Açılmasıyla birlikte tüm dikkatleri üzerinde toplayan, kendine baktıran, parmak ısırtan Yeni Narmanlı Han'dan ilk son haber şu: Ortasına sıtarbaks açılıyor.
Son halini gören çoğu kişi, "Burda bişi eksik, biaaşi eksik" deyip, dep düp edip duruyordu. Yetkililer eksikliği buldular. Artık, Narmanlı Han'ı dört başı mamur olmaması için hiçbir sebep kalmadı. Arkadaki hapishane binasında (zaten manasız ve anlamsızdı) birbirinden güzel kahve ve kekler satılacak. Frappucinoları içmeye hazırlanın. Mutfak olacak odalarına fayanslar çekilmiş, badana boyaları bitmiş bile.
Ama daha haberler bitmedi.
Girince solda, "Museum of Illusions-İstanbul" açılmış. Her şeye itiraz edenler elbet buna da itiraz edecekler şimdi. Neden "Yanılsama Müzesi değil de illüzyon" diye. Bu isim elbette uymaz, Yeni Narmanlı'ya hiç yakışmaz. Neden mi, alttaki fotoğrafa bakın. Siz hiç bu kadar gerçek, bu kadar büyük bir Külkedisi/Cinderella gördünüz mü? Elinde süpürgesi hemen sol başta. Çapraz karşısında duran, banka kurulmuş Gretel'e (Gerçek gibi çok benziyor o olmalı) bakıyor. Yeni Narmanlı'nın tam ortasında, öylece duruyor.
Ortadaki kara cılız kalmış heykel, bir zamanlar burada yaşamış Bedri Rahmi Eyüpoğlu. Yanına oturmuş şahsın telefonunu dikizliyor sanki. "Gretel ile yan yana otursa daha iyi olmaz mıydı?" derseniz o da olmaz. Bir kere kimseye oturacak yer kalmaz, ikincisi bu cep telefonu esprisi yakalanamaz (dı). Hansel'i bir yerlerde bırakan Gretel'in kendi mekanına geçmesi isabet olmuş. Mekanın gerçek sahibi geldi misali.
Cinderalla artı Gretel'i; Bedri Rahmi ile buluşturmak "gözlerime inanamıyorum" denilebilecek kadar gerçek. İllüzyon/Yanılsama değil. Üstelik, Hansel'i nerede bıraktığı meçhul Gretel ile gösterişli Cinderella hem manzarayı hem Bedri Rahmi'yi kurtarıyor. Yeni Narmanlı'yı restore eden becerikli eller, Bedri Rahmi heykelini de boyayabilir onu daha canlı yapabilirlerdi elbet ama İllüzyon Müzesi'nin ortaya koyduğu hiper gerçeklikle çelişir, uymazdı. Bilmem kaçıncı isabet oldu.
Karşı tarafta duran, Ahmet Hamdi ile Aliye Berger (olmalı) heykelleri de yanlarına benzer katkılar istiyor sanki. Mesela rengarenk bir Keloğlan ya da daha güzeli Deli Dumrul heykeli pek yakışırdı. Hem yerli hem milli olurdu. Hem de illüzyon müzesinin diğer mekanların bedava olmadığını kibarca anlatırdı.
Takdir elbette ki, bu güzel eseri bizlere kazandıranların. Binanın girişine yazdıklarına bakılırsa; neredeyse, haşa yoktan var etmişler burayı. Okuyalım öğrenelim. Fosatti biraderlerin yaptıkları söylenen eskisinin hiçbir şey olmadığını görelim. Girişe, Narmanlı Han'ın kitabesini yazanlar (onun fotoğrafı da altta) aynen şöyle diyor:
"Avluda karşılıklı olarak yer almakta olan biri iki, diğeri üç katlı iki yapının ise hiçbir mimari özelliği bulunmamaktadır. Her iki yapıda konut yapıları olarak planlanmış olup, iki katlı yapıda, iki merdivenden ulaşılan, üç katlı yapıda ise anlamsız bir şekilde kurgulanan birbirine bitişik ikişer merdivenle ulaşılan odalar bulunmaktadır. Avluda yer alan iki katlı yapı ise konut yapısı olarak planlanmış olup, herhangi bir plan özelliği arz etmemektedir."
