19 Kasım 2024

N’olur yine mahvetme bizi!

Sen kimsin, ha kimsin! Haddini bil ABD Başkanı! Kendine gel ey Trump! “Mahvetmek”se biz yaparız, biz herkesten önce mahvederiz

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve ABD Başkanı Donald Trump

2019’du. Washington’du. Başkan yine Trump’tı. Konu Suriye ve Türkiye’nin “Kürtlere müdahelesi”ydi. Trump dedi ki… Ki yine der, biliyorsunuz:

“Türkiye sınırı aşan bir hamlede bulunursa, ülke ekonomisini tamamen mahvederim. Daha önce yaptığım gibi.”

“Daha önce” dediği bir yıl kadar önceydi. Yaptı hakikaten! “Milli Başkan” atmış tutmuş yutmuş, sonunda “Rahip”e uçak bileti alıp arkasından el sallamak zorunda kalmışlardı ya, işte o “yapış.” Trump başkan olduğunda 3,5 olan dolar 7’ye, 3,7 TL olan euro 8’e fırlayıverdi.

Koskoca ABD’nin yeniden seçilen başkanına geçmiş olsun! “Mahvetmek”te kimse “yerli ve milli mahvediciler”le yarışamaz. O doları 7’ye fırlatmayı “mahvetmek” zannededursun, burada dolar 34 TL canım! O da bastıra bastıra, ıkına sıkına orada duruyor. Azıcık dokunsan, şarlayacak!

Trump’ın iki başkanlık dönemi arasında, “baş ekonomist” ve Nebatiler, margarinler filan sayesinde, burada bir çuval incir, “mahvetmek” ne kelime, şey edildi. Halkın ocağına dikildi o incir!  Sadece incir değil, iğneden ipliğe, halkın etinden budundan iliğe. O bizi hâlâ dolar 7 TL paritesinde zannediyor olmalı! Biz onu çoktan aştık “my dear!” Senin “mahvetmen”den sonraya göre dolar 5 kat, mahvetmenden önceye göre ise 10 kat TL ile doldu. Halkın sofrası, umudu, çocuklarının geleceği boşaldı durdu.

O yüzden büyük laf etme. Mahvetme işinde senden iyisi, bu işin ehilleri, ustaları, reisleri burada çok şükür.

Ah keşke sadece dolar olsaydı, dolar dolsaydı. Biz o arada (İSİG Meclisi raporlarına göre) 13 bin 565 işçinin işyerlerinde, ekmek peşinde “iş kazaları” denen cinayet ve katliamlarında ölüşünü, öldürülüşünü izledik. Bunların kimi müsebbibi torun oldu plazalar dikti, kimi baraj oldu, dozer, kepçe oldu insanları, ormanları katletti, kimi kıyılara çöktü, kimi iktidarın sürmesi için oyunu, suyunu, huyunu, donunu bağışladı.

Biz o arada, yeni doğmuş Narin’in “ailecek, mahallecek, köycek” katledilmesini gördük. Kanlar içinde yığılmış genç kadınları saymaya çalıştık. İşsizlikten, umutsuzluktan, mobbingden raylara atlayan, yurtlarda kısacık ömrünü boşluğa fırlatan gençler, öğretmenler, bankacılar tanıdık. Kimi sadece kendisini ortadan kaldıran, kimi çoluk çocuk ailesini katledip intihar eden cinnet babalara baktık kaldık. Biz o arada “imar affı” ve kayırmacı betonlaşmanın üzerlerine çöktüğü 50 binden fazla insanın cenazesini kaldırdık, kiminin DNA’sını bile kazıyamadık enkazlardan. Grevdeki işçilerin çadırları önüne patronun tezek yığdığı kokmuş, çürümüş bir mahvoluş içinde kaldık. Direnmek isteyen, hak isteyen coplandı, toplandı, “kindar yargı” kararlarıyla hapsedilenleri uğurladık. Demokrasinin kayyımlarla mahvedilişini, iktidar kankası çetecilerin hastanelerinde bebeklerin yok edilişini yaşadık.

Sen kimsin, ha kimsin! Haddini bil ABD Başkanı! Kendine gel ey Trump! “Mahvetmek”se biz yaparız, biz herkesten önce mahvederiz. Dinle, inançla, milliyetle sıvar sıvar da bir çuval inciri bile; “çürükleri, sürtükleri” mahveder, çocukları daha küçücükken dere yataklarında, yangın evlerde, atölyelerde, tarlalarda, baraj göllerinde, hatta hastanelerde çürütür, tüketiriz!

“Türk Silahlı Kuvvetlerinin itibarını zedelemek” suçlamasıyla, okul birincisi teğmen kadın “bir yemin yüzünden” her türlü nefret kusularak kazınır; başında olduğu Genelkurmay’ı koruyamayan, direnmeden “paşa paşa” teslim olan, “derdest” edilip sonra “mal gibi” iade edilenler, darbecileri yanlarında konuşlandıranlar Genelkurmay başkanı, bakan olur. Kendileri önceki darbelerde de “görevli” olduğu darbe karşıtı bile olur! Kimin mahvedileceğini bizden iyi mi bilirsin Ey “Prezidant.” İşid’in peşindeyken “esir düşen” astsubay “aynı suçlamayla” ordudan atılır da “darbeciler”i kendi imzalarıyla, şuralarıyla Genelkurmay’ın içine, ordunun her kademesine, Emniyet’in, yargının, bürokrasinin tepesine koyanlar hep haklı, hep itibarlı kalır.

Neyimizi mahvedebilirsin ki artık. Daha ne kadar? Sen yokken biz çok mahvolduk, çoktan mahvolduk! Hey Donald Amca, başka kapıya! Yine 7 liradan dolar bozdurmak istersen, o başka.

Umur Talu kimdir?

Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu.

Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.

Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.

Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.

İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.

Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.

Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı ÖdülüÇağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.

Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığını yaptı.

Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet), Dipsiz Medya (İletişim), Bedelli Gazetecilik (Everest) , Senin Adın Corona Olsun (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı. 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Hayırlısıyla yeni yıla girecek dünya, böyle bir gezegen işte!

Aslında felaketler adres sorabiliyor ama adilikler, adaletsizlikler, umursamazlıklar, açgözlülükler, emperyalist veya muktedir kibri, beton- imar affı fetişizmi; 50 bin can alan depremimizde olduğu gibi, binlerce insanı silip gömüyordu!

Varoluşun ve unutuşun, unutuluşun tefekkürü!

“Nostalji” esasen düne değil, galiba bugüne dair. Geçmiş bugünde ne kadarcık kaldıysa. Bazen, hatırınıza geldiğinde, çoktan hatıra olmuştur bile!

Nedense… Çok sıkıntılı!

Geçim şartlarını, düğün şartnamelerini, iş ve işsizlik felaketini, ücret ve maaş sefaletini, kira faciasını biliyorsunuz. Sizin aklınıza geliyor. Ama kiminin aklına gelmiyor bile “nedense.” Sorumluluk “beğenmemek” oluyor; sorumlu da gençler

"
"