Sağlık Bakanlığı her yıl tabip, uzman tabip, diş tabibi, uzman diş tabibi, eczacı ve uzman eczacılar için açık kadroları duyurarak yapılan başvuruları kura sonucu değerlendiriyor. Geçtiğimiz yılın 3. dönem atama kuralarında karşımıza çıkan tablo Türkiye’de sağlık hizmetleri sunumunda bir yönetim zafiyetini ortaya koyuyor. Hoş, daha önceki kuralar da bundan pek farklı bir tablo değildi.
Son kurada ortaya çıkan tabloyu İzmir Tabip Odası Yönetim Kurulu üyesi, Tıbbi Mikrobiyoloji uzmanı Dr. Yüce Ayhan ile değerlendik. Öncelikle, kuranın sonuçlarını hatırlatmakta yarar var.
31 Ekim 2024 tarih ve 32078 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan ilan ile Sağlık Bakanlığı 2024 yılı 3. dönem ilk defa ve yeniden atama kurası yapılacağını, tabip, uzman tabip, diş tabibi, uzman diş tabibi, eczacı ve uzman eczacı kadrolarına kura ile atama yapacağını duyurdu. Bu kurada açılan kadro sayısının 3.684 olduğu ve kuraya tüm meslek gruplarından toplam 19,153 adayın başvurduğu açıklandı. Tabip ve uzman hekimlerin atamalarına daha yakından bakmak için diş tabibi ve eczacı kadrolarını bir kenara bırakarak değerlendirmeleri yaptık. Açılan toplam 3.684 kadronun 375’i tabip, 2.685’i de uzman tabip kadrosuydu. Bu boş kadrolara kaç kişinin başvuru yaptığını bilmiyoruz. Atama detaylarına geçmeden Yüce’ye kuranın nasıl çalıştığını sordum.
İzmir Tabip Odası Yönetim Kurulu üyesi, Tıbbi Mikrobiyoloji Uzmanı Dr. Yüce Ayhan
Yüce, öncelikle başvuru sayılarına baktığımızda atanma talebinin oldukça yüksek olduğu izlenimi edinmenin mümkün olduğunun altını çiziyor. “Atanmak için kuraya katılmak isteyenler tercihlerini belirterek başvuruyor. Örneğin, bir hastanede 2 radyoloji kadrosu ilan edilmiş ve bu kadroya 1 ya da 2 kişi başvurmuşsa, atamaları otomatik olarak yapılıyor. İkiden fazla başvuru olduğu zaman kura ile 2 kişi belirleniyor. Dolayısıyla, kurada kaybeden atanamıyor.”
Şimdi sıkı durun. Yüce devam ediyor, “Bu kurada ilan edilen 2.685 kadronun uzman hekim kadrosu olması ve bu boş kadrolara atanan uzman hekim sayısının sadece 318 olması oldukça dikkat çekici. Bu sayılar ilan edilen uzman hekim kadrolarının sadece %12’sine atama yapılabildiği, yani ilan edilen uzman hekim kadrolarının %88’inin boş kaldığı anlamına geliyor. Karşımıza çıkan tablo Türkiye’de sağlık hizmetleri sunumunda bir yönetim zafiyetini ortaya koyuyor bence.”
Ben de hemen pratisyen hekim atamalarına bakıyorum, biraz daha iyi bir tablo var ama ilan edilen toplam 375 boş kadrodan yalnızca 79’una atama yapılabilmiş (%21). Yani neredeyse başvuran her 4 hekimden 3’ü atanamamış.
Pratisyen hekimlerin kurasında 26 il yer almadı. Ancak, boş kadroların bulunduğu toplam 55 ilden hiç atama yapılamayan il sayısı 25 (bu nedenle doldurulamayan kadro sayısı 83). Uzman hekimlerde tüm iller kuradaydı, ancak 34 ile hiç atama yapılamadı (bu nedenle doldurulamayan kadro sayısı 510). Uzmanlar için ilan edilen branşlara baktığımızda da ilan edilen toplam 75 branştan 29’una hiç atama yapılamadığını görüyoruz.
