26 Mayıs 2024

Yasalar yaşatmak içindir, öldürmek için değil

Ahlak filozofu Jeremy Bentham, 235 yıl önce, 1789'da hayvanlar hakkında şöyle demiştir: "Soru, 'Akıl yürütebilirler mi?' ya da 'Konuşabilirler mi?' değil, 'Acı çekebilirler mi?' olmalıdır"

Geçtiğimiz hafta hükümetin sokak hayvanlarına yönelik çözüm diye sahipsiz hayvanların 30 gün içinde sahiplenilmemesi durumunda "uyutulmalarına" (yani enjeksiyonla öldürülmesine) ilişkin yasal düzenleme hazırlığı tartışma yarattı. AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Ömer Çelik, tasarıyla ilgili "Adı üstünde taslak. Bununla ilgili toplumda birbirine zıt talepler var. Üzerinde çalışılıyor. Önümüzdeki hafta veya daha sonraki hafta Meclis'e gelmesi planlanıyor. Çalışma devam ediyor, henüz tamamlanmış değil." dediyse de sağlıklı hayvanların sahiplenilmediği gerekçesiyle "uyutulabilmesi"nin (açık Türkçe ile yazarsak "öldürülmeleri") düşünülebilmesi bile üzerinde ciddi biçimde durulması gereken bir durum.

Dünya tarihine sokak köpekleri sorununa karşı en acımasız biçimde 1910'da gerçekleşen Hayırsızada katliamı ile geçen bir kültürün yönetici torunlarından, yine dünya çapında kötü bir insan hakları karnesine sahip olmaları ile anılmaları yetmiyormuş gibi sokak hayvanlarına yönelik benzer insanlık dışı bir yaklaşım göstermeleri çok da şaşırtmadı. İstanbul halkı Hayırsızada'dan gelen köpek çığlıklarını unutmadı daha...

Dünyanın gördüğü en acımasız, kendi türü dahil her türe gözü kapalı kötülük, eziyet, işkence yapabilen ve hatta öldüren tek canlı insandır. COVID-19 döneminde eve kapanmalarla gerçekleşen, insanlar açısından bir anlamda dünya çapında atılan geri adım, tüm hayvanlara bir soluk gibi gelmişti, değil mi? Şimdi onun mu acısını çıkarıyoruz?

Hayvanlar konuşamıyor ya da bizim gibi düşünemiyor olabilirler, ama onlar duyarlı yaratıklardır. Ne mi duyarlılık? Duyarlılık, acı, sıkıntı, ızdırap ve zevk gibi duygulara sahip olma kapasitesidir. Duyarlılık tartışmaları bazen karmaşık biliş ve öz bilinç gibi diğer konuları da içerse de bu konular, hangi hayvanların bakım ya da kötü muameleden en çok etkilendiğini belirlemek için önemli olanlar değil. Üstelik bu yeni bir yaklaşım da değil. Ahlak filozofu Jeremy Bentham, 235 yıl önce, 1789'da hayvanlar hakkında şöyle demiştir: "Soru, 'Akıl yürütebilirler mi?' ya da 'Konuşabilirler mi?' değil, 'Acı çekebilirler mi?' olmalıdır." Şimdi yeni yasanın taslakçıları hayvanları acı çekmemesi için "uyuttuklarını" söyleyecek. Benzer tartışmalar idam cezasının infaz şeklinin akıl almaz bir biçimde tartışıldığı günleri hatırlatıyor bana, enjeksiyonla idamın daha "insani" olduğu yolundaki savunmaları.

Ahlak Filozofu Jeremy Bentham, 1747-1832

Dünya, hayvanlar için duyarlılığı acı çekme ve diğer duygulara sahip olma kapasitesi olarak tanımlayan yaklaşımı her geçen gün daha fazla benimsemekte iken, 30 günde sahiplenilmeyen sağlıklı bir sokak hayvanının katline ferman çıkaran anlayışı bu dünyada nereye koyacağız?

