29 Temmuz 2022

Para politikası mı 'kör gözüm parmağına' mı?

Sorunları ileride ortaya çıkacak daha büyük girdaplı araçlarla ötelemeye çalışan ekonomi yönetiminin, kendi girdabını yaratıp bunu da beğenmemiş olması 'kara mizah' sayılır

Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu her temmuz sonunda olduğu gibi Enflasyon Raporu'nu sunmak için basın toplantısına çıktı. Uzun uzun ihracat başarısını anlattı, tüm dünyada resesyon konuşulurken Türkiye'nin bunun dışında kaldığını söyledi. Bence en çarpıcı olanı şuydu; son dönemde yüzde 30'lara yaklaşan piyasa faizlerinin TCMB faizinden yüksek olmasına ilişkin olarak, "Tüm faizlerin politika faizine yakınsaması için gereken adımları atmaya devam edeceğiz" demesiydi. Yani "kör gözüm parmağına" gidilecekmiş.

IMF'nin Temmuz tahminleri, Türkiye'nin ihracat pazarlarının önemli bir bölümünde aşağı yönlü güncellemelerle resesyon değil yüzde 1 civarında çok düşük bir büyüme öngörüyorken, bu yavaşlamanın ihracatı yavaşlatacağı da açık. Böyle bir durumda da yüksek enflasyon ve durgun bir ekonomiyle yüz yüze kalacağımız açık. Yıkıcı bir enflasyonla ortaya çıkan satın alma gücü erimesiyle, iç talepte durgunlaşma etkisi gecikmeyle yansıyacakken, bunun dışına kalabilecek miyiz göreceğiz.

Asıl işi olan enflasyon konusunda "Dünyada ne yanlış gidiyorsa bizde de o yanlış gidiyor. Dünyada bütün ülkelerde enflasyon yükseliyor, bizim başka sorunlarla beraber yüksek enflasyon olma noktasında sıkıntımızın farkındayız, zorluğumuzun farkındayız" bahanesi yinelendi. Kavcıoğlu'nun o 'sıkıntıyı' kırılgan bir ekonomide bizatihi siyasi direktif altında aldığı faiz indirme kararlarıyla kendisinin yarattığını bilmemesi mümkün değil.

Basın toplantısının kamuoyuna hesap vermekten çok, 'Saraydan' onaylanma arayışının bir parçası olduğu görülüyordu. Neden öyle olmasın ki? Yasası gereği fiyat istikrarını sağlaması gereken bir kurumun başkanı, tam tersine fiyat istikrarı bir yana yıkıcı bir enflasyonu körükleyen benzini ateşlemişse hem de. Haneleri yangın yerine çeviren, orta sınıfı çökerten yoksulu daha yoksul hale getiren politikaya yol veren bir bürokratın sığınacağı ve onaylanma arayacağı yer tabii ki kendisini oraya atan ve direktiflerini uyguladığı siyasi irade olacaktı.

Enflasyon Raporu'nda toplantısındaki açıklamaların, sorular üzerine söylenenlerin ne kadar boş olduğu çok açık. Kavcıoğlu'nun söylediklerinde çokça çelişkili ve tutarsız vurgular oldu. Rezervlerin artmaya devam ettiğini söylerken, gerçek durum yılbaşına göre rezervlerin 13 milyar dolara yakın azaldığı idi.

Enflasyon Raporu'nda sunulan grafikte açıkça görülmesine karşın, Merkez Bankası'nın tahmin ettiği enflasyon patikasında yılsonuna doğru en düşük yüzde 80 olduğu, bandın yüzde 90'lara ulaşma olasılığı olduğu konusu sorulduğunda sözlü olarak reddetti. Israrla sorulduğunda da yanıt vermedi.

Kavcıoğlu "Son 10 günü çıkardığımızda son bir ayda en az değer kaybeden para birimi Türk Lirası" derken, başkan olarak atandığı Mart 2021'de dolar kurunun 7.50 olduğunu, bugün ise 17.92 olduğunu, kurun yüzde 140 arttığını, tek başına son 1 ayda yüzde 7.5 artmış olduğunu unutmuş göründü.

Yukarıdaki grafikte de yer alıyor, "kontrol ufku", para politikası aracı politika faizinin bugün kullanılmasıyla, etkisinin görüleceği ilerideki dönemi anlatır. Politika faizini önemsiz hale getiren bir iktidar ile onun bürosu haline dönüşen bir merkez bankasının 'kontrol ufku' diye bir kavramı olamaz. Faize dokunmuyorsanız 'kontrol ufkunuz' yoktur. Yüzde 14'lük faizle, buna yaklaştırılma işareti verilen piyasa faizleriyle iş daha da kontrolden çıkacak demektir.

Merkez Bankası'nın ve bastığı paranın itibarını yerle bir eden bir yönetimin güven sağlaması mümkün olabilir mi? Olmuyor da. Türk lirasını tutulacak bir varlık olarak değil, yükümlülük olarak tutulmasını cazip kılan politikaları uygulayan kurum ve yönetimlerin enflasyonu kontrol etmesi mümkün olabilir mi? Olmuyor da.