Pratisyen hekim atamaları (Sağlık Bakanlığı, 3. dönem atama kurası, 2024)
Uzman hekim atamaları (Sağlık Bakanlığı, 3. dönem atama kurası, 2024)
Yüce, Sağlık Bakanlığı’nın bu ilanı hazırlarken hangi ilde, hangi vasıfta personele gerek duyulduğuna ilişkin bir hesap yaptığını ve buna göre bir istihdam planı, bir münhal (boş) kadro ilanı yapıyor olmasının beklendiğini söylüyor. “Yani Sağlık Bakanlığı’nın belirlediği sayıların doğrudan ilgili bölgelerde sağlık hizmeti sunumu için gereken kadro açığını kapatmaya yönelik olduğunu varsayabiliriz.”
“Kura uygulamasında aynı ildeki, aynı kurumdaki, aynı kadroya tercih belirten hekimler arasından tercih sıralarına göre bir atama usulü var. Dolayısıyla tercihte bulunmuş olmalarına rağmen atanamamış uzman hekimlerin olduğu da öngörülebilir. Buna karşın bu durum, Bakanlık tarafından ilan edilen kadroların uzman hekimler nezdinde itibar görmediği gerçeğini değiştirmiyor.
“Üçüncü dönem atama kurasının bir diğer istatistiği de Sağlık Bakanlığı tarafından münhal kadro ilan edilen 75 branşın 29’unda ve 81 ilin 34’ünde uzman hekim kadrolarına atama yapılamamış olması. Pratisyen hekim atamalarında da 375 boş kadrodan yalnızca %21’ine atama yapılabildiğini, kuraya giren 55 ilin 25’ine atama yapılamadığını görüyoruz. Bu da çok vahim bir tablo yaratıyor sağlık hizmetleri açısından. Özellikle Türkiye’nin doğu ve güneydoğu bölgelerinde -büyük kentler dışında- uzman hekimlerin çalışmak konusundaki isteksizliğinin göstergesi.” Yüce, bu durumun temelde hekimlerin beklentilerine cevap vermeyen sağlık politikalarıyla ilişkili olduğunun altını çiziyor.
Uzman hekim ataması yapılan iller ve branşlara baktığımızda da tablo hiç de pembe değil aslında. Atamanın gerçekleştiği illerdeki toplam 2.175 açık kadronun yalnızca 318’i doldurulabilmiş. Örneğin 584 kadronun ilan edildiği İstanbul’da toplam atama sayısı 129 (%22), 123 kadronun ilan edildiği Tekirdağ’da atama sayısı 12 (%10), 94 kadronun ilan edildiği Hatay’da atama sayısı ise yalnızca 3 (%3).
Branşlara baktığımızda atama yapılamayan branşlar arasında çocuk acil, çocuk enfeksiyon hastalıkları, çocuk yoğun bakım ve yetişkin yoğun bakım gibi kritik branşlar mevcut.
Bu uzmanlara ihtiyaç olduğu için kadrolar ilan edildi. İlan edilen kadronun %88’inin boş kalması korkunç bir şey, nasıl hizmet yürüyecek bu illerde diye soruyorum Yüce’ye. “Bu illerde yaşayan yurttaşlara eksiksiz sağlık hizmetinin nasıl sunulacağı konusuna yanıt vermek mevcut koşulları değiştirmeden zor. Elbette ülkemizin kıvrak siyaset ya da bürokrasi erbabı için bilim ve hukuk dışı ‘çözüm’ yolları geliştirmek kolay olabilir. Ama işe yaramayacağı aşikar. En basit ifadesiyle, yıllar önce Türkiye’de Nusret Fişek tarafından atılan adımları örnek almak, günün gerçekleri ve gerekleriyle yeniden yapılandırmak, ‘Sağlıkta Dönüşüm’ü dönüştürmek gerekiyor diyebiliriz.
