14 Mart 2023

Acılar ortak değilse, umutlar da ortak olamaz!

Mesele cennet vaat etmek değil, hayatları ve umutları bu merhametsiz, adaletsiz cehenneme mahkûm edilenlerin ortaklığını fark etmek, anlamak, anlatabilmektir

Masalardan, kasalardan, yasalardan bağımsız, "tasaların koalisyonu" var esasen.

Herkesin kendini kimlerden saydığı bir yana, kim olduğu, aslında kimlerden olduğu tarafından belirleniyor.

Mesela ezilen, hırpalanan bir işçinin ezen, hırpalayan bir patronla "aynı siyasi çizgi ve parti tercihinde" olması, bizzat bu cümlenin içindeki hiçbir şeyi değiştirmiyor.

Dini, cemaatçi, safi kimlikçi, itaatçi-biatçi, otoriteye tapınmacı bir tercih mümkün elbette. Lakin bu, örnek şahsımızın safından ziyade muhtemelen saflığına tekabül ediyor.

Farkındalıklar yerine tanıdıklıklarına!

Daha doğar doğmaz tanıştırılan iki kimlik var: Dini ve etnik-milli! En bildik, en tanıdık, peşin verilip peşin peşin kabul olanlar.

Bu esasen siyasi bir şey değil.

Bu "doğal" bir şey.

Onların dışına çıkabilmek, "farklı" gördüğün insanlarla "esas ortaklıklar"ı fark etmek, anlamak ve buluşabilmek ise siyasi, iradi, özgürleşmiş bir hareket.

Elbette sadece herhangi bir bireyin siyasi davranışından ibaret değil.

Bilhassa "muhaliflik, eleştiri, özgürlük, hak, değişim, adalet, hakkaniyet" çizgilerinde politika yapanların kapsama alanı olması gereken potansiyel böyle bir şey.

Birey olarak farkına varırsın varmazsın o başka…

Siyasi parti olarak kapsamaya çalışırsın çalışmazsın o başka!

2023 Türkiye'sinde bu öyle büyük bir potansiyel ki…

Kimliğinden kişiliğinden ötürü ezilen, ezilmek istenen, baskı gören, dışlanan, hırpalanan, hor görülebilen herkese orada yer var:

Kökeninden, etnik kimliğinden, inancından, farklı inancından, inançsızlığından ötürü ezilen, ezilmek istenen, hırpalananlar…

Cinsiyetinden, cinsel tercihinden ötürü ezilen, ezilmek istenen, hırpalananlar…

İtaat-biat sistemlerinin, otoriter her kurum ve bünye içinde, hiyerarşiler altında itaate, biate zorlanarak ezilen, ezilmek istenen, hırpalananlar…

İtirazından, eleştirisinden, ifade ettiği düşüncesinden, hak ve özgürlük arayışından, itaate karşı gelişinden ötürü ezilen, ezilmek istenen, hırpalananlar…

Rütbesinin, kademesinin "alt-ast" seviyesinden ötürü ezilen, ezilmek istenen, hırpalananlar…

Çaresizliği, muhtaçlığı, geçim endişeleri, işsizlik korkusu istismar edilerek ezilen, ezilmek istenen, hırpalananlar…

Mülksüzlüğünden ötürü ezilen, ezilmek istenen, hırpalananlar…

Eğitimi, öğretimi değersiz kılınarak, hayalleri, umutları çalınarak ezilen, ezilmek istenen, hırpalananlar…

Sadece ezilenler, hırpalananlar değil; arsız rant, muhteris iş, sorumsuz hukuk çarklarında, cinayet gibi iş kazalarında tek tek, katliam gibi iş kazalarında topluca, kitle imhası gibi felaketlerde on binler halinde yok olanlar, yok edilenlerin hatırası, ruhlarının isyanının mirası, yakınlarının yası da var. Öfkesi de var!

Burası 10 yılda 20 bin işçiyi iş kazası denen cehennemde kaybeden…

Binlerce işçiyi sakatlığa mahkûm eden, meslek hastalıklarıyla hayatını da ömrünü de çalan…

Bir depremde 50 bin insanını betona, toplu mezarlara gömen…

"Güvenlik görevlisi" denen çok sayıda asker ve polisi bile baskı ve haysiyet cellatlığıyla, güvensizlikle intihara sürükleyen…

Yıllar süren öğretim ardından plazalara, bankalara, çağrı merkezlerine doluşan, çoğu genç insanı bile robotlaştıran, köleleştiren…

Neredeyse 1 milyon çocuğu, çaresiz ailelerin muhtaçlığıyla ucuz işgücü olarak piyasada dolaştırıp duran…

Okulların, üniversitelerin, aklın ve bilimin ruhunu kurutmayı "milli eğitim" sayan…

Onca kadın ve genç kızı; aile, namus, ahlak, mahalle gibi baskı ortamlarında ölüme iten, ya bizzat ortadan kaldıran ya hayatını öldüren kâbusları üreten…

Birilerinin saltanatı için milyonlarca insanın emeğini, hakkını, umudunu gasp eden; tabiatı, kentleri, kırları, sahilleri kendileri için sömürgeleştiren…

Siyasi-kültürel-ekonomik-sınıfsal otoritelerin kendilerine cennet yaratmak için milyonlara dayattığı cehennemdir.

Enkaza gömülen, tacize zincirlenen, yoksulluğa yoksunluğa mahkûm edilen milyonlarca çocuğu tüketen cehennemî bir sistem.

Esas masa, potansiyel ittifak, muhalif kitlesel siyaset temeli budur…

Esas tasa bu insanlarındır…

Esas yasa onları bu ekonomik, kültürel, sosyal, adaletsizliklerin acımasız pençesinden çıkarmayı hedefleyecek olanlardır.

Mesele cennet vaat etmek değil, hayatları ve umutları bu merhametsiz, adaletsiz cehenneme mahkûm edilenlerin ortaklığını fark etmek, anlamak, anlatabilmektir.

Acıların ortaklığını anlamayan… 

Umutların ortaklığını da anlatamaz!

Umur Talu kimdir?

Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu.

Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.

Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.

Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.

İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.

Türkiye medyasında ilk “ombudsman”lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.

Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.

Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığını yaptı.

Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet), Dipsiz Medya (İletişim), Bedelli Gazetecilik (Everest), Senin Adın Corona Olsun (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı.

Yazarın Diğer Yazıları

Varoluşun ve unutuşun, unutuluşun tefekkürü!

“Nostalji” esasen düne değil, galiba bugüne dair. Geçmiş bugünde ne kadarcık kaldıysa. Bazen, hatırınıza geldiğinde, çoktan hatıra olmuştur bile!

Nedense… Çok sıkıntılı!

Geçim şartlarını, düğün şartnamelerini, iş ve işsizlik felaketini, ücret ve maaş sefaletini, kira faciasını biliyorsunuz. Sizin aklınıza geliyor. Ama kiminin aklına gelmiyor bile “nedense.” Sorumluluk “beğenmemek” oluyor; sorumlu da gençler

Büyük devletlerin küçük insanları!

Ülken ve insanların bin türlü acı çekiyorsa, o acının sorumluluğunu ve vicdan yükünü yüklenmezsen, hafiflemiyorsun; tarihe (sadece) “büyük liderler, büyük devletler” olarak değil, “büyük acılar” olarak yazılıyorsun, kazınıyorsun

"
"