13 Haziran 2023

Hayatı bir sanat eseri gibi yaşamak, Hale Asaf ve "Kadın Yüzler Festivali"

Asmalı Sahne'nin kurucularından sevgili Muharrem Uğurlu ve Petek Kırboğa'nın tiyatro dünyamıza kazandırdığı "Kadın Yüzler Festivali" yüz yıllık Cumhuriyet tarihimiz içinde, hayatları hakkında az şey bilinen kadınları "Alkışlar Hiç Susmasın" sloganıyla sahneye taşıyor

Hayatta varlığı ödül olan dostlarımızın olması çok kıymetli bir şey; perdesiz, sorgusuz, sualsiz her şeyi konuşabildiğimiz insanlar. Onların varlığı zihnimizi açar, efkârımızı dağıtır; yorulunca soluklanmak için durak olur. Bu dostlarımdan birisiyle geçenlerde konuşurken bana bir fıkra anlattı, sohbetimizin konusu öyle ağırdı ki bir anda hava hafifledi.

Anne karnında doğmayı bekleyen üçüzler kendi aralarında konuşurlar. Onların tüm dünyası ana rahmidir elbette, zamanın uzunluğu da kendine göre olmalı. Derken doğum başlar ve aralarından bir tanesi o dünyadan ayrılır. Kalan ikisi beklerken konuşmaya devam ederler: "Acaba bu hayattan sonra başka bir hayat var mı?" diye sorar biri. Diğeri önce bir iç geçirir, sonra da "Bilmem ki, baksana giden dönmüyor" der.

Tahmin edileceği üzere varoluş üzerine bir sohbetin bütün ciddiyetini dağıttı bu sözler. Hayatımızı tamamladıktan sonra bize ne olacağına dair hem çok soru hem de bu sorulara cevabı olan birçok düşünce ve inanç biçimi var. Akledebilen bir varlık olarak insanın kendiyle ilgili bu sorusunun cevabı da doğal olarak kendi tasarrufundadır, ne de olsa "giden dönmüyor". Emin olmadığımız bu cevaplar karşısında elimizde var olan şey ise aldığımız her nefesini hissedebildiğimiz ömrümüz. O zaman onu bir sanat eseri gibi inşa etmek ve tamamlamak da en akıllı varlık olduğu iddiasıyla yeryüzünde salınan insanın boynunun borcu olmalı. 

Öznenin kendisine dair bir bilinçten söz edeceksek, konunun Foucault'ya ve onun arkeolojik okuma ve düşünmeleri sonucu gün yüzüne çıkmış Antik Yunan felsefesine dair bazı tanımlara değinmemek imkansız gibi. Bunlardan birisiyle, "techne tou biou" ile, henüz öğrencisiyken Modernite dersinde beni tanıştıran sevgili Besim Dellaloğlu'nu anmadan geçemeyeceğim. Kavramın ve dersin kendi hayatıma bakışımı değiştirmesinde önemli bir yeri vardır. Aynı durum şimdi dostum olan Besim için de, ufuk açıcı yazıları ve kitapları için de geçerli.

Nedir bu techne tou biou? Fonetik olarak bir tekerlemeyi çağrıştıran bu kavram, Foucault'nun düşünsel birer kazı olan kitaplarından Cinselliğin Tarihi'nde yer alıyordu yanılmıyorsam. Antik Yunan'da kişilerin kendilerini nasıl estetik bir özne olarak inşa ettiklerine dair örnekler verirken kullanır bu terimi Foucault, kendi hayatını bir sanat eseri gibi tasarlamak anlamında. İngilizce diline çevirisinde "the craft of life" yani yaşam sanatı olarak karşımıza çıkar. Kavram bir süreci, yani tüm hayatımızı kapsayan bir eylemdir. Kendimize özen göstermeyi, kendimizle ilgilenmeyi gerektiren bu eylemi gerçekleştirirken insanın kendine ve çevresine dair bir sorgulamadan geçmemesi düşünülemez. Bu sorgulamalarla inşa ettiğimiz kendimiz de özgün ve özgür oluruz ancak bunun hayatta olmaya devam ettiğimiz sürece gerekliliğini de akılda tutmak lazım. Bir şey olduğumuz ve o olduğumuz şey olarak kaldığımız tek an öldüğümüz an bana göre… dilimizin, noktaların yerini değiştirerek sunduğu bu simgesel oyunu çok seviyorum: "oldum", (çünkü artık) "öldüm". Zaten Foucault'ya göre de özne sabit bir gerçeklik değildir, aksine konuşma, eyleme, düşünme sürecinde ortaya çıkan tarihi, kültürel ve dilsel bir inşadır veya kurgudur. 

