07 Haziran 2023

Seyircisiz zulüm olmazmış; Türkiye'de Osman Kavala olmak

 Onlar Kavala ailesi olarak ne düşünür bilemem ama ben, tüm ülkeye yaşattıkları bu 'tek bir yaşama tutunma umudu dahi bırakmayan' muhalefet tarzından, hayatımızı değiştiremeyen bu 'muhalefet' icraatından yaşamımın sonuna kadar razı değilim, olmayacağım!

Yaşadıklarımızı sindirme, defalarca bir umut kapısı bulup ona bağlanma ve yeniden inançlar yeşertecek sebepler yaratma çabasında yorgun düşmüşlüğümle kendimi sıklıkla Osman Kavala'yı düşünürken buluyorum. 

Yaşam hakkı gasp edilmiş çok sayıda insan söz konusuyken neden Osman Kavala diye soracak olursanız, yanıtlamak benim için kolay.

Tarihsel bir 'bedel ödeme kültürü'nden gelenlerin, tutunacak manevi dalları çok olur. Oraklarda "bedel ödemek' dava peşinde gerekliliktir bir aşamada. Yanınızda, yörenizde, ailenizde, atalarınızda, çocukluğunuzda bir mihenk taşı olabilir 'gerekirse bedelini ödemek!'

Oysa Osman Kavala öyle bir aileden gelmiyor.

Tabiri caizse; bembeyaz, varlıklı bir ailenin, yani var olduğu sınıfın ayrık otu.

Benzerlerinde olmayan, içine doğduğu dünya içinde kendi başına, özgürlük ve demokrasiye gönül vermiş biri. Aslında bu manada, o dünyalarda yapayalnız biri!

Sahip olduğu maddi olanaklardan, onu avantajlı kılan ve doğumla gelen imkânlarından da hareketle başkaları için 'bir çıkış umudu' olmayı tek başına, sadece kendisi seçmiş.

İyi eğitim almış, saygın okullarda okumuş, 'ayağına taş değmeden' büyümüş şanslı azınlıktan biri.

O azınlığın sahip çıkmayacağı 'demokrasi ve özgürlük mücadelesi'ne yine o azınlık arasından sıyrılıp kendi başına girmiş biri. 

Tanıyan kime sorsanız, Osman Kavala kibarlığıyla, yardım severliğiyle, demokrasiye olan sevdasıyla anlatılan biri. Ama adeta tek başına, misal "Osman Kavala'nın arkadaşlarıyız" diye onu sırtlanan etkin bir muhalif kesim de yok, gördüğünüz gibi!

Ancak içinde bulunduğu durum, 2017 yılından beri yaşadıkları ve yaklaşık altı yıldır bulunduğu cezaevi sürecindeki duruşuyla da tıpkı yukarda söz ettiğim 'o gelenekten gelenler' kadar sağlam ve 'bozulmadan' duran biri.

Bu profil bende büyük bir saygı yaratmakla beraber, kendisi ve eşi Ayşe Buğra'yı düşündükçe, dışarıda yaşadığımız bu 'nefes alamama hâli'ni ve sorumlularını daha da derinlemesine sorgular oluyorum.

"Adam resmen rehine alındı" desen, o da bir umuttur. Çünkü 'rehine alınmak' kavramı beraberinde rehine alan tarafın bir pazarlık, bir karşılık sonucu 'rehineyi sal verme' ihtimalini de yürürlüğe sokuyor zihinde.

Ama Osman Kavala özelinde, gördüğümüz kadarıyla bu da yok!

"Rejimin değişmesi bir umuttur" desen, 2017'den bu yana kaç kere heyecanlanıp, o yükseldiği yerden yeniden ve yeniden hücresinin beton zeminine çakıldığını düşünmek, dışarda kendi çakılışlarımın şiddetini de hesaba katınca,  bana çok ağır geliyor.

O hücrede seçim sonuçlarını izlediğini düşünürken buluyorum kendimi. Onu ve eşini düşünürken, kim bilir nasıl baş ediyorlar, nasıl devam edecek gücü yeniden ve yeniden yaratmakta zorlanıyorlardır diyorum.

Baktığımda bir umut, bir ihtimal, bir tutunacak dal bulamıyorum ki ne tanırım, ne bilirim. Biz bile, dışardakiler için 'nefes almak' dışında bir gelecek olasılığı yaratamamışken… 

Neyse ne…

Kapkaranlık hisler, umutsuzluk, bir dehlize atılmıştık, üzeri toprakla örtülmüşlükten başka his geçmiyor bana.

Peki ama Osman Kavala örneğinden yürümeye devam edersek şayet, kime öfke duyacağız?

Bu yaşananların faturasını kime keseceğiz diye sorguluyorum.

İktidara mı?

Erdoğan rejimine mi?

Onların ne olduğu, ne yaptığı ve ne istediği konusunda 21 yıldır hiç şüpheye düşmedim.

'O taraf'tan herhangi olumlu bir beklentim hiç olmadı.

Peki ama ya muhalefet?

Muhalefet derken de lütfen sadece CHP ve Kemal Kılıçdaroğlu algılanmasın.

Tüm muhalif bileşenlerden ve bileşemeyenlerden söz ediyorum!

Sağ muhalefet, milliyetçi muhalefet ve maalesef sol muhalefet de dahil buna.