Bir şekilde Hayvanları Koruma Kanunu'nun olması, yasada "Evcil hayvanlar, türüne özgü hayat şartları içinde yaşama özgürlüğüne sahiptir. Sahipsiz hayvanların da, sahipli hayvanlar gibi yaşamları desteklenmelidir." diyorsa da, yasada belirtildiği gibi bütün hayvanların eşit doğduğunun ve bu yasa hükümleri çerçevesinde yaşama hakkına sahip olduklarının hayata geçirilmesine ne yazık ki yetmiyor. Bütün güvenlik kamera görüntülerine karşın, Eros'u ve ona 6 dakika boyunca işkence ederek katleden İbrahim Keloğlan'ı ve onu serbest bırakan yargıyı da unutmadık, bir de avukatının kedinin sahipsiz olduğu için sonuçta kimsenin zarar görmediğini söyleyerek savunma yapmasını...

Buzdağının tepesiyle uğraşmak

Değişik açılardan sorun olarak kabul edilen şeylere çözüm için yapılacak yaklaşımlara bilimsel ve özellikle risk yaklaşımı çerçevesinde varılması gerekir. Buzdağı ile uğraşacaksınız, tepesini tıraşlamanınız sorunu çözmeyecektir. Sorunlarla ilgili yapılacak yaklaşımların belirlenmesinde kullanılabilecek farklı bilimsel yöntemler var, hepsi sonuçta sorunun temel nedenlerine odaklanılması gerektiğini söylüyor. En basit deyişle cevaplar tükenene dek "peki ama neden?" diye sorarız. Bu bilimsel literatürde 5-niçin diye bilinir. Bu yöntemde verilecek her bir cevap, bir sonra sorulacak soruyu oluşturur. Yani bu anlamda ilk sorulacak soru "Neden bu kadar çok sokak hayvanı var?" ise, "Çünkü kontrolsuz çoğalıyorlar" cevabı bizi ikinci olarak "Peki niye kontrolsuz çoğalıyorlar?" sorusunu sormamızı sağlar. Bu yolla, sorunun temeline ineriz. Yapılacak girişimler de öncelikli olarak sorunun kaynağına yönelik olmalıdır. Bir soğanı düşünürseniz, her konuda soğanın cücüğüne ulaşmanız gerekir, soğanın dış katmanlarına yönelik yapacağınız girişimler konuyu her zaman için çözmekten uzak kalacaktır.

Sahipli hayvanların değişik nedenlerle sokağa bırakıldığı ya da barınaklara terk edildikleri bir gerçek. Sorunun temel noktalarından biri budur. Bu gerçekle ilgili kalıcı, etkili çözümler üretilmeden konuya çözüm getirmek ne yazık ki mümkün değildir.

Benzer nedenlerle yapılacak yaklaşımların da çok katmanlı olması gerekiyor. Sokak hayvanlarına "yakala, kısırlaştır, aşılat ve yaşadığı bölgeye geri bırak" ilkesiyle yaklaşmak her ne denli önemli kilit girişimlerden biriyse de sokak popülasyonunu başka yollardan besleyen kanallar engellenmedikçe tek başına sorunu çözemeyecektir. O nedenle 5-niçin yöntemiyle saptanan her bir katman için farklı çözümlerin bir arada uygulanması zorunluluğu vardır. Bu yaklaşımlar içinde 30 günde sahiplenmeyen sokak kopeklerinin (istediğiniz kadar uyutarak deyin) devlet tarafından katli gibi bir yöntem olamaz. Yasalar yaşatmak içindir, öldürmek için değil.

Anlamadığım böylesi hassas bir konuda konunun uzmanları, yıllarını bu işe adamış kuruluşlar, dernekler, kişiler varken hiçbirinden görüş alınmadan kapalı kapılar ardında taslak hazırlanması. Örneğin niye Türk Veteriner Hekimleri Birliği'nden görüş alınmıyor? Ya da bilmemeleri mümkün değil, Rabia Öztürk'ün Twitter hesabını takip etsinler yeter.

Türk Veteriner Hekimleri Birliği ve Veteriner Hekim Odaları yeni yasaya karşı

Hatırlar mısınız, Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi, 12 Eylül Darbesi sonrasındaki idam cezaları/infazları ile ilgili kamuoyunda tırmanan tartışmalar ve yükselen tepki üzerine 28 Eylül 1985 tarihinde bir karara imza atmıştı. Kararda şu ifadelere yer verilmişti:

"Son zamanlarda kamuoyunda yoğun bir biçimde tartışılan 'idam cezası'nın hekimler açısından onaylanmasının olanak dışı olduğu görüşü ile, Türk Ceza Kanunu'ndan çıkarılması için Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne, Sayın Başbakan ve Sayın Cumhurbaşkanı'na başvurulmasına ve bu konudaki Konsey görüşlerinin kamuoyuna açıklanmasına karar verildi."