“Her mesleğin kendine göre zorlukları, sıkıntıları var elbette. Ama hekimlik gerçekten zor zanaat. Uzun bir lisans eğitimi dışında, mezuniyet sonrasında da eğitimin devamı, süreklilik gerektirmesi mesleğimize özgü bir fark yaratıyor. Bir yan dal uzmanı hekimin eğitiminde nihai diplomasına erişmek için gereken süre ortalama 13-15 yıl. Üstelik bu eğitim süreci sadece öğrenme ile geçmiyor. Aktif çalışma hayatı ve lisansüstü eğitim hayatı iç içe sürdürülüyor. Bu denli meşakkatli bir süreci kabullenen, bu tempoya katlanan kişinin beklentilerinin olması çok doğal. Hekimler için genelleştirip söyleyecek olursak kendisinin, ailesinin temel insani gereksinimlerini karşılayacak ve geleceğini (emekliliğini) garanti altına alacak bir ücret, mesleğinin itibarsızlaştırılmaması, hizmet verdiği kesimlerden şiddet değil saygı görmek en büyük beklenti. Kısaca söylemek gerekirse insanca yaşamak ve insanca yaşatmak.
Yüce, sözü son yıllarda yurtdışına olan hekim göçüne getiriyor, “Yurtdışına hekim göçünün ciddi bir sorun olduğunun herkes farkında. İktidarın üst seviyesinden dile getirilen ‘Giderlerse gitsinler’ vurgusunu ülkeyi terk eden veya terk etmeyi düşünen hekimlere yönelik öfkenin dışa vurumu olarak değerlendirmek yanlış olmaz herhalde. Dolayısıyla bu yaklaşım verili durumun örtülü bir kabulü olarak da yorumlanabilir.
“Yurt dışında hekimlik yapmak için aranan ‘Good Standing Certificate’ yani ‘İyi Hal Belgesi’ tabip odaları aracılığıyla Türk Tabipler Birliği (TTB) tarafından düzenlenen bir belge. TTB’nin açıkladığı verilere göre bu belgeyi talep eden hekim sayısı 2020 yılında 931, 2021 yılında 1405 iken 2022’de 2685, 2023’te 3025, 2024’te 2692 sayılarına ulaşmış. Bu belgeyi eline alan hekim ertesi gün ülkeyi terk etmiyor elbette. Bakanlık bu vurguyla konuya spekülatif bir yaklaşım gösteriyor. Ancak bu belgenin talep edilmesi, bu belgeye sahip olan hekimlerin Türkiye dışında bir mesleki gelecek planı, düşüncesi olduğunun açık göstergesi.
“Yurt dışında hekimlik yapan meslektaşlarımızın çalışma ve yaşam koşullarına baktığımızda büyük çoğunluğunun öyle sanıldığı ya da iddia edildiği gibi ücret kaygısıyla gitmediğini görüyoruz. Avrupa ülkeleri için çok yüksek sayılmayacak ücretlerle çalışmayı kabul eden meslektaşlarımız pek çok yükümlülüğü de yerine getirmek zorunda.”
Yüce, “sağlıkta dönüşümü dönüştürmek gerek” demişti ya, onu açmasını istiyorum. “Sağlıkta Dönüşüm Programı, sağlık alanının sermaye egemenliğine peşkeş çekildiği bir süreç. 12 Eylül rejiminin sermayeye sağladığı ‘huzur ve güven ortamı’ ile, Dünya Bankası raporlarında açık biçimde yazılmış yol haritalarıyla, yıllara yayılarak adım adım geliştirilmiş uluslararası sermaye destekli bir proje. Sanıyorum projeyi Türkiye siyasetçilerinin ve bürokratlarının önüne koyan uluslararası çevrelerin bile öngörmediği, hayal dahi edemeyecekleri bir pervasızlıkla bu günkü tabloya eriştik. Özel hastane zinciri sahibi Sağlık Bakanı’ndan yenidoğan istismar şebekesine, kamu sağlık harcamalarında bir mali bataklık olan kamu-özel iş birliği şehir hastanelerine, aşı yetersizliğinden kan sıkıntısına pek çok olgu Türkiye’de sağlık alanındaki yönetim zafiyetinin göstergesi. Baktığınızda dev bir bakanlık teşkilatı, kalabalık bir bürokrat kadrosu var ama artık sağlık alanını yönetemiyor, eni konu vaziyeti ‘idare’ ediyor. Bu alanın esas yöneticilerinin ise artık ulusal ve uluslararası sermaye temsilcileri, sigorta şirketleri olduğunu söyleyebiliriz.”
