Arşive gerek var mı? Arşiv karıştırmak yerine çöp karıştıralım. Yenilerde attığımız çöpler. Daha yeni, iki “büyük” ilde “küçücük” ölümler!
Baba cezaevinde, anne ekmek toplayabilmek için çöp toplamaya gitti; yaşları birden beşe, rakamla 5 çocuk çöp evde yandı, boğuldu, külleri çöplere savruldu.
Daha yeni. 6 yaşındaki kız çöp konteynerinden “toplamaya” uğraşırken, çöp toplayan “katili” yanına yaklaştı. Ancak mezarlıkta bulabildik küçüğü.
Evlerinden “eleştiri, itiraz, söz, muhaliflik, fikir, ifade” olarak insanları toplayıp içeri atan devletin ülkesinin milletinin bir kısım çocuğu da böyle. “Çöp toplamalar”da çöpten değersiz yok oluyorlar. Dereye atılan Narin'ler, dereye düşürülüp boğulan çocuk işçiler, atölyede tarlalarda uçup gidenler, cinnet geçiren babaların öldürdükleri, devlet mermisiyle, zırhlısıyla, “terör saldırısıyla” can verenler, deprem enkazında DNA’sı bile bulunmayanlar, “can vermesi gereken” hastanelerde bebek bebek ölüme sürüklenenler, yüzlerce yüzlerce kayıp çocuk ayrı!
Bunlar “çöp çocuklar.” Pazar artığı toplarken ezilip ölenler, arazide çöp toplarken üzerine kamyondan tonlarca narenciye boşaltılınca boğulanlar, engelli olmasına rağmen çöpten ekmek çıkarmak için çabalarken dövülenler, öldürülüp çöpe atılanlar, çöp insanlardan resimler yapabilecekken çöp çocukluklarıyla hayatımızdan attıklarımız, tutamadıklarımız, çizip buruşturduklarımız.
“Çocuk bayramı” ülkesi işte! Çocuk ölümleriyle kutlanan. “İşçi bayramı”nın her yıl 2 bin işçinin ölümüyle, “Kadınlar Günü”nün yüzlerce kadının katledilmesiyle, “Gençlik Bayramı”nın ölüme, intihara, bunalıma sürüklenen gençlerle kutlanması gibi!
Şirin’i çoktan kaybedip bir mezarlığa atıldığında ancak tanıştığımızda, 6 yaşını bulmuş ve o gün hepsini yitirmişti. Vahşi bir katili var elbette. Biz değiliz! Öyle insanlar değiliz! Devleti yönetenler de değildir! Lakin kendilerini eleştiriden bile korumak için ülkede özgürlük ve hakları mengeneye alanların, sokaktan, evlerden “vatandaş toplayanlar”ın; çocukları, kadınları koruyabilmek hususunda hususi bir husumetleri var sanki. Çocuklara dini telkin, kadınlara evde oturma ve itaat tavsiyesi, kendilerine dünyalık, ötekilere öteki dünya!
Yoksulluğun “çöp çocukları” çöpe çevirdiği, çöpe attığı, çöp kadar değersizleştirdiği ülkede, yangında ölen çocuklar için, “her şeyin sebebi para değil” diyen iktidar milletvekilinin soyadının “Zengin” olması elbette sadece tesadüf! Ama bazen trajediler de tesadüfleri sever!
Peki “çöp” çocukların isimleri onları neden “ismiyle müsemma” yapamıyor? İzmir Selçuk yangınında ölen 2 yaşındaki Masal mesela. Bir masal okuyamadan mesela. 3 yaşındaki Aslan mesela. Bir çocuk gibi hak ettiği beslenmelere bile kavuşamadan. 4 yaşındaki Peri mesela. Alevler içinde külleri göğe savrulurken. 5 yaşındaki Nefis mesela. 5 yaşındaki Nefis! Feriköy Mezarlığı'nın “çöp çocuğu” Şirin Elmas mesela. Hem elmas, hem şirin; 6 yaşında katledilirken. İsimler, maşallahlar, inşallahlar dünyasının yalanları bir de böyle!
Öğretim dışında kalmış yüzbinlerce çocuk. Aile yanında temel ihtiyaçlarının karşılanmasından uzakta on binlerce çocuk. Çöplerimize karışmış onlarca çocuk!
“Geleceğimiz emanet” palavralarının karanlık yüzünde “emanet” çocukluklarına bile ihanet edilmiş çocukların atıldığı çürümüşlük, tükenmişlik, kirlenmişlik çöplüğüne “cennet” diyoruz ya… Diyoruz ama nasıl diyebiliyoruz acaba! Unutarak, avunarak, yangın yeri sıcakken umursayıp hızlıca derin derin umursamayarak beceriyor olmalıyız. Çünkü bir de kendi hayatımız var ya! O da kolay değil genellikle, tabii ki. Yüreklerin isyanını da çürütmek ve öldürmek için az şey yapılmadı memlekette.
40 yıl olmuş basılalı: Nasıl başlıyordu Latife Tekin’in “Berci Kristin Çöp Masalları” Şöyle: “Bir kış gecesinde, gündüzleri kocaman tenekelerin şehrin çöpünü getirip boşalttıkları bir tepenin üstüne, çöp yığınlarından az uzağa, fener ışığında, sekiz kondu kuruldu. Sabah konduların üstüne yılın ilk karı düştü.”
Yılın ilk karı düştü düşmedi Şirin Elmas’ın 6 yaşı üstüne. Feriköy Mezarlığı'ndan Şanlıurfa Asri Mezarlığı'na, yılın ilk karları düştü “cennet” çöplüğümüzün, çöplük cennetimizin üstüne. Bir de gelinlik konmuş tabutun üstüne. Narin’in tabutu gibi. Bu çocukların tek geleceği oymuş gibi; her yaşında bir erkek şiddetinde canlı cansız boğulana kadar!
Umur Talu kimdir?
Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu.
Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.
Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.
Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.
İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.
Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.
Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.
Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığını yaptı.
Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet), Dipsiz Medya (İletişim), Bedelli Gazetecilik (Everest) , Senin Adın Corona Olsun (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı.
|