Osman Kavala ve benzerleri bugün hâlâ bu derece büyük bir haksızlık karşısında yaşama devam etmenin yollarını arıyorsa bunun sorumlularından biri muhalefettir bana göre.

Bunca acıya, bunca haksız-hukuksuzluğa, bunca bedele rağmen 21 yıldır yapmadıkları, yapamadıkları, doğuramadıkları-ölü doğurdukları siyasettir sorumlulardan biri.

Ve evet umarız bir gün bu devrin de sonu gelecek, peki ama o gün sadece hesaplaşmak istediğimiz şey Erdoğan rejimi mi olacak? 

Hep aynı şekilde 'kaybedilmiş -harcanmış demek daha doğru belki- umutlarımızın', ellerine teslim ettiğimiz ve koca koca mağduriyetlerimizin bitmesine yol açmaları için sayısızca, sınırsızca verdiğimiz fırsatların hesaplaşmasına hiç girmeyecek miyiz?

Muhalefette de tanık olduğumuz 'kendi menfaatini gözetmeyi' hiç mi dillendirmeyeceğiz?

Milletvekilliğini, bakanlığı, genel başkanlığı ve beraberinde koltuklarını korumaktan başka pek dertleri olmayanların  Osman Kavala'nın yaşadığı bu korkunç karanlıkta hiç mi katkısı olmadı? Aksini iddia edebilir miyiz? Muhalefet adına memleketin içini boşalttıklarını, yozlaştırdıklarını, yok ettiklerini görmezden gelebilir miyiz? 

Ayşe Buğra'nın titreyen sesini duyup, -bütün gücüne ve vakarına rağmen- onun içinde bulunduğu çaresizliği hissederek, sağından soluna 'razı olduğumuz' tek bir muhalefet hareketinden veya partisinden söz edebilir miyiz? 

Onlar, Kavala ailesi olarak ne düşünür bilemem ama ben Tuğçe Tatari olarak bize ve tüm ülkeye yaşattıkları bu 'tek bir yaşama tutunma umudu dahi bırakmayan' muhalefet tarzından, hayatımızı değiştiremeyen bu 'muhalefet' icraatından yaşamımın sonuna kadar razı değilim, olmayacağım! 

Ve o günü görebilirsem, rejimin 'ünlü unsurları' kadar tek tek bugünün 'ünlü muhalif simaları'ndan da hesap sormaya hazır olacağım! Onlara, Osman Kavala'nın uğradığı zulmün, seyircisiz cereyan etmediğini hatırlatacağım.

Tuğçe Tatari kimdir?

Tuğçe Tatari, 1980 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Akademi Radyo Televizyon mezunu.

Gazeteciliğe 2000 yılında Habertürk'te muhabir olarak başladı. 2004 yılında Vatan gazetesine geçti. Gazete, dergiler ve ekler olmak üzere, dört yıl muhabirlik yaptı. 2009 yılında Akşam gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Güncel konulara, sosyal hayata ve popüler kültüre dair eleştirel yazılar yazması için aldığı köşe yazarlığı teklifini kabul ettikten bir sene sonra siyasi yazılar yazmaya başladı.

Akşam gazetesine Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu TMSF'nin devlet adına el koymasının ardından, 2013 Haziran ayının sonunda Gezi Parkı olaylarına "mesafeli" durmadığı gerekçesiyle işten çıkartıldı. "Eski ana akım medyada yasaklı" konumuna gelen ve izleyen dönemde T24'te yazmaya başlayan Tuğçe Tatari'nin, Kürt sorununu ele aldığı ve halen "yasaklı yayınlar" arasında bulunan "Anneanne Ben Aslında Diyarbakır'da Değildim" adlı bir kitabı bulunuyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Okurlara açık mektup

Önce kendi çocuğum için, sonra da benim gibi bu meselelerle derdi olan anne babaların/aile mensuplarının çocukları için ülkenin en sorunlu beş konusunu ele aldım. Çocuklarımızın aydın, açık fikirli, barışçıl, ayrımcılığı ayıp sayarak, şiddeti reddederek, yaşamı kutsayarak, farklılıklardan beslenerek, toplumsal duyarlılıklar konusunda dünyanın gerisinde kalmayarak ve bir diğerine düşman olmadan yetişmeleri için taşın altına elimizi birlikte koyalım istiyorum…

Artık Kürtlere akıl vermeyi bırakın ve kendi çözüm önerilerinizi ortaya koyun!

Kürt siyasetinin devletle tecrübesi, Türkiye siyasetiyle tecrübesi ve bu tecrübelerin her birinde ödenen bedeller, ağırlığıyla ortada. O yüzden “Sizi kullanacaklar” demek de “Kürtler AKP ile anlaştı” demek de hem bu insanların tüm yaşadıklarını hiçe saymak hem de onlara yaşatılanlara saygısızlık etmektir bana göre…

Türkiye’de erkek, 22 yılın sonunda resmen ‘üstün vatandaş’lık mertebesine oturtulmuştur

Türkiye için bu düzeyde bir seslilik hâli, tuhaf! Çok tuhaf! Kadın cinayetlerinin politik olduğunu düşünüp son günlerde ana akımda sürdürülmesine ‘izin verilen’ bu gündemlilik hâlinin rastlantıdan ibaret olduğunu düşünecek değiliz! Dün gelmedik Türkiye’ye!

"
"