, savaş açacaktık ama sizi uyandıramadık”

Beni görünce şaşırdı, “Hayrola, ne var?” dedi. “Irak’a savaş açacaktık ama sizi uyandıramadık” dedim. “Ne savaşı?” diye sordu. Gece olanları anlattım. “Yahu ben bir şey duymadım, iyi uyumuşum. Kimin aklına geldi savaş açmak?” diye sordu

İran değişir mi?

İran’a yönelik ekonomik yaptırımların kaldırılması veya en azından hafifletilmesi, nükleer müzakerelerde ilerleme sağlanması Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan’ı güçlendirecek ve muhtemelen yeni Devrim Rehberi seçiminde kilit bir rol oynamasını sağlayacaktır

Sovyetler Birliği ve Rusya

Sovyetler Birliği’nin çöküşüne yol açan ana neden ekonomiydi. Sovyetler Birliği artık kaldıramayacağı bir askeri harcama külfetine girmişti

"
"