25 Mart 2023

Aklınıza yazın, kalbinize yazın… İşte tam oraya yazın!

Mesele sadece ölümün ağıtını değil, hayatın kağıdını dürüstçe, vicdanla, hakkaniyetle yazıp okuyabilmekte! Yok olan kadar, var olanı görebilmekte!

Bu "kötülük, fesat, kin, kir, kibir" iktidarı artık sona erip memlekette biraz "iyilik havası ve hafızası" yeşerirse…

Bir dileğim de şu olur:

Onların isimlerini tam oraya yazın; yazın ki, yaşayanlar akıllarından, kalplerinden çıkarmasınlar. Hiç akıllarında, kalplerinde yoksa da, lütfen biraz içeri alsınlar.

Son büyük depremin kurbanları, kimi öylesine kimi sahici de olsa, birer mezar taşında, hele hele enkaz ve hafriyat tozunda telaşında kalmasın mesela.

Mahalle mahalle isimleri yazılsın, yazılsın ki, bir şehrin sadece yaşayanlara ait olmadığı, sonsuzluğa gidenlerin şehri olduğu da unutulmasın.

Antakya'da nasıl "Geç Roma, Erken Bizans dönemi" kalıntıları vardır, işte "Geç AKP dönemi" demesek de adı kalıcılaşmasın diye, "Genç Hayatlar"dan bir enkaz şehir de boylu boyunca yatmaktadır.

"Tam oraya yazın" arzum depremle sınırlı değil elbette.

Misal Ceylanpınar Çiftliği. "Tam oraya" yazın ki…

Devlet Üretme Çiftliği'nde koyun sağan çocuklar süt kokmak üzereyken yine…

Fatma, Hacer, Fida, Halise, Hatun, Zehra, Naile ve Emine…

Kamyonetten dağıtılmıştı dereye.

Adres: Çırpı Deresi, Fırat, Şanlıurfa, Türkiye!

Çoğu 12-13 yaşlarındaydı. Kısacık hayatları "Devletin Çiftliği"ne kurban oldu.

Hâlâ yazılmadıysa, bir zamanlar Yaşar Kemal'in efsane röportajlarına konu olmuş o çiftliğe onların melek adlarını yazın.

Misal Esenyurt'taki şıkıdım AVM. "Tam oraya" yazın ki…

Bu alışveriş makinesinin çarkları dönsün diye, 11 işçi naylon şantiye çadırında kül olmuştu.

Tek tek isimlerini yazın. Doğu'daki depremden kurtulup ekmek için o şantiyeye giren, o naylonda ölüme hapsedilen işçiyi de hatırlayalım.

Tabii ki Soma, Ermenek, Karadon ve diğerlerinde yok edilenler.

Ama Bursa'daki atölyeye, kaytarmasınlar diye kilitlenip yangında öldürülen kadın işçilerin adlarını da yazın:

15 yaşındaki Ayşe Denizdolan…

18'inde Sadife Düdüş…

21'inde Gülden Çiçek…

27'sinde Necla Özveren…

32'sinde Sevgi Sesli…

Orada hep birlikte, kilit altında, yanarak, boğularak can verdiler.

Unutmayalım diye:

Sevgi Sesli, 3 aylık hamileydi.

Aynı işçi sınıfının ölülerini şuydu, buydu ayırmayalım diye; ikisinin kalan portreleri başörtülü, ikisinin başörtüsüzdü!

Tuzla tersanelerine de yazın:

Denemek için denize fırlatılan filikada canlı kobay olarak kullanılıp boğulan işçilerin adını da ölümsüzleştirin ki, her tekne bu ekmek teknelerinin batışına selam durarak kızaktan insin. Her bir kuruş ancak onlar ve diğer tersane kurbanlarına saygı duyarak o kasalara girsin.

Ostim'e de yazın ki, Ankara hiç unutmasın en azından:

O sabah, elinde yetkisi bile olmayan bir firma tüpleri öyle doldurmamış olsaydı…

O sabah, tüplerdeki tuzağı fark eden bir işyeri gibi, diğer ikisi de kontrol etmiş olsaydı…

20 insan daha yaşıyor olacak, elbet geçimi için kan ter içinde kalacak ama sevenlerinin yanında bulunacaktı.

3 Şubat 2011'de Ankara Ostim-İvedik'te biri öğlene doğru, biri öğleden sonra iki patlamada 20 işçi öldü.

Siz deyin, öldürüldü! Unutmayın: Gezi sırasında polisin vurduğu Ethem Sarısülük de bir Ostim işçisiydi.

Davutpaşa Maytap fabrikasının ölü işçi sınıfını da tam oraya yazın:

Büyüyen ekonominin, şımarık eğlencelerin cephaneliği, Davutpaşa'da maytap atölyesi.

31 Ocak 2008'de patlama, 21 işçi ölü.

Konya, İstanbul, Giresun, Ordu, Trabzon, Ağrı, Çorum, Bitlis, Van, Kars, Sivas ve de Nahcivan'dan paramparça nüfus kağıtları.