7 Ekim 1985'te TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Nusret Fişek imzası ile cumhurbaşkanına ve milletvekillerine karara uygun hazırlanan bir mektup gönderilmişti. Cevap klasikti, Adalet Bakanlığı, 30 Ekim 1985'te TTB Merkez Konseyi üyelerinin görevlerine son verilmesi talebiyle dava açılmasını istedi. Cumhuriyet savcı yardımcısı tarafından 14 Kasım 1985'te hazırlanan davaname ile Ankara 3. Asliye Asliye Hukuk Mahkemesi'nde dava açıldı. TTB Merkez Konseyi üyelerinin görevlerine son verilmesi ve yerlerine yeni Konsey üyelerinin seçilmesi talep edildi. TTB, Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Yargılamaları yazısında konunun sonucunu şöyle özetliyor:

"Davanamede 'ölüm cezasının kaldırılması yolundaki önerilerin TTB'nin amaçları ile bağdaşmadığı' iddia edildi. Yargılama sonucunda TTB Merkez Konseyi'nin idam cezasının kaldırılmasına yönelik mektubunun ve görüşlerini kamuoyuna açıklamasının TTB'nin amaçlarına aykırı olmadığına karar verildi. Davanın açılmasından 19 yıl sonra, 2004 yılında idam cezası tüm suçlar yönünden kaldırıldı."

Tam bu satırları yazarken, önüme Türk Veteriner Hekimliği Birliği (TVHB) Merkez Konseyi'nce yeni yasa tasarısına yönelik basın açıklaması düştü. Yasa tasarısında şekillendirildiği üzere sağlıklı ama sahiplenilmemiş sokak hayvanlarının katli (yasaya konmak istenen deyimiyle "uyutulması") ile ilgili TVHB Merkez Konseyi'nce 24 Mayıs tarihinde yaptığı basın açıklaması, aynı TTB'nin idam cezalarına karşı çıkması gibi tarihe onurla geçecek bir açıklamadır. Basın açıklamasında TVHB, sorunun kanun (Hayvanları Koruma Kanunu) çıkarıldığı, sorumluluk verildiği ama denetimin yapılmadığı, bütçenin ayrılmadığı, kanununun gereğini yapmayanlara da yaptırım uygulanmadığından kaynaklandığını söylüyor. TVHB, yeni uyutma yasasıyla ilgili olarak görüşlerinin alınmadığının altını çiziyor ve şöyle devam ediyor:

"Ötanazi sadece veteriner hekimler tarafından uygulanabilir ve sağlıklı bir hayvana uygulandığında katliamdan başka bir anlam taşımaz. Sağlıklı hayvanların ötanazisi ve itlafı veteriner hekimler açısından da etik, insani ve vicdani değildir, evrensel hekimlik değerleri ile de bağdaşmamaktadır. Veteriner hekimler olarak bizler bu yasa çıksa da ötanazi yapmayacağız. Önerilen bu yöntem sanıldığının aksine maliyet açısından da avantajlı değildir. Hayvana ötanazi yapılmadan önce uygulanacak prosedürler ile birlikte kısırlaştırmadan daha maliyetli ve zorludur, sahipsiz hayvan popülasyonun kontrolüne yönelik aktif bir yöntem olarak da değerlendirilemez. Ayrıca iletişim çağında Türkiye Yüzyılında ülkemizin uluslararası kamuoyunda algısını olumsuz olarak etkileyecektir."

TVHB, basın bildirisinde yapılması gerekenleri uzun bir liste halinde yetkililerin dikkatine sunuyor ve son söz olarak "bu yasa tasarısı son halini almadan önce, uygarlığın ilk zamanlarından beri birlikte yaşadığımız kedi ve köpekler ile bütünleşik bir yaşamı en iyi bilen akademik meslek olarak görüşlerimizin alınması gerektiğini kamuoyuna saygı ile duyuruyoruz." diyor.

Sesi duyan var mı?

Ümit Kartoğlu kimdir?