TL'den kaçış özendiriliyor

Son bir aylık kur artışı kabaca yüzde 7.5 oldu. Sadece bununla kalsa iyi. Son dönemde döviz tutmayı daha da cazip kılan en önemli unsur, döviz hesaplarına bankalarca ödenen faizlerin yükselmiş olması. Bankalarda döviz hesaplarına ödenen faizlerin yüzde 4-6 arasına çıkmış durumda. Bu yukarı çıkışın önderliğini de kamu bankalarının yapmış olması ayrı bir mevzu.

TL faizlerini düşürerek döviz tutmayı cazip kılıp, üstüne üstlük bir de dövize endeksli mevduat penceresine kamunun kur garantisi vermesi akıllara ziyan bir tablo ortaya çıkardı.

Son 1 ayda olanca gücüyle şirketler ve bankaların döviz ablukası altına alınıp, dövize de arka kapıdan satarak müdahale edilmesine karşın kur yüzde 7.5 artmış oldu. Neden olmasın ki, bankalarda mevduata alınan faiz aylık yüzde 1.6, kredi kartı borcunu erteleme faizi aylık yüzde 1.8, devletin vergi alacaklarına uyguladığı gecikme faizi yüzde 2.5.

Hatta öyle ki Kavcıoğlu piyasa faizlerinin, TCMB faizinden yüksek olmasına ilişkin olarak "Tüm faizlerin politika faizine yakınsaması için gereken adımları atmaya devam edeceğiz" diyordu.

Bu politikayı sırf 'üst mevkiler öyle buyurdu diye' uygulayanlar da biliyor ki; TL yükümlülük yaratmak, var olan TL yükümlülüğü geciktirmek, ertelemek, TL kredi kullanarak dövize endeksli fiyatlanan ürünleri satın almak oldukça cazip hale getirildi.

Ablukayı büyüttükçe dövize olan talebi körüklediklerinin de farkındalar.

Sadece bayram öncesi ve bayram sonrası iki haftada döviz hesaplarındaki artış 4 milyar dolar. Üstüne bir de 4 milyar dolarlık döviz kredisi kapatılmış. Böylece iki haftada sadece bu iki kalemde 8 milyar dolarlık döviz talebi oluşmuş.

Hesap öyleydi ki, "yaz gelecek turist akacak, döviz bollaşacak ve kur düşecekti". Turizmde 'yüksek sezon' içinde Temmuz sonundayız ama gümbür gümbür bir döviz talebi var. Efektif dövizin kalbi Kapalıçarşı'da döviz kurunun bankalararası piyasadan 10-15 kuruş primli olması dikkate değer.

Bankacılar ise Merkez Bankası'nın kendilerine "muhabirlerde duran dövizlerini ülkeye getirme" telkininde bulunduğunu anlatıyor.

BDDK verilerine göre bankaların yurtdışı muhabirlerinde 24 milyar doları var. Buna karşılık, başta döviz hesapları ve diğer yükümlülükler hesaba katılmadan, sadece yurtiçi ve yurtdışı bankalara 84 milyar dolarlık borçları var. Yurtiçinde bir otorite de bu dövizleri bende tutun diye telkinde bulunuyor.

Bu daha önce şirketlere yapılan "döviz satın" telkininin devamı gibi olsa da oldukça tedirginlik yaratıyor. Zira vatandaşta "sıra bize mi geliyor?" tedirginliğini körüklüyor.

Ankara'da bu girdaba dönüşen politikaları yönetirken, şimdi olayların peşinde kalıp koşarken işleri daha da kötüleştiren bürokratlar, "düğmeye basarak" ekonomiyi yönetemeyeceklerini görmüş olmalılar. Her attıkları adım işleri daha da çıkmaza sokuyor, kontrollerinden çıkarıyor.

Ağustos ayına girerken tek gündem, "Kur Korumalı Mevduat" (KKM) hesaplarında hatırı sayılır bir büyüklüğü tutan şirketler kesiminin 6 aylık hesap vadelerinin dolması. İşte bu kaygı ile Ankara şimdiden vergi istisnasını yeniledi. Yine de ilave herhangi bir 'havuç' olmadan şirketlerin bir bölümünün KKM hesaplarında dövize endeksli TL olarak duran hesaplarını vadesinde dövize dönmeleri muhtemel. Zira konu sadece getiri ve vergi kazancı değil. Likidite ve dış borç ödemelerine dair öncelikleri de var.

Sorunları ileride ortaya çıkacak daha büyük girdaplı araçlarla ötelemeye çalışan ekonomi yönetiminin, kendi girdabını yaratıp bunu da beğenmemiş olması 'kara mizah' sayılır. Kavcıoğlu Türkiye'nin kredi risk priminin (CDS) geçen hafta 900'e ulaşması sorulduğunda, "Birçok ülkenin yaşadığı ekonomik ve siyasi, finansal sektöründeki sıkıntılar ile kıyaslanmayacak kadar iyi olan Türkiye, haksız bir CDS ile karşı karşıya" diyordu.

