15 Mart 2024

Türkiye'de 'vicdani ret' bir hak ihlali konusudur!

Memleketimizde, söylemde askerliği yüceltip eylemde askerlikten kaçınmakta bir beis görülmemektedir!

Vicdani ret konusu benim de uzun yıllardır üzerinde düşündüğüm bir konu. İnsan hakları bakımından bir ülkenin gelişme göstermesi adına, muhakkak vatandaşlara bu hakkın tanınması gerektiği görüşünde olanlardanım.

"Askere gitmemek bir tercih hakkı olmalı ve birçok gerekçe yanında 'savaş karşıtı bir tutum hakkı' olarak da kabul edilmelidir" diyenlerdenim.

İnsan, askerlik yaşı geldiğinde tamamen kendi inançları, istekleri, düşünceleri ve görüşleri doğrultusunda askerlik yapmayı kabul etmeme hakkına sahip olmalıdır şüphesiz.

Ama birçok haktan mahrum edilen Türkiye vatandaşları bu alanda da es geçilmemiştir.

Şimdi seçim arifesinde bu konu nereden çıktı, diye sorgulayacak olan okurları hemen yanıtlamak isterim.

Geride bıraktığımız günlerde T24 yazarı Gökçer Tahincioğlu'nun haberiyle 'müjdelediği' hukuki bir gelişmeden haberdar olduk.

AİHM, KKTC'de yaşayan bir avukatın açtığı dava nedeniyle Türkiye'yi muhatap alarak verdiği kararda, askerlik yapmak istemeyen vicdani retçilere alternatif kamu hizmeti seçeneği sunulmamasını ihlal olarak kabul etti.

AİHM'in Türkiye'de vicdani ret hakkını kullanan ve bu sebeple hayatı kâbusa çevrilen insanlarla ilgili geçmişte de verdiği kararlar bulunmakta.

Ama devletin kesinlikle askerlik yapmak istemeyen vatandaşlarına bu hakkı tanımaması halinde bir başka kamu görevi sunmak zorunda olduğuna ilişkin bir karar çıkmış olmasını önemsiyorum.

Çünkü vatandaşın görüşüne saygı duyup onun önüne kabul edebileceği bir görev seçeneği sunmak medeni bir devlet olmayı gerektirir!

Peki böyle bir kararın çıkması neden önemlidir?

Türkiye gibi en ufak haklar için bile büyük bedeller ödenen bir ülkede askerlik gibi 'dokunulmaz' kılınan bir görevi yerine getirmeyenler, getirmek istemeyenler neler yaşamıştır, bu sorunun cevabı için önce buna bakmak gerekir.

Her şeyden önce şunu bilmek gerekir ki; Avrupa Birliği üyesi tüm ülkelerde vicdani ret hakkı var. Avrupa Konseyi üyesi 47 devletten ise bu hakkı tanımayan iki ülkeden biri Türkiye, bunun da notunu buraya düşmek gerekir. 

Türkiye'de 2013 yılında ilk defa kurulan Vicdani Ret Derneği'nin kayıtlarına göre, 1989-2021 yılları arasında Türkiye'de 409 'vicdani ret' açıklayan kişi var.

Fakat Türkiye gibi bir ülkede gerçek manada vicdani ret konusunda net sayılara ulaşmak neredeyse imkânsızdır. Çünkü bu seçeneği, bir seçenek olduğundan habersiz hayata geçiren ve asla varlığından dahi haberdar olmadığımız yüzlerce örnekten de söz edebiliriz.

Etnik yapılar, aidiyetler, cinsel kimlikler, inançlar ve hatta inançsızlıkların bu derece çeşitli olduğu bu topraklarda resmiyete dökülmüş sayılar asla tam olarak belirlenmiş kabul edilemez.

Kürdü, Ermenisi, Rumu… Ve Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana yaşananları da düşünürsek, henüz çok taze bilinçlenmiş bir toplumun -ki sadece küçücük bir aydın kesimden söz ediyoruz hâlâ- vicdani ret konusunda net verilere ulaşabilmesi de belki ancak bundan sonrası için gerçekten mümkün olabilir. 

1989 yılında Türkiye'nin gördüğü ilk resmi vicdani ret hakkını kullanan aynı zamanda doktor olan Tayfun Gönül'dü. 1988 yılında "zorunlu askerliğe hayır" kampanyası başlatarak en azından Türkiye solunda "zorunlu askerlik ve militarizm" konularının bilinçli bir şekilde tartışmaya açılmasına neden oldu.

Gönül, salt "bayrak" ve "şehit" gibi kavramlar üzerinden yapılan tartışmanın tehlikesine ilk dikkat çeken isimlerin de başında yer alıyordu. Ve birçok bedel ödemek durumda kaldı.

Fakat konunun önemini anlamak adına Türkiye'de vicdani ret yolunu seçenlerin neler yaşadığına, adına 'bedel' dediğimiz şeylerin ne olduğuna da bir bakmak gerekir. Aslında özeti; Türkiye'de askerlik yapmamanın karşılığı tüm ülkeden silinmek anlamına gelir. Yani Türkiye de tercihen askerlik yapmak istemeyen kişiler resmî işlerde çalışamaz, sigortalanamaz, mesleğini icra edemez, sıradan bir işte kayıtlı olarak görev alamaz, nikâhlanamaz vb… Aynı zamanda potansiyel suçludur, şüphelidir ve istenmeyen, onaylanmayan kişidir.

Bunların dışında da askeri cezaevleri ve ardından sivil cezaevlerine varan uzun tutuklulukların yanında 'sağlam işkenceler'e de maruz kalanlar vardır.

