09 Ağustos 2024

Mesele asla bir "ev zencisi" olmanız değil, kimin evinin zencisi olduğunuzdur!

Biz 20 yıldır bu düzene ses çıkartanlar olarak en iyi koşullarda her an dayak yiyoruz ve hakarete uğruyoruz. Daha kötü koşullarda olan arkadaşlarımız da cezaevlerinde! Sizler daha yeni yüzleşiyorsunuz, her şeye evet demediğinizde başınıza gelebileceklerle. İşte hiç duraksamadan köle deniyor, zenci deniyor, denebiliyor sizlere de… Şimdi Türkiye'nin tüm "zencileri" olarak birleşme ve beraber mücadele zamanıdır…

Elbette çok ayıp, elbette çağ dışı bir ayıp, elbette başka topraklarda suç sayılacak bir beyan, elbette yine bir başkası adına çok utandık.
"Artık daha da neler" dedik, yine.
2024 yılında bir ülkenin başkanının ağzından duymak istemeyeceğimiz tarzda ayıplı bir beyan daha…
Hele hele insanın kendi ülkesinin başkanıysa bu ayıplı beyanları dillendiren, utanç da artıyor o zaman!

Hemen buraya not düşeyim, "ev zencisi" tanımını politik bir anlam yükleyerek ilk kullanan Malkom X'tir. Ve ne kişiler, ne çağ, ne de konular birbirine benzemektedir. O gün bu tanımı kullanmak "devrimci bir eylem" iken bugün bu tanımı Instagram kapatıldığı için muhalefet edenlere yöneltmek düpedüz ayıptır, hakarettir!

Bizler muhakkak ki Tayyip Erdoğan'ın algısında "beyaz Türkleriz", yani bu hakaret, bu defalık sadece bizlere yönelik değildi, kendi tekelinde saydığı, kendisini "Müslüman" olarak tanımlayan seçmeneydi.
Daha da ayıp bana göre!

Çünkü, Instagram'ın Türkiye'de kapanmasına ses çıkartan, tepki veren, bu yasağı beğenmeyen vatandaşlarına açıkça "sen benim ev zencimsin, ne alaka şimdi bana başkaldırıp başka bir diktatörlüğün ekmeğine yağ sürersin" denmiştir.

Bir siyasetçinin kendi seçmenine yönelik sarf ettiği daha ayıplı bir söz duymadım, daha büyük bir hakarete şahit olmadım desem abartmış da olmam sanki…

"Kendi iradeniz yok, ben ne dersem sizin için en doğrusudur, bunu sorgulamak sizin haddiniz değildir" denmiştir AK Partili "muhalifleşen" seçmene.

Peki ya bizler, yani Erdoğan'ın seçmeni olmayan ve bu her fırsatta "sosyal medya dahil hiçbir kapatma" kabul etmeyenler için durum nedir?

Bizlerin bir kişinin algısıyla kendimize tanım biçtirecek hâlimiz yok, önce bunu netleştirelim.
Filistin'le dayanışmak için, İsrail'in ne olduğunu anlamak için Recep Tayyip Erdoğan'ın görüşlerine, düşüncelerine ihtiyacımız olmadığı gibi, 80 senelik bir zulümden de AKP sayesinde haberdar olmuş değiliz çok şükür.

Aramızda tek bir fark var, o da biz zulüm görene salt gördüğü zulüm üzerinden yaklaşırız, siyasal İslamcılık ise "Müslüman kardeşliği" üzerinden. Biz Filistin halkı Müslüman olmasaydı da aynı yerde duracaktık, siz ihtimal adını anmayacaktınız bile!

Bunu bilmek için çok başka yerlere bakmaya gerek yok, ülkede yaşananlara ve kutuplaşmaların getirildiği sivriliğe bakmak yeterli.

Siz -Gazze'de soykırıma varan katliamlara rağmen aylarca ve ısrarla ticaret yaptığınız- İsrail'i temelde bir din üzerinden eleştirirsiniz, biz insanlık kaybı üzerinden, inançlar bizim için detay bile değildir yaşanan vicdansızlıklar karşısında.

Ama siz tüm siyasetinizi bunun üzerine kurarsınız ve bizden farklı olarak insanlıktır sizin için detay olan, biliriz!

Bizler kullandığımız sosyal medya aygıtlarının kimler tarafından yönetildiğini, hangi olaylara nasıl hızlı sansür uygulandığını da biliriz şüphesiz.

Ne ülkemizde ne de dünyada bağımsız olamadığımızı, gözetlendiğimizi, özellikle ABD ve İsrail'in propagandasını yaptığı herhangi bir konuda hızla mekanizmalarının çalıştığını, paylaşımların ortadan kaldırıldığını, hesapların askıya alındığını biliriz.

