İnsan bazen neredeyse o anlatılan dev ve küresel komplo teorilerinden birinin tam da göbeğinde yaşadığına -yaşamaya çalıştığına- inanacak gibi oluyor.
Gerçekle, ispatlıyla, görünenle, elle tutulurla komployu birbirinden ayırmak gün geçtikçe zorlaşıyor.
Sık sık etrafında olan bitene bakıp "Biz neyin içinde yaşıyoruz?" derken yakalıyor insan kendini.
Buna sebep olan, ta başından beri dillendirdikleriyle komplo teorisyenlerinin haklı çıkması mı yoksa yaşanan eksen kaymalarıyla dünyanın çivisinin iyice çıkması mı, inanın onun da cevabını vermek oldukça güç…
Bu soruların cevabını tüm dünya kendi hikâyesi içinde ararken bizler, yani Türkiyeliler için konular her zaman olduğu gibi biraz daha dramatik maalesef!
"Coğrafya kaderdir" diyorlar ya, hah işte tam da o nedenle sorduğumuz soruların yanıtları da kaderimizle eş değer bir seviyede ilerliyor…
Malumunuz, önümüzde bir seçim var. Gün geçtikçe yaklaşan bir seçim.
Toplumun bir kısmı, 20 yıllık karanlıktan bu seçimle kurtulacağımız inancıyla bekliyor sandığa gidilecek o günü.
Hangi gerekçeyle, nasıl bir istatistiki çalışmaya bakarak veya toplumda gördükleri hangi yansıma sonucu buna inandıklarını bilemiyorum, cevabı bende yok.
Ama inanıyorlar işte!
Desen: Selçuk Demirel
Muhalefetin tartışma konuları belli, 20 yıldır da konu başlıkları aynı yaklaşık olarak -dönemsel isim değişikliklerini saymazsak-.
Nedir bu konular?
Muhalefetin adayı kim olacak?
Kürtler kimi destekleyecek?
Kürt oyları seçim sonucunu belirleyecek önemde mi?
Seçim yaklaştıkça iktidar daha da sertleşecek veya çirkinleşecek mi?
Olası bir gerilimle seçim ileriye atılır mı?
AK Parti'nin sonu geldi mi?
Oysa vatandaşın bu konularla yakından uzaktan ilgisi yok.
Bu soruların hiçbiri, yaşamsal sorunların hiçbirine değmiyor bile!
Şüphesiz seçmenin seçime dair aradığı cevapların soruları da bunlar değil.
Ülke derin bir karanlığa gömülmüş durumda. Çöküş dönemi diyoruz; eğitiminden, sağlık sisteminden, polisinden, kanununundan, hukuk sistemine her alanı lime lime olmuş diyoruz.
Bu her biri derin çalışmalarla çözüm arayışı bekleyen konular, sorunlar bekleyedururken bir diğer yandan da ekonomik kriz, alım gücünün düşüşü, emlak krizi, beslenme sorunu, yakıt krizi, döviz krizi, açlık, işsizlik de ortada…
Bu fazlasıyla gerçek ve fazlasıyla yaşamsal konular dururken, gencinden yaşlısına tüm vatandaşlarda gelecek kaygısı, endişe ve stres tavan yapmışken….
"Kurtuluşumuz bu seçimle olacak" diyen muhaliflerin bu hayati konularla alakalı ortaya koyduğu sağlam bir tez, çözüm haritası filan benim gözüme hiç çarpmadı desem haksızlık mı etmiş olurum bilemiyorum.
Ama insaflı davranmaya çalışırsam, "muhalefeti de eleştirmek kolay" demeyin diye kendimi kibarlaşmaya zorlarsam ancak şunu çıkartabilirim kalemimden; hâlâ a'dan z'ye çözüm üreten muhalifler, civa gibi çalışan bir muhalefet görebilmiş değilim.
Ve bu 'hâlâ' görememişlik 20 yıllık bir süreci kapsıyor, yeni bir gelişme de değil.
Hâlâ laf dönüp dolaşıp "HDP'yle aynı masaya oturmayız" düzeyinde kilitlenip kalıyor.
Onun dışında da bol laf, iddialı sloganlar, güzel duyulan ama bir türlü icraata dökülemeyen 'ideoloji soslu insani gelişim' vaatleri…
"Soyulduk, kandırıldık, hırpalandık" deniyor, evet biz yaşadık, yaşıyoruz da halen…
"Peki ne olacak, ne yapılacak, nasıl bir siyaset üretilecek?" sorusu hâlâ cevapsız.
