29 Haziran 2017

Kibr-i Kebir: Kibarca kabre ilerleyelim, boşluk kalmasın

"Kibir zenginin, güçlünün, iktidar sahibinin, güzelin vb duygusudur"

Sevgili okur, inşallah yine nelerle uğraşmışsın diye takaza etmezsin. Dönüp baktığımda zaman zaman sıkıcı olabilecek tafsilatlarda kaybolduğumu ben de görüyorum. Serde biraz titizlik, zihinde biraz meslek hastalığı da var. Ama fazla üstünde durmadan metnin rahvan gidişine kendini bırakırsan belki yazı çok yorucu gelmeyecektir.

T24’e 2014 yılında yazdığım yazılardan birinde duygular hakkında okumanın, düşünmenin, anlamaya çalışmanın benim için taşıdığı önemden dem vurmuş ve değişik duyguların (iğrenme, kibir, gurur vb) nasıl ilgimi çektiğini anlatmıştım. Orada[1] ve takip eden yazıda[2] özellikle intikam duygusu üzerinde durmuş ve “kronik intikamcılık” diye adlandırdığım bir tabloyu resmetmeye çalışmıştım.

İşte o dönemde iki yazı daha yazmış, ancak bunları tamamlayamamıştım. Bunlardan birisi umut hakkındaydı, diğeri de kibir. Aradan geçen zamanda kibir gündelik hayatta sanki eskisine göre çok daha fazla kullanılan bir sözcük haline geldi. Bu sözcüğün politik tartışmalarda ve değerlendirmelerde bir yeri oldu; kibir herkesin başkasında kolayca gördüğü ancak kendisiyle pek ilişkilendirmediği bir duygu olarak öne çıktı. Aşağıda göstermeye çalışacağım gibi bu süreçte anlamı da değişiklikler geçirdi. Örneğin daha önceden pek alışık olmadığımız bir kullanıma kavuşan “ego” sözcüğü kibrin bu yeni tanımında kendisine bir yer buldu. Kişinin “egosunu bırakması gerektiği” yolunda tavsiyelere rastladık, birisinin “egosunun çok yüksek” (ya da büyük) olduğunu işittik vs. Ego ya da benlik sözcüklerinin bu yeni kullanımlarında aslında kibirden bahsedildiğini söyleyebiliriz.

Üç yıl aradan sonra, konuyu tekrar ele alayım diye düşündüm. Ama eski yazının havasına da bir türlü giremedim. Kadük kalmış bir yazı olarak yeniden kullanıma açmak çok zordu, işin doğrusu bir kenarda kalmasına razı olamadığım için eski yazıyla ne yapabileceğimi bulmaya çalışmakla geçireceğim zamanı pekâlâ sıfırdan başlayacağım bir yazıyı tamamlamak için kullanabilirdim. Bion’un makalesiyle ilgili kısımlar dışında bu yazı eski yazıdan tümüyle uzaklaştı. Harcadığım onca zamanın hatırına eski yazının şimdikine hiç olmazsa dolaylı katkıları olmuştur umarım.

Kibir”, Türk Dil Kurumunun (TDK) sitesinde “Kendini beğenme, başkalarından üstün tutma, benlik, gurur” diye tanımlanmış[3]. Evdeki 1983 baskısı TDK sözlüğünde ise  üç anlam birbirinden ayırt edilerek yazılmış: 1) Büyüklük, ululuk (bu kullanımın eskimiş olduğu belirtilmiş) 2) Kendini büyük görme, başkalarından üstün tutma, büyüklenme 3) Onur, gurur[4].

Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisinde ise kibir “Kendini başkalarından üstün görmeye yol açan, kendine aşırı değer verme duygusu; büyüklenme ve gurur” diye tarif ediliyor[5].

Son olarak Kubbealtı Lügatinde kibir maddesinde “Büyüklük taslama, kendini herkesten üstün görme, burun büyüklüğü” yazılmış ve ayrıca “kibrine dokunmak” ve “kibrine yedirememek” diye iki deyim tanımlanmış[6].