Ümit Kartoğlu 1981 yılında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden mezun oldu, aynı üniversiteden Halk Sağlığı uzmanlığını 1984 yılında aldı.

Türkiye'de sağlık sisteminde her kademede çalıştı. 1993 yılında Halk Sağlığı alanında doçentliğini aldı. 1988-1990 yılları arasında Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi üyeliği yaptı.

İstanbul Üniversitesi Çocuk Sağlığı Enstitüsü'ndeki üç yıl görevden sonra, 1994'te ülkeden ayrılarak UNICEF'te sağlık danışmanı olarak göreve başladı.

2000-2001 yıllarında Güney Sudan'daki savaş sırasında uluslararası kuruluşların sağlık çalışmalarını koordine etmekle yükümlü Operation LifeLine Sudan'da Sağlık Koordinatörlüğü'ne getirildi.

2001-2018 yılları arasında Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Cenevre Genel Merkezi'nde aşı kalitesi ile ilgili danışman olarak görev yaptı. Şimdi Extensio et Progressio danışmanlık şirketinin kurucusu ve CEO'su olarak görev yapıyor.

Kartoğlu 1974 yılından bu yana karikatür çiziyor, kişisel sergileri dışında Ohannes Şaşkal ile birlikte birçok ortak sergi açtı, ilk ortak sergileri Ankara ve İstanbul'da 1980'de Burhan Solukçu'nun anısına açtıkları K-ÖMÜR, son sergileri ise 2008'de Hrant Dink'in anısına Paris'te açtıkları Le Chiendent (Ayrıkotu) oldu. İlk karikatür kitabı ZAMAN ZAMAN Karakare yayınlarından 1986 yılında yayınlandı. 1980 darbesiyle Darwin'in biyoloji kitaplarından çıkartılması üzerine İldeniz Kurtulan'la birlikte "yoksun bırakılanlar" için DARWİN ve EVRİM KURAMI kitabını yazıp çizdi. Nihat Behram gurbetteyken şiirlerini karikatür kartpostalları olarak yayınladı.

Dr. Kartoğlu'nun yayımlanmış birçok bilimsel çalışması ve kitapları bulunuyor (Bu kitapların hepsi Kartoğlu'nun web sitesinden PDF ve ePUB3 olarak ücretsiz olarak indirilebiliyor).

Dr. Kartoğlu 2011 ve 2013 yıllarında yaptığı bilimsel çalışmalar nedeniyle iki kez Ludwig Rajhman Halk Sağlığı Ödülü'ne değer bulundu. http://kartoglu.ch/

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bilimsel dürüstlükten ve bilim ahlakından nasibini almamış araştırma yapmak kişilik hakkı mıdır?

Bilimsel bir yayın bir şekilde geri çekildiğinde dergi tarafından (ya da yazarlarının notu olarak) bilimsel dürüstlük gereği geri çekilmenin gerekçesi ilgili sayfada açıklanır. Geri çekilmiş olsa bile, makaleye ulaşabilirsiniz, ama makalede geri çekildiğini belirten büyük bir notla izleyebilirsiniz makaleyi. Bu bilimsel dürüstlük gereği tarihe not düşen ahlaklı bir davranıştır

Genişletilmiş Bağışıklama Programı'nın 50 yılı ve yarını

"Bu çalışmada modellenen aşıların 1974 yılından bu yana 154 milyon hayat kurtardığı tahmin edilmektedir; bunların yüzde 95'i 5 yaşından küçük çocuklardadır. Bu, 9 milyar yaşam yılının kurtarıldığı anlamına geliyor ve ayrıca hastalık oranlarının azalmasının sağladığı ek fayda da dikkate alındığında, aşılama sayesinde 10,2 milyar sağlıklı yaşam yılı kazanıldı"

Sanat ile daha hızlı iyileşmek

Hekimlik pratiğimden hastanelerde sanatın girdiği iki servis hatırlıyorum, psikiyatri ve çocuk. Kuskusuz çok şey değişti o günden bu yana. Olayın ne derece profesyonel yaklaşımla organize edildiği merakıyla, Dr. Neslihan Yukarıkır'a yönelttim soruyu. Neslihan, ülkenin en genç halk sağlıkçılarından, halk sağlığı uzmanlığının üstüne cila olsun diye bir de çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanlığı yaptı. Şimdi Gaziantep'te zorunlu hizmetini yapıyor