Bir de 10 yaşında Kadir.

Kadir Gecesi doğmuş olmalı.

Kadir'i unutturmayın, adını tam oraya yazın.

Torunlar'ı bilhassa hiç unutmayın. İktidar kankası veya bankası bir devasa inşaatın Ali Sami Yen'in, Tekel fabrikasının tarihini yutmasını da hatırlayın da, esas şunu unutturmayın:

O lüks inşaatta, 10 işçi asansör katliamında kaybetti yoksul hayatlarını. Önce, isim benzerliği ya, Erdoğan'la başlamıştı ölümler; sonra 10 işçi toptan betona çakılacaktı.

19 yaşındaki Erdoğan Polat, Torunlar İnşaat gökdeleninin 15'inci katına "üniversiteye girebilmek için" çıkmıştı.

Erdoğan 15'inci kattan yere çakıldığında, nisandı, daha sonra asansörle yere çakılacak ikisi kardeş 10 işçi henüz hayattaydı ve elbet onların da çok umudu vardı.

Sonra, arsız ölüm onları da içtimada gibi çağırdı:

Tahir ve Ferdi Karaaa, Gümüşhaneee…

Vahdet Biçeeer, Akhisaaar…

Menderes Meşeee, Sivaaas…

Cengiz Bilgiii, Bursaaa…

Cengiz Tatoğluuu, Zonguldaaak…

Murat Ustaaa ve Bilal Baaal,  Giresuuun…

İsmail Sarıtaaaş, İstanbuuul…

Hıdır Ali Geeenç, Tunceliii!

Tabii ki Suruç, Güngören, Ankara Garı. Hiç unutulmasınlar diye.

Roboski'deki katledilmişlerin adları da unutulmasın, oraya Uludere adıyla "anma güvenliğini tesis için" sevk edilirken dökülen bir araca yüklenip adeta uçuruma atılmış 13 uzman çavuş da unutulmasın. Ki o acılı köylüler koşmuştu önce yardıma, ki sıvasız hanelerin çocuklarının aslında ölümüne bile kardeş olduklarını biz o gün bile anlayamamıştık.

Afyon Cephanelik hâlâ duruyor mu?

Tam oraya da yazın. Bir astsubayın itirazına rağmen komutanın zorla cephaneliğe soktuğu, havaya tuz buz, yere toz olup karışan o gencecik askerlerin adını yazın.

Ailelerinin tespit için topraktan DNA kazıdığı, çoğu acemi, o 25 askerin adını kocaman yazın.

Kilometre kilometre biliniyor aslında; "kendi kendine yeterli ülke"nin kamyon kasalarından yollara onar onar dökülüp yok edilmiş mevsimlik tarım işçilerinin adlarını da yazın.

Yalvaç'taki tarım işçilerinden biri Mevliye Ölmez'di; ama öldü.

Manisa'daki tarım işçilerinden biri Zeynep Zengin'di; ama yoksulluğunun peşinde bu dünyada bir yer ararken can verdi!

Eski bir yazıdan bir son ile bitireyim:

Biz onların ölüleriyle tanıştığımızda var olmadılar; biz görmüyorken de vardı onlar; varken, yok oldular!

Mesele sadece ölümün ağıtını değil, hayatın kağıdını dürüstçe, vicdanla, hakkaniyetle yazıp okuyabilmekte!

Yok olan kadar, var olanı görebilmekte!

Biz onları yok olunca var sayıyoruz; varken ise yok sanıyoruz!

Tam oraya adlarını yazın ki, yok edenlere inat, var olsunlar.

Umur Talu kimdir?

Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu.

Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.

Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.

Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.

İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.

Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.

Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.

Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığını yaptı.

Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet), Dipsiz Medya (İletişim), Bedelli Gazetecilik (Everest), Senin Adın Corona Olsun (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı.

Yazarın Diğer Yazıları

Varoluşun ve unutuşun, unutuluşun tefekkürü!

“Nostalji” esasen düne değil, galiba bugüne dair. Geçmiş bugünde ne kadarcık kaldıysa. Bazen, hatırınıza geldiğinde, çoktan hatıra olmuştur bile!

Nedense… Çok sıkıntılı!

Geçim şartlarını, düğün şartnamelerini, iş ve işsizlik felaketini, ücret ve maaş sefaletini, kira faciasını biliyorsunuz. Sizin aklınıza geliyor. Ama kiminin aklına gelmiyor bile “nedense.” Sorumluluk “beğenmemek” oluyor; sorumlu da gençler

Büyük devletlerin küçük insanları!

Ülken ve insanların bin türlü acı çekiyorsa, o acının sorumluluğunu ve vicdan yükünü yüklenmezsen, hafiflemiyorsun; tarihe (sadece) “büyük liderler, büyük devletler” olarak değil, “büyük acılar” olarak yazılıyorsun, kazınıyorsun

"
"