O halde ilk izlenim olarak kibir sözcüğünün “kendini başkalarından üstün görme” temel anlamını koruyarak zamanla biraz daha olumsuz bir çağrışımla anılır olduğunu söyleyebiliriz.

Tüm sözlüklerde gurur ve onur gibi duygulara hayli yakın tanımlandığı da görülüyor. TDK sitesinde gurur üç anlamla tanımlanmış: 1) Kendini beğenme, büyüklenme, benlik, kibir 2) Övünme 3) Kurum, çalım. TDK 1983 sözlüğü de hemen hemen aynı tanımları veriyor, yalnız tanımlarda “benlik” sözcüğü geçmiyor ve onur/şeref anlamlardan birisi olarak belirtiliyor.  

Bu tanımlar dilin canlı, gündelik kullanımında ne kadar geçerli diye düşündüm. Sözlüğe bakmadan tanım yapmam gerekse, gurur sözcüğünü kibir karşılığında kullanmayı pek düşünmezdim. Ama Kubbealtı sözlüğü de bu kez eski ve yeni TDK tanımlarıyla hemfikir görünüyor. Üç temel anlam vermiş:1) Kendini beğenme, büyüklük taslama, boş şeylerle övünme, benlik, enaniyet, kibir, azamet. 2) İftihar, övünç 3) Övünülecek şey. (Bu tanımlardaki enaniyet sözcüğü okura yabancı gelebilir, onun da sözlük tanımı, “benlik, kibir, gurur” olarak verilmiş. Yani sözcükler bir yerden sonra birbirlerine göndermelerle tanımlanıyor.)

TDK’nın “övünme” sözcüğü yerine “iftihar ve övünç” kulağımızın daha alışık olduğu kullanımlar gibi görünüyor. Yoksa olur olmaz ve herkes için kullanılan “Türkiye” ya da “Bu taraftar” (ya da hangi özneyse) “seninle gurur duyuyor” sloganları kulağımıza çok mu yerleşti? Kubbealtı sözlüğündeki deyimlerden “gurur duymak” çok yaygın kullanılırken ve karşılığını tarif etmek muhtemelen gerekmezken, kibirlenmek karşılığı olduğu söylenen “gurur getirmek” deyimini duyduğumu ben hiç hatırlamıyorum. Bundan çıkardığım sonuç, “kibir” sözlüklerde gurura çok yakın, anlamdaş gibi verilse de kulağımızda ve dimağımızda bu karşılığın fazla yankı bulmadığı.

Mesela bir Yeşilçam filmi kurgulasak ve diyelim baba rolünde Münir Özkul olsa şöyle bir sahneyi kolayca gözümüzün önüne getirebiliriz. Münir Özkul “fakir ama gururlu” bir aile babasıdır. Kızı ya da oğlu zengin bir oğlana ya da kıza tutulmuştur. Baba Özkul, zengin aileden gelecek herhangi bir himmeti, özellikle maddi olanları kabul etmez. Bu örnek demek istediğimi kolayca anlatmama yardımcı olacak. Sözlük tanımlarını bir yana bırakıp bu sözcüklerin zihnimizde nasıl ayrıştığını anlamak için Yeşilçam örneğimizdeki zengin aile babasının tutumunu kibir, Özkul’un tutumunu ise gurur olarak tanımlayacağımızı düşünmek yeterlidir. Ailelerin ilişkilerindeki maddi, sınıfsal, güce ilişkin farklılıkların duygusal dışavurumunda zengin ve güçlü aile kibirli, fakir ve güçsüz aile ise onurlu/gururlu olarak görülecektir. 

Bir de Kubbealtı sözlüğünde “gurur duymak” için “iftihar etmek, göğsü kabarmak” tanımınının başına “yeni bir söyleyiştir” ifadesinin konmuş olduğunu belirtirsek durum biraz daha anlaşılır olacak. Kubbealtı’na dönüp, belki biraz Münir Özkul mimik ve jestleri de kullanarak diyebiliriz ki: “Hayır, gururun iftiharlığı, övünçlüğü yeni değil, gururun kibri eski; biz yeni değiliz aslında, siz eskisiniz!”