Tüm yaşamını özgürlüğe adamış insanlar için esas kavga da budur zaten, devletlerin adı değişir ama kavga aynı kavgadır, biliriz!

Ve yine de o mecraları bile isteye kullanmaya devam etmek sadece kendi irademizdedir.
Dünyanın, çağın getirisi tüm enstrümanları da dayattığı sınırları bilerek kullanmaya devam etme veya etmeme hakkımız olduğu gibi.

Bu bizim en doğal hakkımız, çünkü İster kullanır ister kullanmayız, seçim tamamen bizlere ait -olmalıdır-!
Kavgamız da bu zihniyetledir.

Sorun siyasi bir sorunsa, koskoca bir ülkenin başında oturan kişilerden de çözümleri siyasi yollarla aramasını bekleriz -normalde tüm insanlığın beklediği de budur-.

Demokratik yollar, diyalog, uluslararası hukuk, diplomatik temaslar gibi, sorunlar karşısında her medeni ülkenin çözüm arama yollarının denenmesini bekleriz…

Ama Türkiye de bu yollar denenmeden, "devletimizin paylaşımlarını kaldırdılar" mesajıyla yetinilerek, ergenvari bir tepki verme biçimiyle ülkenizde 50 milyondan fazla kullanıcısı olan bir mecrayı yasaklayamazsınız, buna eyvallah denmesini bekleyemezsiniz.

Kaldı ki o mecra üzerinden yaşamını sürdüren insanlar var (olmasaydı da sonuç değişmezdi ama var ve bu varlık da vatandaşını önemseyen bir hükümet için önemli olmalıydı); evine mutfağına katkı sağlayan ev kadınlarından tutun mobilya, emlak, gıda satışı vb. gibi yaşamsal sebeplerle bu ortamları kullanan insanlar var.

Bu nasıl bir keyfekeder karardır ve bu karara karşı çıkan nasıl "ev zencisi" olmakla itham edilir, itham edilebilir?
Bu nasıl bir siyasi seviyedir?

Kaldı ki; Filistin meselesini sadece Hamas ve Haniye üzerinden sahiplenen kesimlerin değil Hamas'ı dışarıda bırakarak İsrail'i lanetleyenlerin de bu sansüre uğratıldığını, "İsrail'in tek suçu savaş suçları değildir, tek suçu bir topluma soykırım uygulamak değildir, aynı zamanda gücünü kullanarak tüm dünyanın ifade özgürlüğünü tekelinde tutmaya çalışmaktır da" diyerek defaatle dillendirdik.
Biz bunu dillendirdik çünkü bizim 'özgürlük adına kurulmuş örgütler' üzerine de çalışmalarımız var.
O çalışmalar yüzünden bile devletin eli yakamızdan hiç inmedi, inmez!
Ama bizler düşünceyi, gerçeği, ifade özgürlüğünü önemseyerek yaşıyoruz bu hayatı.

Sizler de bizi bu tarafsızlığımızdan ötürü sık sık cezalandırırsınız, susturursunuz, yasaklarsınız, sansürlersininiz. Çünkü dillendirdiğimiz gerçekler sizin propagandalarınıza uymaz, bu da bir Türkiye gerçeğidir.

Ama sonra biri sizi sansürlediğinde ayağa kalkar ve bunun kabul edilemez olduğunu öne sürersiniz. Evet doğru, kabul edilemez ama sadece size uygulandığında değil!

Oysa sizler sadece kendinizden olanı anlar, kendinizden olana her tür alanda gerekçeli, gerekçesiz savunma imkânı yaratırsınız.

Kimi zaman gerçeği önemsemezsiniz bile, biliyoruz, çünkü bizler de sizin zulmünüz altında yaşamaya çabalıyoruz 20 yılı aşkın süredir.

Bizleri bile sık sık "terörist" ilan edip, yaşadıklarımıza kulak kabartan, yazan çizen yabancı basın mensubu meslektaşlarımızı da susturmaya, onları da lanetlemeye meyledersiniz, biliyoruz, herkes de biliyor maalesef.

O sebepledir ki "sen kendi zulmünle hesaplaş önce" diyebilmek de mümkündür sizlere. Zaten diyen de az değil!

İşin özünde bizlerden beklenen Türkiye'nin "ev zencileri" olmamızdır aslında. Hepimiz topyekûn Türkiye kime terörist diyorsa ona terörist demekle, kim kahramanımızdır deniyorsa ona kahramanımız demeye mecbur bırakılırız. Beyaz siyah fark etmez, hepimiz aynı zulmün içinde kavrulmaktayızdır.