Bak sen! Eğer bu anlamsız ve manasız dahi mimari özelliği bulunmayan; bir değil, iki değil, bu üç yapıyı, Ayasofya'yı restore eden, hangi yerde ne var bir bir bilen, üstü badanayla kapatılmış mozaik ve freskleri ortaya çıkaran Fossatiler yapmış olamaz. Çünkü, Rus çarından "Saray Mimarı" unvanını alan, İstanbul'da Rus Elçiliği, Hollanda Elçiliği, Darülfünun binalarını, Baltalimanı Sarayı'nı yapan daha pek çok inşaata imza atan Gaspare Fossati olamaz bu kişi elbet. Olsa olsa, birlikte Ayasofya'yı tamir ettikleri kardeşi Giuseppe'dir diyeceğim ama baktım o da mimarmış. Hani oğlunu, özel kalem müdürü yapan belediye reisi misali o da kardeşini böyle bir göreve tayin etmiş, o da böyle anlamsız ve işlevsiz merdivenler yapmıştır olabilir diye aklımdan geçmedi değil. Zaten, kendi deyimiyle "onarımı" yapanlar, kitabeyi yazanlar da "Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkün olur" diyerek bu tespiti doğruluyorlar. Bu binanın Fossatiler ile bir alakası yok. Nokta. (1)
Daha iyi anlamak için girişteki kitabeyi baştan (meraklısı için fotoğrafı yine altta) okuyalım; şöyle yazıyor:
"Yapının 16 Ağustos 1913 günü kullanıma açılan Tünel-Taksim hattı öncesi yıkılan ön bölümünün mimarisi konusunda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Ana yapının yeniden düzenlenen cephesinde yer almakta olan Dor düzenindeki yarım daire planlı kolonçelerin, yapı ile hiçbir konstüriktif bağının olmadığı yalnızca cepheye yapıştırılmış dekoratif düzenlemeler olduğu anlaşılmaktadır. Yapının Galatasaray'a doğru olan bölümündeki iki aksta ise bu kolonçeler giriş aksına göre simetriyi bozdukları için tekrarlanmamıştır"
Bu ne incelik, bu ne lütuf. "Konstrüktif" açıdan hiçbir işe yaramayan (sanırım ve çektiğim fotoğrafa göre binanın içindeki işe yaramayan merdivenler gitmiş). Dor düzenindeki "kolonçeler" (kolon, sütun ya da kalonçe, kalonşo, kayınço çiçeği ile karıştırmayın, bu yüksek mimarlık teriminin ne demek olduğunu ben de pek anlayamadım) kalmış. Yarım daire biçimiyle korunmuş. Bir de bodrum kat ilave edilmiş anlaşılan.
(Binanın içindeki merdiven ve bodrum, müzenin yanı)
Açıklandığı gibi, yapıldıkları tarihte bile "Galatasaray'a doğru olan iki aks üzerinde simetriyi bozdukları için tekrarlanmayan" bu şeylerin tayini çıkarılmamış, yok edilmemiş boyanarak bırakılmış. Minnettarız.
Yeni Narmanlı Han'da o kadar çok şey var ki, anlatacak! Ben kendi hesabıma, geçtiğimiz bahar Köln civarına gitmiş, Beethooven'ın Bonn'da, Marx'ın Trier'de doğdukları evleri gezmiştim. Biliyorum, anakronizm zaten bu işte ama; keşke buraları yapmadan önce Yeni Narmanlı'yı harman edenlerle bir görüşselerdi, fikir alırlardı.
Almanlar. Her şeyi olduğu gibi bırakmışlar. Güya restore etmişler. Evlerin merdivenleri hâlâ gıcırdıyor. "Yaşanmışlığı var" demişler, mimari açıdan işlevsizliğini, manasızlığı görmemişler. Mimar değilim ama ben bile bu kadarını görebiliyorum. Girişlere mini minnacık müzeleri sıkıştırmışlar. "9. Senfoni" ile "Kapital" kitap ayracı satıyorlar. Yok burada doğmuşmuşlar, yok babasının çalışma bürosu şuradaymış, yok bilmem kaç kişi bu odada yaşamışlar falan filan. Hikâye, masal çok ama bir İllüzyon Müzesi yok. İki lokma yiyecek, bir latte içecek yer de... İnsanın beynine kan gitmeyince şekeri düşüyor, nerede olduğunu anlayamıyor.
Mr. Bean, filmlerinin birinde Amerika'ya gider. Amerikan asıllı ressam Whistler'in tablosuna refakat etmek için. "Whistler'in Annesi" adı verilen ve Viktoryan dönemin Mona Lisa'sı olarak adlandırılan tablonun Amerika'ya gelecek olmasıyla birlikte Amerikalılar harekete geçer. Bu tabloyu işlevsel kılmak için her şeyi yapar. Film bu ya "Whistler'in Annesi"nin ne yarı çıplak modelli reprodüksiyonları, ne bardağı ne de tişörtü ne hamam havlusu kalır. Hepsi satışta.
Kısacası; o kadar olmasa da, sıtarbaks'da bir Tanpınar espresso iyi giderdi. Lokantanın Bedri Rahmi Confit de Canard, karpuzlu limonata, Vişneli Kısır'ı füzyon mutfaklı menüsünde bulundurması veya Aliye Berger adlı bir mobilyacı, hamburgerci fena mı olur?
Daha da iyi olur.
Diyelim bitirelim.
Sinirleri fazla bozmayalım.
1) https://www.yenisafak.com/hayat/bu-kadar-cehalet-ancak-tahsille-olur-2399292