Bu noktada daha detaylı bilgilenme ihtiyacı duyanların 2013 yılında yayımlanan gazeteci Pınar Öğünç'ün 'Asker Doğmayanlar' kitabını mutlaka okumalarını öneririm. Açıkçası benim de bu konuya yönelmemde çok etkili olmuş bir çalışmaydı.

Öğünç, Türkiye'de vicdani retçi olan 14 kişiyle görüşmüş ve yaşamlarının nasıl karardığını kendi anlatımlarıyla bizzat okurla buluşturmuştu.

Aslında kimsenin zorunlu askerlik yapmak istemediği, parayı denkleştirebilenlerin bir saniye bile düşünmeden 'bedelli askerlik' yaptığı, maddi gücü olmayanların ise mecburi hizmet olarak askerliğe zorlandığı bir sistemde, pek çok konuda olduğu gibi, burada da hayata geçirilenlerle ağızdan dökülenler arasında büyük bir uyuşmazlık vardır.

Memleketimizde, söylemde askerliği yüceltip eylemde askerlikten kaçınmakta bir beis görülmemektedir!

Zaten 'devlet büyüklerimizin' kendi askerlik hanelerine veya çocuklarının askerlik dönemlerine bakıldığında da bu fotoğraf iyice netleşmektedir.

Ülke kimliğine ve davranış biçimine odaklandığımızda, aslında bizlere "her erkek asker doğar ama parası olan farklı doğabilir" denmektedir.

Oysa asgari düzeyde insan hakları bakımından dünyaya baktığımızda kişiler kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptir.

Bizler için maalesef bu haklardan ve kendi hayatı üzerinde karar yetkisinden söz etmek mümkün değildir.

Okullarımızda başlayan 'zorunlu askerliğe sempati' çalışmaları, yaşam boyu tekrar etmeniz gereken sözleri de sizlere ezberletir aslında. Geri kalmış hatta çağ dışına düşmüş ülkelerde bu konular tartışmaya bile açık değildir.

Ama olmalıdır!

Bi çok konuda olduğu gibi bu konuda da hak mücadelesi vermeye, kesintisiz diretmeye devam etmek önemlidir.

Evet vicdani retçiler vardır ve vicdani ret hakkı insani bir haktır; bu hakkı vatandaşına tanımayan bir devlet zorunlu askerlik yerine mutlaka bir başka makul kamu hizmeti seçeneği sunmalıdır.

Türkiye gibi insanların görüşlerini suistimale yatkın ülkelerde 'alternatif kamu görevleri' gerçekten kamuya hizmet edilen sosyal sorumluluk alanlarında olmalıdır!

Tuğçe Tatari kimdir?

Tuğçe Tatari, 1980 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Akademi Radyo Televizyon mezunu.

Gazeteciliğe 2000 yılında Habertürk'te muhabir olarak başladı. 2004 yılında Vatan gazetesine geçti. Gazete, dergiler ve ekler olmak üzere, dört yıl muhabirlik yaptı. 2009 yılında Akşam gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Güncel konulara, sosyal hayata ve popüler kültüre dair eleştirel yazılar yazması için aldığı köşe yazarlığı teklifini kabul ettikten bir sene sonra siyasi yazılar yazmaya başladı.

Akşam gazetesine Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu TMSF'nin devlet adına el koymasının ardından, 2013 Haziran ayının sonunda Gezi Parkı olaylarına "mesafeli" durmadığı gerekçesiyle işten çıkartıldı. "Eski ana akım medyada yasaklı" konumuna gelen ve izleyen dönemde T24'te yazmaya başlayan Tuğçe Tatari'nin, Kürt sorununu ele aldığı ve halen "yasaklı yayınlar" arasında bulunan "Anneanne Ben Aslında Diyarbakır'da Değildim" adlı bir kitabı bulunuyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Gelin biraz da katrilyonlarca borç bırakan ‘kayyım rezaleti’ni konuşalım!

Kayyım atanan belediyeler adeta yağmalanmış, deniyor ya, hiç de boşa denmiyor o laf. Buyurun DEM Parti belediyelerine bırakılmış borç listesini alt alta koyalım. Eski para üzerinden tablodaki milyarları ‘katrilyon’, milyonları ‘trilyon’, binleri ‘milyar’ olarak da okuyun lütfen! Ülkeye, toprağa, insana, kaynağa yapılan ihaneti bir arada serelim ortaya. Öyle bir bir arada olabilelim ki, kimsenin bir daha ‘kayyım’dan söz dahi etmeye cesareti olmasın…

Kobani duruşmasında umut yeşerten tek hamle "yeni CHP"den geldi!

Kobani davasının geleceğe dair umut yeşerten hamlesi, CHP’nin duruşmayı izlemek üzere bir heyet yollaması oldu. Yeni CHP, "Barış masası olacaksa kimse bu masa için Erdoğan’a mecbur değil" mesajı vermeye devam ediyor. Umarım bu tavrı tüm siyasi tutukluların davalarında da gösterirler…

Türkiye'de âdetten değildir ama, bu bir özür ve özeleştiri yazısıdır!

Politik bir tutum olarak sandığa gitmedim… Ülke insanına, sandığa topyekûn bir inanç kaybı ve küskünlük yaşadığımı anlayamamışım… Küserek hakkımı aramaktan vazgeçme noktasına savrulmuşum, bunun özeleştirisini vermekle yükümlüyüm… Ben bu seçim sonuçlarını öngörememiş olmanın özrünü değil, insanımıza dair girdiğim bu inançsızlaşma süreci için özür diliyorum… Ve evet CHP'de 'iyi çalışan' o azınlığı görmezden geldiğim için de o CHP'li azınlıktan özür diliyorum…