Yeşilçam örneği bize şu çıkarımı yapma cesaretini veriyor. Kibir zenginin, güçlünün, iktidar sahibinin, güzelin vb duygusudur. Güçsüzün, ezilenin, fakirin, çirkinin kibri değil gururu, onuru olabilir. Tabii kişi bir ilişkide zayıf tarafta iken diğer ilişkide üstün tarafta olabilir. Mesela fakir birisi işçi konumundayken “onurlu”, ama baba konumundayken (kadına ya da çocuğa karşı) kibirli olabilir. Demek ki kibir tabiatı gereği kibredenin kibreylediğine göre bir üstünlük durumunu varsayıyor. Kibir bu tarife göre sevimsiz ve yıkıcı bir duygu gibi görünüyor. 

Gururla kibri ayırt etmek için birazdan Bion’dan güzel bir yardım alacağız. Ama şimdi ses çağrışımlarının bizi nereye götüreceğine bir bakalım.

Aklıma ilk gelenler Kibar, Kabir, Kebir. Evet, Kubur da aklıma geldi, yazmadım. Ama sözlüğe bakınca yazmakta bir sakınca olmadığını gördüm. Kuburun ilk anda akla gelen “ayakyolu deliğinden lağıma inen boru” anlamı dışında “boru biçiminde kap” ve “bir çeşit tabanca” anlamları da var. Ayrıca TDK’da belirtilmese de gerek Büyük Larousse da gerek Kubbealtı’nda kuburun kabrin çoğulu olduğu diğer anlam da belirtilmiş. Büyük Larousse kuburun bu anlamında ikinci u’nun üzerine bir inceltme/uzatma çizgisi koymuş, Kubbealtı (verdiği örnekleri uzatma çizgisiyle yazmasına karşın madde başlığında) buna gerek görmemiş. O halde kibir ile ölüm arasındaki ilk bağlantıyı burada bulmuş sayabiliriz kendimizi. Gerek kabir, gerekse onun çoğulu olan kubur (mezar/mezarlar) açık ses benzerlikleriyle bu yakınlığı çağrıştırıyorlar. İşin ustaları densizliğimizi bağışlarlarsa şöyle fiyakalı bir şeyler bile uydurabiliriz: “Ehl-i kibir de olur bir gün ehl-i kubur/ Kabre giren kibir yok olacaktır mecbur”[7]

Diğer iki kelime yani kebir ve kibar ise benzer kökten çıkıyorlar ve ilkinin büyük, ulu, yaşlı; ikincisinin nazik, zarif gibi anlamları var. Bunlar daha bilinen kelimeler olduğu için üstünde fazla durmuyorum. Bu kökten çıkan ve düşünmemize yardımcı olabilecek bir kelime de “kebire”. O da “büyük” anlamına bağlı bir biçimde “İslam dininde hakkında açık hüküm bulunan büyük günah” anlamına geliyor ve çoğulu da “kebair”. Buradan aklımıza kibrin günah kabul edilen bir olumsuz duygu olduğu gelebilir. O halde İslam Ansiklopedisinin (İA) ne dediğine de bir göz atmak gerekir[8]. İA’de kibrin tevazuun karşıtı olduğu vurgulanıyor. Maddeyi yazan Mustafa Çağrıcı “Aynı kökten gelen tekebbür ve istikbar (sıfat halleri mütekebbir ve müstekbir) kibre yakın anlamlara gelmekle birlikte kibri büyüklük duygusu, tekebbürü ise bu duygunun eyleme dönüşmesi şeklinde yorumlayanlar da vardır” diyor. İstikbarın ise iyi ve kötü olanının bulunduğu belirtilmiş ve insanın büyük ve değerli olmayı istemesi iyi, sahip olmadığı meziyetlerle övünmesi ise kötü istikbar olarak tanımlanmış. İA ayrıca “ucb” kavramını da “kendini beğenme, böbürlenme anlamında bir ahlak terimi” olarak zikretmiş. İlgili maddede ucbun acayip, ucube gibi sözcüklere köklük eden şaşmak anlamındaki acb kökünün isim biçimi olduğu belirtilmiş.