20 yılda doğurulamayan 'yeni siyaset' birkaç ayda çıkacak inşallah, hâlâ onu bekliyoruz bir umut!
Beklenen seçim haziranda yapılsa, haziran da kapıda!
"Ne yapacaksınız, hangi hamlelerle karanlıkları aydınlatacak vaatleri vatandaşa sunacaksınız?
"Çözüm önerileriniz, iyileştirme adına bulduğunuz çözümleriniz nelerdir?" sorusu 'hâlâ' yanıtsız kalıyor.
Kaldı ki en ufak toplumsal meselelerde, tartışmalı ve hassas konularda da muhalif partilerin tanınmış isimleri 'hâlâ' sınıfta kalıyor.
"20 sene kime ne kattı, kimi ne yönde geliştirdi, kimi liderleştirdi?" diye sorsanız onun da yanıtı yok!
Siyaset hep aynı kör noktalarda aynı ezber kilitlerde tıkanıp kalıyor.
20 yıllık aktörler aynı, 20 yıllık söylemler aynı, 20 yıllık siyaset aynı...
Tek değişen vatandaş çok daha yorgun, vatandaş çok daha parasız, vatandaş çok daha bıkkın.
Sırf buna güvenilerek de seçimden zafer bekleniyor gibi görünüyor.
"Ekonomi biterse iktidar da biter" deniyor.
20 yılın doğurduğu siyasetin söylem özeti bu bana göre, kusura bakmayın!
Bu arada da geçen her saniye bize her türlü özgürlüğümüzden, hakkımızdan ve insanlığımızdan biraz daha kaybettirmeye devam ediyor!
Çıldırmamak elde değil.
İşte orada da komplocuların zihinlerimize ektiği tohumlar devreye giriyor.
İnsan ister istemez muhalefete, "Yahu arkadaşlar siz iktidar kazansın diye mi o koltukları işgal ediyorsunuz? Bu belirsizliği, bu siyasetsizliği, bu çözümsüzlüğü, bu duruşsuzluğu iktidara hizmet için mi icra ediyorsunuz?" diye sormadan edemiyor!
Sonra kalkıp muhalefeti eleştirmek kolay diyenlere anlat, saçları iktidarı eleştirerek beyazlattığını, ama nafile!
İnanın artık klavye başına geçip yazı yazmak dahi çok çok zor.
Siyaset yapılmıyor ki yazısı yazılsın!
20 yıldır bir türlü kendini, duruşunu netleştiremeyen bir tuhaf muhalif söylemlerle "İnadına birlik olacağız" deniyor. Tamam olalım da ne için olacağız, onu da anlayalım olurken değil mi?
Karşımızda hepimize düşmanca yaklaşan, 20 yıldır el arttırarak sertleşen siyasetiyle hüküm süren bir iktidar var.
"Peki, sizin karşı siyasetiniz ne?"
"Peki bizden, vatandaştan beklentiniz ne?"
Sorularını, sorunlarını, geleceğini unutup son günlerin moda deyimiyle "Karşımıza pet şişeyle de çıksanız oy vermemiz" mi?
İnanın konu asla adaylar değil. Aday önemli bile değil, isimler önemli değil, partiler önemli değil…
Önemli olan "'O pet şişe' hangi yaralara ve nasıl merhem olacak, o pet şişe hangi iddia ile iktidara talip olacak" sorusuna cevap verilmiyor oluşu!
Tuğçe Tatari kimdir?
Tuğçe Tatari, 1980 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Akademi Radyo Televizyon mezunu.
Gazeteciliğe 2000 yılında Habertürk'te muhabir olarak başladı. 2004 yılında Vatan gazetesine geçti. Gazete, dergiler ve ekler olmak üzere, dört yıl muhabirlik yaptı. 2009 yılında Akşam gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Güncel konulara, sosyal hayata ve popüler kültüre dair eleştirel yazılar yazması için aldığı köşe yazarlığı teklifini kabul ettikten bir sene sonra siyasi yazılar yazmaya başladı.
Akşam gazetesine Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu TMSF'nin devlet adına el koymasının ardından, 2013 Haziran ayının sonunda Gezi Parkı olaylarına “mesafeli” durmadığı gerekçesiyle işten çıkartıldı. “Eski ana akım medyada yasaklı” konumuna gelen ve izleyen dönemde T24'te yazmaya başlayan Tuğçe Tatari'nin, Kürt sorununu ele aldığı ve halen “yasaklı yayınlar” arasında bulunan “Anneanne Ben Aslında Diyarbakır'da Değildim” adlı bir kitabı bulunuyor.
|