Bu kurgunun ele alınışına yani kendi hayatını sanat eseri gibi inşa etmek konusuna geri dönersek, tarihsel süreçte örneklerin çoklukla erkekler dünyasından çıktığını görürüz; daha doğrusu erkek öznelerin hayatının gözümüzün önüne konduğunu. Bu bakımdan kadın öznelerin hayatına dair yapılan kazı çalışmalarının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu bağlamda, Asmalı Sahne'nin kurucularından sevgili Muharrem Uğurlu ve Petek Kırboğa'nın tiyatro dünyamıza kazandırdığı "Kadın Yüzler Festivali" yüz yıllık Cumhuriyet tarihimiz içinde, hayatları hakkında az şey bilinen kadınları "Alkışlar Hiç Susmasın" sloganıyla sahneye taşıyor. İlk kadın ressamlarımızdan Hale Asaf'ın hayatının anlatıldığı oyunla açılışı yapılan festival hâlâ devam ediyor, mutlaka izlemek isteyeceğiniz oyunlar olacaktır. Takip etmenizi tavsiye ederim. Bir güzel haber de bu festivalin her yıl 5-17 Haziran tarihlerinde gerçekleşecek olması çünkü artık tiyatro yapmak, hele sürdürülebilir bir festival ortaya koyabilmek birçok bakımdan çok zor bir iş. Bu zorlu mücadeleyi devam ettiren tüm tiyatrolar kendi hayatımızı bir sanat eseri gibi inşa etmek için yapılan sorgulamanın önemli bir veçhesini oluşturuyor. Bizlere bu festivali kazandıran Asmalı Sahne'yi kutluyorum, harika bir iş çıkarıyorlar.

Yazarlara açık çağrı ile kadın hikâyeleri temalı oyunların seçildiği festivalin açılış oyunu "Yalnız Bir Ruh - Hale Asaf"ın yazarı Petek Kırboğa, yöneten Muharrem Uğurlu. Kısacık hayatını, tüm sağlık sorunlarına rağmen, resimlerindeki özgünlüğü ortaya çıkaracak bir dirençle yaşayan; ailesinin ve ülkesinin şartlarını kendi döngüsü içinde sorgulayan ve çıkış yolu olarak resim yapmayı seçen gencecik bir kadının öyküsünü izledik. Hale Asaf'ın yaşadığı dönem göz önüne alındığında, kendisini seçme ve inşa etme hikayesi kavrayış bakımından Joyce'un Dedalus'unu hatırlatmıyor değil. Zaten biyografik hikâyesi sahneye taşınan Asaf da Joyce'un adını verdiği kitabın bizim cinsiyetimizdeki temsili gibi: Sanatçının Bir Genç Kadın Olarak Portresi. Zayıf yaradılışlı Dedalus kendini bulma sürecinde kilise ile geçici bir ilişkilenme yaşarken Hale Asaf'ın hayatında bu süreç, İsmail Hakkı Oygar ile evli olduğu yıllarda Bursa Kız Öğretmen Okulu'na resim öğretmeni olarak atanmasıyla benzerlik taşır. Sonrasında ne evliliği ne de Türkiye'deki öğretmenliği devam eder. 1931 yılında Paris'e giden Asaf, burada İtalyan yazar Antonio Aniante ile tanışır. Birbirlerine aşık olan iki genç, maddi ve politik sebeplerden dolayı sıkıntılı olan hayatlarını Hale Asaf'ın sağlık sorunlarıyla baş etmeye çalışarak geçirirler, ta ki Hale Asaf'ın 33 yaşında, hayata gözlerini kapattığı 1938 yılına kadar. Bu hüzünlü hikâyenin sahneye taşınmasında iki genç sanatçı Ceren Gül Şahin ve Osman Ataseven'in performansları dikkat çekiciydi.