Günah deyince İA aklımıza geldi, orada kibre baktık, şimdi günahla ilişkisini de İA’dan okuyalım. Kibrin hadislerde nasıl geçtiğine ilişkin örneklere bakılırsa İslam ahlakının ve tasavvufunun kibre yönelik hükmü hayli ağır:

Kibir insanı zalimler arasına sokar (Tirmizi). Cehennemliklere mahsus başlıca kötü huylardan birisidir (Buhari).  Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse cennete giremeyecektir (Müslim ve Ebu Davud). İA’dan son alacağımız söz de Gazzali’nin kibri açıklarken söylediği, “Kibirli kişi cennete giremez, zira kibirli kişi kendisi için istediğini başkası için isteyemez” cümlesi olsun.

Şimdi varalım gidelim üstadı azam Freud bu konuda bir şey söylemiş mi ona bir bakalım. İngilizce olarak kibrin en yaygın karşılıkları arrogance, conceit, vanity, hubris, pride. Bunlardan bizim aradığımız anlama en yakın olan “arrogance”. Diğerleri değişik nüanslarla kibir dışında sözcüklerle karşılanmaya daha uygunlar. (Hubris Yunanca kökenli bir sözcük ve bileşenleri “aşırı bir gurur, abartılı bir özgüven ve başkalarını hor görme” olarak belirtilen Hubris Sendromu deyişinde de kullanılıyor. Hubris Sendromu kişinin belirli bir süre gücü elinde bulundurmasından sonra ortaya çıkan bir durum olarak formüle ediliyor ve ABD başkanlarıyla İngiltere başbakanlarında Hubris Sendromunun var olup olmadığını ele alan bir çalışmada pek çok başkan ve başbakanda “hubristik özelliklerin” bulunduğu, bazıları için de Hubris Sendromunun varlığından söz edilebileceği belirtiliyor. Tanıdık gelebilecek isimler arasında George Bush, Margaret Thatcher ve Tony Blair var.[9])

Freud’un toplu eserlerinde kibir (arrogance) sözcüğü toplam on bir kez geçiyor. Bunlar arasında bizim işimize yarayacak fazla bir malzeme olduğunu söyleyemeyiz..

Bu on bir bahsedişin dördünde ortak olan şey, insanın, (âdemoğlunun, insanlığın, insan türünün diye çeşitlenebiliyor yazıya göre) hayvanlar (hayvanlar âlemi, hayvanlar krallığı vb) karşısındaki kibrinin çocuklarda/çocukluk çağında mevcut olmadığının söylenmesi. Freud insanın hayvan karşısındaki kibrinin ilkel insanlarda ve çocuklarda bulunmadığını bunun uygarlığın (ve eğitimin) bir ürünü olduğunu söylüyor.

 

Aşağıdaki alıntı Totem ve Tabu’dan[10]. Ama aynı şeyi Psikanalize Giriş Dersleri [11] kitabında ve Psikanalizin Yolundaki Bir Güçlük[12] makalesinde de söylüyor. Musa ve Tektanrıcılık’ta da benzer bir cümleyle bu görüşünü bir kere daha tekrarlıyor[13].

 

“Çocukların ve ilkel insanların hayvanlarla ilişkileri çok benzerdir. Çocuklarda uygar erişkinlerin kendi doğalarıyla diğer tüm hayvanlar arasında katı ve hızlı bir sınır çizmelerine yol açan kibrin izine rastlanmaz. Çocukların dünyasında hayvanların kendilerine eşit olarak değerlendirilmesi konusunda bir çekince yoktur. Bedensel gereksinimlerinin giderilmesi konusunda ketlenmemiş olmak bakımından kendilerini büyüklerinden çok hayvanlara benzer görürler ve bu belki de onlar için bilmecemsi bir durumdur”.

 

Klein’ın eserlerinin toplandığı iki temel ciltte kibir (arrogance) sözcüğü tek bir kez bile geçmiyor[14],[15]. Yalnızca sözcüğün sıfat hali (kibirli/arrogant) bir tek yerde kullanılıyor, o da başka bir yazarın romanındaki bir karakterin tarifini aktarırken.