Bir de tükenmişlik sendromu var, sağlık sistemindeki yoğun çalışma temposu, uzun mesailer, mobbing, ekonomik zorluklar ve şiddet olayları gibi birçok faktör nedeniyle bugün yaygın bir sorun haline gelen. Yüce, hekimlerin sadece ülke dışına göçmediğini, bir nevi içe de göçtüklerini söylüyor. “Beklentilerine karşılık bulamadıklarında vazgeçiyorlar. Hekimlik yapmaktan vazgeçiyorlar, olabilen emekli oluyor, kimisi hekimliği bırakıyor, en acısı da bazısı hayattan vazgeçiyor. Özellikle genç meslektaşlarımızdan gelen özkıyım haberleri çok canımızı yakıyor. Bu konunun tıbbi ve sosyolojik boyutlarının bilimsel bir bakışla değerlendirmesi ilgili uzmanlık dernekleri tarafından yapılıyor olsa da güçlü bir hekim örgütlenmesinin de önemli bir çıkış sağlayabileceğine inanıyorum.
“Meslek örgütlerini, sivil toplum hareketlerini dönüştürmek, baskılamak için elinden geleni ardına koymayan siyasi iradeye rağmen örgütlenmek gerek. Tabip odaları ve TTB’nin hekimler için güçlü bir çekim merkezi olması gerekir. Tabip odalarında ve TTB çatısı altında görev yapan hekimlere bu konuda ciddi sorumluluk düşüyor. Bireyselliğin öne çıkarıldığı günümüz dünyasında örgütlenmeye ihtiyacımız var. Sadece hekimler olarak değil, toplum olarak ihtiyacımız var yeniden umudu ve dayanışmayı örgütlemeye, örgütlü kötülükle başa çıkabilmek için.”
Ümit Kartoğlu kimdir?
Ümit Kartoğlu 1981 yılında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden mezun oldu, aynı üniversiteden Halk Sağlığı uzmanlığını 1984 yılında aldı.
Türkiye'de sağlık sisteminde her kademede çalıştı. 1993 yılında Halk Sağlığı alanında doçentliğini aldı. 1988-1990 yılları arasında Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi üyeliği yaptı.
İstanbul Üniversitesi Çocuk Sağlığı Enstitüsü'ndeki üç yıl görevden sonra, 1994'te ülkeden ayrılarak UNICEF'te sağlık danışmanı olarak göreve başladı.
2000-2001 yıllarında Güney Sudan'daki savaş sırasında uluslararası kuruluşların sağlık çalışmalarını koordine etmekle yükümlü Operation LifeLine Sudan'da Sağlık Koordinatörlüğü'ne getirildi.
2001-2018 yılları arasında Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Cenevre Genel Merkezi'nde aşı kalitesi ile ilgili danışman olarak görev yaptı. Şimdi Extensio et Progressio danışmanlık şirketinin kurucusu ve CEO'su olarak görev yapıyor.
Kartoğlu 1974 yılından bu yana karikatür çiziyor, kişisel sergileri dışında Ohannes Şaşkal ile birlikte birçok ortak sergi açtı, ilk ortak sergileri Ankara ve İstanbul'da 1980'de Burhan Solukçu'nun anısına açtıkları K-ÖMÜR, son sergileri ise 2008'de Hrant Dink'in anısına Paris'te açtıkları Le Chiendent (Ayrıkotu) oldu. İlk karikatür kitabı ZAMAN ZAMAN Karakare yayınlarından 1986 yılında yayınlandı. 1980 darbesiyle Darwin'in biyoloji kitaplarından çıkartılması üzerine İldeniz Kurtulan'la birlikte "yoksun bırakılanlar" için DARWİN ve EVRİM KURAMI kitabını yazıp çizdi. Nihat Behram gurbetteyken şiirlerini karikatür kartpostalları olarak yayınladı.
Dr. Kartoğlu'nun yayımlanmış birçok bilimsel çalışması ve kitapları bulunuyor (Bu kitapların hepsi Kartoğlu'nun web sitesinden PDF ve ePUB3 olarak ücretsiz olarak indirilebiliyor).
Dr. Kartoğlu 2011 ve 2013 yıllarında yaptığı bilimsel çalışmalar nedeniyle iki kez Ludwig Rajhman Halk Sağlığı Ödülü'ne değer bulundu. http://kartoglu.ch/
|