Yasa mı dediniz?

Kavcıoğu'nun basın toplantısında iki nokta dikkat çekiciydi. Birincisi, Bloomberg'den Onur Ant'tan gelen soruydu; başkanın "ısrarla büyüme ve cari fazla üzerine gittiği", enflasyon hedefin 15 kattan fazla olduğu ama Yeni Ekonomi Modeli ile istihdam olması, resesyon olmaması ve ihracatın payının artması ile övündüğüne işaret edip, "Prensip olarak sadece enflasyona bakmak sizi rahatsız ediyor mu? Elinizi ayağınızı bağlıyor mu?" diye soru üzerine, Kavcıoğlu, "Bence Merkez Bankası yasası okunduğu zaman, elimizi ayağımızı bağlayan bir şey yok. Enflasyonun tanımlanmasının alt cümlesi, istihdam ve büyüme ile hükümet politikalarını eşgüdüm içinde politikalar üretmemiz görevi de bize verilmiş. Cari fazla üzerine kurulmuş ekonomi modelini, Merkez Bankası'nın enflasyonu da kontrol altında tutarak yürütebileceğimiz görevi tanımlanmış" diyordu.

Merkez Bankası'na yasasında (4. madde) verilen görev bu değil. "Enflasyonu da kontrol altında tutarak" denmiyor. İlk koşul olarak fiyat istikrarı görevi veriliyor. Yüzde 80'lik enflasyon 'kontrol altında tutulan' bir seviye değil, fiyat istikrarı görevi çarpıtılıyor.

Yasada, "Bankanın temel amacı fiyat istikrarını sağlamaktır" denildikten sonra, "Banka, fiyat istikrarını sağlama amacı ile çelişmemek kaydıyla Hükûmetin büyüme ve istihdam politikalarını destekler" diyerek, koşullu bir alan açıyor.

Başkan Kavcıoğlu'nun herkese okumasını tavsiye ettiği madde bu. Oysa elini kolunu bağlayan açık bir madde var orada. O da fiyat istikrarı.

"Fiyat istikrarı" yüzde 2-3 seviyesine sürdürülen bir enflasyonu ifade diyor. Apaçık yasasını ihlal eden bir yönetim var. Fiyat istikrarını yangına çevirmiş bir merkez bankasının ihracat ve istihdamla övünüyor olması milyonlarca yoksul haneye 'nanik' yapmakla eşdeğer.

İkincisi de Merkez Bankası'nın İstanbul'a taşınması konusu sorulduğunda, Kavcıoğlu Merkez Bankası'nın eylül sonu itibarıyla program dahilinde İstanbul'a taşınmasına çalıştıklarını" anlattı.

Sahi, yasasında "Bankanın merkezi Ankara'dadır" diye yazan bir kurumdan mı bahsediyordu?

Uğur Gürses kimdir?

Uğur Gürses, 1985 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (Mülkiye) İktisat Bölümü'nden mezun oldu.

Çalışma hayatına 1986 yılında T.C. Merkez Bankası'nda başlayan Gürses; döviz kuru politikası, döviz rezerv yönetimi ve açık piyasa işlemleri alanlarında çalıştı.

1994-2000 yılları arasında özel ticari bankalarda yöneticilik yaptı. 2001 krizi öncesinde bankacılığı bırakarak TV kanallarında ekonomi yorumculuğu yapmaya başladı.

1999 yılında Yeni Yüzyıl gazetesinde başladığı günlük ekonomi ve finans yazılarına, daha sonra Yeni Binyıl gazetesinde devam etti. 2001-2014 yıllarında Radikal gazetesinde, 2014-2018 arasında da Hürriyet gazetesinde yazdı.

2018'den sonra kişisel blogunda (www.ugurses.net) ekonomik gelişmeleri yorumlayan Uğur Gürses, Aralık 2021’den itibaren T24’te yazmaya başladı.

Yazarın Diğer Yazıları

İkinci yüzyılın iktisat kongresinde gelecek inşası

Uzun bir maratonun ardından tüm kesimleri bir araya toplayan İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi 15-21 Şubat günlerinde İzmir’de düzenlenecek

Bütçe hakkı neden paspas edildi?

Bankalara enflasyonun 6’da biri oranlarla zorla kâğıt aldıran yetkili ve siyasiler eğer borçlanma yetkisi için Meclis’e erken gelirlerse ‘Piyasanın bozulabileceğinden’ korkmuşlar

Son dönemecin mottosu

Öyle ya iktidar her şey; kazanılırsa ne âlâ, kaybedilirse gelene yıkılacak bir enkazın ne zararı olabilir? O halde tüm düğmelere basılacak. Girdiğimiz yol bu