 

Bion’un kitaplarının birçoğunda da sözcük hiç geçmiyor. Gelecekten Bir Anı adlı kitapta kibir ya da kibirli sözcüğüne rastlamak mümkün. Ancak bağlamlar kavram hakkında fikir verici olmaktan uzak. Kitap da tuhaf bir kitap aslında, konuyla ilgili bir şey bulamadıysam da yazıya geri dönmem saatlerimi aldı. “Acb” kökünden türetilecek sözcüklerle nitelenebilecek türden yazılarla dolu bu kitabı bırakıp başlığı doğrudan konuyla ilgili olan bir makaleyi içeren kitaba gidelim. “Kibir Üzerine” adlı bu kısa makalede Bion bir hasta üzerinden hepsi birlikte olduğunda psikolojik bir felakete yol açan üç bileşenden bahsediyor: Merak, kibir ve ahmaklık.[16] Bion’a göre analizde bu durumun ortaya çıkması ilginç bir paradoks oluşturuyor. Çünkü analitik sürecin kendisi felaketin bir parçasını oluşturan merakın dışavurumu haline geliyor. Böylece analiz de eyleme vurmanın ta kendisi oluyor. Bion bu psikolojik felaketi hastanın bebekliğinde yansıtmalı özdeşim mekanizmasını bir iletişim biçimi olarak kullanmasını engelleyen bir nesne ilişkisinin varlığıyla açıklıyor. Bion’un makaledeki ilginç bir tercihi de dikkatini Oidipus mitindeki anneye yönelik ensestiyöz arzulara ve bunun yol açabileceği tehlikelere değil, Oidipus’un gerçeği her ne pahasına olursa olsun öğrenmek istemesine yöneltmesidir. Bion bu tutumu kibirli bulur ve kibir kavramı için bir prototip oluşturduğunu söyler. 

 

Bizi ilgilendiren bileşen kibir olduğundan Bion’un onunla ilgili sözlerine bakalım. Bion makalenin hemen başında kısa ama can alıcı bir ayrım yapıyor. Kişilikteki gurur (pride) yaşam içgüdüsünün hâkim olduğu durumda özsaygı haline gelir, ölüm içgüdüsünün hâkim olduğu durumda ise kibir haline, diyor. Bu ifadede iki katlı bir bilgi var; hem gurur, özsaygı ve kibir arasındaki ilişkinin yakınlığını hem de bunların ne bakımdan farklı olduklarını anlatıyor.

 

Zimmer ise Bion’un bahsettiği bu üçlüye bir dördüncü bileşen daha katılabileceğini öne sürüyor: Sürpriz[17]. Ama sürprizi böylesi bir tablonun ayrılmaz bir bileşeni gibi değil de devreye girdiğinde yeni bir şeyler ortaya çıkarabilecek, diğer bileşenler ve bütün üzerinde olumlu bir etki yapabilecek bir harici etken gibi tarif ettiği izlenimini veriyor.

 

Zimmer ayrıca Bion’un tarif ettiği klinik durum için kibir (arrogance) yerine böbürlenme/kendini beğenme (hubris) terimini öneriyor ve belki merak yerine de sözde-merak (pseudo-curiosity) demenin daha uygun olacağını düşünüyor. 

 

Psikanalitik makaleler barındıran Pep-Web’te başlığında kibir geçen sadece beş makale bulunuyor. Bion ve Zimmer’in makalelerinden söz ettim, ikincisi birincisini ele alıyor zaten. Diğerlerinde ise pek buraya aktarabileceğim türden bilgiler bulamadım. Kibrin psikanaliz yazınında nasıl ele alındığını anlama yolculuğundan biraz eli boş dönmüş gibiyim. Ama zaten ne bulduğumdan çok yolculukta nasıl yürüdüğüme ilişkin bir şeyler yazmak istemiştim. Aslında hep öyle yapıyorum.

Daha da diyecek başka sözüm yoktur. Artık kibarca, kabr-i kebire doğru ilerleyeyim. Boşluk kalmasın. Aslında hep öyle yapıyorum.