Bu arada geçen yıl yönettiği ve oynadığı "Quasimodo - Notre Dame'ın Kamburu" oyunuyla bu yıl ödül alan sevgili Muharrem'in, oyun sahneye koyarken dünya zamanıyla eğlendiğini, şimdi, geçmiş ve gelecek üzerine seyirciyi düşündürmeyi sevdiğini de söylemeden geçemeyeceğim, bu oyunda da hissettiriyor. 

Kadının kamusal alanda varlığının son derece üzücü tartışmalar ekseninde ve maalesef erkekler tarafından yürütüldüğü günümüz Türkiye'sinde, kendi hayatını inşa etme gücünü ve cesaretini bulmuş kadınların hayatlarına ve hikayelerine tanıklık etmek biraz olsun nefes aldırıyor, yoldaşlık duygusu uyandırıyor. Sanıldığının aksine bu erkek egemen dünyanın içerisinde bu duyguyu yaşatacak kadın sayısı az değildir, yalnızca görünürlüğü sayıları kadar değil... o yüzden ilham olacak, cesaret verecek kadınları okumaya, sahnede izlemeye, sözlerini duymaya, dinlemeye, söyledikleriyle kendimizi her gün yeniden, yeniden kurmaya devam diyorum.

Vildan Güleç kimdir?

Sosyal girişimci, yapımcı, yazar, dilsel gelişim oyunları tasarımcısı, iki genç annesi. Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nü bitirdikten sonra Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Yüksek Lisans Programı'nda eğitim aldı. 2017-2021 yılları arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü Danışma Kurulu üyeliği görevini yürüttü. 2022 yılı itibarıyla Tiyatro Kooperatifi Yönetim Kurulu üyesi.

Yeni Asır Gazetesi Gençlik Tiyatrosu kurucu oyuncularından biri olarak amatör ruhla sahnede başlayan tiyatro deneyimini, oyun yazarı kimliğiyle birleştirerek 2017 yılında Wise Akademi'yi kurdu. Çift dilli, yani aynı anda hem ebeveyne hem de çocuğa hitap eden ve psikoloji literatüründen kuramlar üzerinde yükselen ilk "Ebeveyn-Çocuk Tiyatrosu" oyunlarını yazdı.

Okul, aile, çocuk üçgeninde, sanatın iyileştirici gücünü kullanarak psiko-sosyal eğitim verme amacıyla bağımsız Akademik Danışma Kurulu onaylı tiyatro oyunları ve oyun sonrası uzman psikologlar yürütücülüğünde tamamlayıcı atölyeler geliştirdi.

Aktif olarak Wise Akademi bünyesinde ebeveyn-çocuk tiyatro oyunları sahnelemekte, ebeveyn-çocuk tiyatro oyunları, ebeveyn-çocuk hikâye kitapları yazmakta, eğitimler ve atölyeler vermektedir.

Boğaziçi Üniversitesi'nce gerçekleştirilen "Çocuklar İçin Felsefe (P4C) Eğitmeni" uzmanlık programını tamamlayan Güleç, halen psikoloji yüksek lisans eğitimine devam etmekte ve çocukların dilsel gelişimine yönelik çalışmalar yapmakta ve bu alanı destekleyici kutu oyunları tasarlamaktadır.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Kahramanmaraşlı Nuray, Virginia Woolf ve kendine ait bir mutfakta "Bir Tatlı Kaşığı Çamur"

Ritmi oldukça yüksek bu oyun, toplumun normları ile şekillenmiş kadın hayatının yılları içinde, bir sarkaçtaymışcasına sallıyor seyirciyi…  

Kırık bir kanatla uçmaya devam etmek...

Depremle birlikte ilan edilen yedi günlük yas bir süreliğine hayatımızı durdurdu. Ancak kalanları dert edinenler olarak, kanadının biri kırık da olsa uçmak zorunda olan kuşlar gibi, hayatımıza devam ediyoruz. Acıyan yüreğimize rağmen gündelik hayatın içindeki rollerimizin gereklerini sürdürüyoruz

Sıra diğer iki maymuna da gelmedi mi; duymak, dinlemek, anlamak üzerine…

 Sanki birey olarak da toplum olarak da en büyük ihtiyaçlarımızdan biri dinlemek, dinlenilmek… Bu yazıyla biraz kavramın kendisine yönelik bir kazı çalışmasına girişeceğim

"
"