Instagramı, X'i, YouTube'u bir gecede aile içi bir değerlendirme ile kapatma kararı alanlara -çok da farklı bir siyasi çalışma sisteminiz olmadığını görebiliyoruz- amenna demezsek, 20 yıldır sektirmeden oy verdiğimiz liderden hakaret işitiriz, işitirsiniz!

Çocuklarımızın oynadıkları oyunları anne-babalar olarak denetlemek sadece bizim irademizde, izin verip vermemek sadece bizim hakkımız olmalıyken bir gece ansızın Cumhurbaşkanının kararına bağlı olduğu gerçeğiyle yüzleşiriz, yüzleşirsiniz.

Biz dediğime bakmayın, biz hiç bu statüde olmadık. Biz 20 yıldır bu düzene ses çıkartanlar olarak en iyi koşullarda her an dayak yiyoruz ve hakarete uğruyoruz. Daha kötü koşullarda olan arkadaşlarımız da cezaevlerinde!

Sizler daha yeni yüzleşiyorsunuz, her şeye evet demediğinizde başınıza gelebileceklerle. İşte hiç duraksamadan köle deniyor, zenci deniyor, denebiliyor sizlere de.
Demek ki neymiş, mesele sadece bu hükümete eyvallah demekteymiş.
Demek ki bu düzen dönüp dolaşıp herkesi ama herkesi bir gün vuracak, buna düzeni yaratanlarda da dahil, derken çok haklıymışız.

Ama hâlâ hiçbir şey için çok geç değil.
Bugüne kadar AK Parti'yi desteklemiş olabilirsiniz ama artık mesele sizi de yakmaya doğru ilerlemekte.
Buyrun özgürlüklerimiz adına, kendi karar alma haklarımız adına beraber mücadele edelim.
Siz yokken kayıplarımız da çok oldu, haklarımızın büyük bir kısmını ellerimizden aldılar, biz yeterli mücadeleyi, bir aradalığı gösteremedik.
Susmadık evet, ama kaybettik.
Şimdi Türkiye'nin tüm "zencileri" olarak birleşme ve beraber mücadele zamanıdır.
Safları sıkılaştırma zamanıdır, yanımızda her zaman sizlere de yer var.

Kimseyi inancı, geçmişi, yaşamı ve doğruları üzerinden yargılamayız. İnsan oluşumuz yan yana mücadele etmek için yeterlidir.
Ha mücadeleyi beraber verelim, sonra bizlerden sormak istediğiniz hesaplar varsa onları da veririz!

Tuğçe Tatari kimdir?

Tuğçe Tatari, 1980 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Akademi Radyo Televizyon mezunu.

Gazeteciliğe 2000 yılında Habertürk'te muhabir olarak başladı. 2004 yılında Vatan gazetesine geçti. Gazete, dergiler ve ekler olmak üzere, dört yıl muhabirlik yaptı. 2009 yılında Akşam gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Güncel konulara, sosyal hayata ve popüler kültüre dair eleştirel yazılar yazması için aldığı köşe yazarlığı teklifini kabul ettikten bir sene sonra siyasi yazılar yazmaya başladı.

Akşam gazetesine Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu TMSF'nin devlet adına el koymasının ardından, 2013 Haziran ayının sonunda Gezi Parkı olaylarına "mesafeli" durmadığı gerekçesiyle işten çıkartıldı. "Eski ana akım medyada yasaklı" konumuna gelen ve izleyen dönemde T24'te yazmaya başlayan Tuğçe Tatari'nin, Kürt sorununu ele aldığı ve halen "yasaklı yayınlar" arasında bulunan "Anneanne Ben Aslında Diyarbakır'da Değildim" adlı bir kitabı bulunuyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Narin'in köyü, neden gazetecileri taşlıyor?

Bir köyde yaşayan onlarca çocuk ellerine taşları alıp gazetecileri taşlıyorsa, burada ben, o insanları ne kadar mağdur ettiğinizi öğrenme ihtiyacı da hissederim. O köy size olayı aydınlatmak istiyorsunuz diye mi öfkeli, yoksa uydurduğunuz iddialar yüzünden mi, buna bir bakma ihtiyacı hissederim…

Narin olayını 'gazetecileri' de kullanarak bulandırıyorlar!

Narin'in öldürülmesine üzülürken bir diğer yandan da gazeteciliğin yok edilmişliği, yayıncılığın çürümüşlüğü, medyanın kokuşmuşluğu gerçeği ile bir kere daha temas etmek durumunda kaldık…

Narin bir mesele…

Kaybolan Narin kaybolduğuyla mı kalacak, yoksa biz ülkenin uzak bir köşesinde ucunu tutacağımız ipi takip ederek çok daha büyük bir meseleye mi varacağız?

"
"