[1] http://t24.com.tr/yazarlar/turkay-demir/aklimiza-ve-birbirimize-mukayyet-olma-vaktidir,9713

[2] http://t24.com.tr/yazarlar/turkay-demir/kronik-intikamcinin-hazin-dunyasi,9722

[3] http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&view=gts

[4] Türk Dil Kurumu (1983) Türkçe Sözlük (2 Cilt), Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.

[5] Benk A (Genel Yayın Yönetmeni) (1992) Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, Milliyet Yayınları, İstanbul.

[6] Ayverdi İ (2010) Misalli Büyük Türkçe Sözlük. Kubbealtı Yayınları, İstanbul.

[7] Demir T (2017) Divan-ı Temir Dürkay, Hayali Yayınevi, İstanbul.

[8] http://www.islamansiklopedisi.info/

[9] https://academic.oup.com/brain/article/132/5/1396/354862/Hubris-syndrome-An-acquired-personality-disorder-A

[10] Freud S [1913] Totem and Taboo. The Standart Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Volume XIII. Hogarth Press, London.

[11] Freud S [1917a] Introductory Lectures on Psychoanalysis. The Standart Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Volume XVI.  Hogarth Press, London.

[12] Freud S [1917b] A difficulty in the path of psycho analysis. The Standart Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Volume XVI.  Hogarth Press, London.

[13] Freud S [1939] Moses and Monotheism. The Standart Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Volume XXIII.  Hogarth Press, London. 

[14] Klein, M. (1948) Contributions to Pyscho Analysis 1921-1945. Hogarth Press, London. 

[15] Klein, M. (1975) Envy and Gratitude and Other Works 1946-1963. Hogarth Press, London.

[16] Bion WR [1967] On Arrogance. In: Second Thoughts. Karnac Books, 1993, London.

[17] Zimmer RB (2013) Arrogance and Surprise in Psychoanalytic Process. Psychoanal Q, 82(2):393-412.

Yazarın Diğer Yazıları

On altı

Seninle yan yana yürürken istesem de istemesem de çokluk senin hakkında, ikimiz hakkında düşünürüm. Türlü şeyler anlatırım sana, bazen sesli olarak, bazen içimden. Gözüne güzel manzaralar ilişsin, kulağına hoş-avaz kuşların nağmeleri dolsun isterim. Dünyayı beğendirmeye çalışır, sanki sana "bak bu da var!" der gibi ilginç şeyleri işaret ederim

"Hiç" oldum Muvakkit

Muvakkit'in zihninin içinden süzülen şöyle bir cümle duydum: "Hayatında sadece acı varsa, hiç acı yoktur". Üstelik sormadan anladım ki, bununla acının fazlalığından kaynaklanan bir kayıtsızlık halini kastetmiyordu. Tuhaf bir fikir diye düşündüm, ama bir açıklama istemedim. Öylece kalmaya, salınmaya devam ettim. İfadeyi tersinden kursaydı, örneğin "Hayatında sadece zevk varsa, hiç zevk yoktur" deseydi, kabul etmek o kadar zor olmayacaktı sanki. Sonra, öylece kaldım ve yavaş yavaş ne demek istediğini anladım. 

Muharrem İnce ve Freud'un fıkraları

Seçimlere kısa bir süre kala bazen kendimi öylesine sıkışmış, cansız ve isteksiz bir ruh haliyle mahut günün gelmesini ve ne olacaksa olmasını bekler bir durumda buluyorum ki, ilgimi başka konulara yöneltmek ihtiyacı hissediyorum. Bu hafta sonu da gündemden birkaç saatliğine uzaklaşmak için Elliott Oring'in Sigmund Freud'un Fıkraları: Mizah ve Yahudi Kimliği Hakkında Bir Çalışma adlı kitabını okuyordum. Kitap beklediğimden hayli farklıydı ve Freud'un incelemek için seçtiği fıkralarla kendi hayat öyküsü arasında ilginç bağlantılar kuruyordu[i]. Öte yandan kitapta incelenen fıkraları okurken zihnimin bunları bir şekilde Muharrem İnce'ye bağlayıp durduğunu fark ettim. Bir iki fıkra sonra da bunu kendim için eğlenceli bir hafta sonu uğraşı haline getirdim. Derken, belki bunu bir yazıya dökebilirim diye düşündüm.