05 Temmuz 2022

Karanlığa inat, Aysel Tuğluk için mücadeleye devam!

Bu karanlığın tek yaratıcısının iktidarlar olmadığını tekrar tekrar anlatmak için yazmaya devam etmek, bu değirmene su taşıyan muhalif zihniyetleri de faş etmek gerekiyor…

Normal şartlarda bana dair herhangi bir durumun, hatta ruh durumumun sizleri zerre kadar enterese edeceğini düşünmezdim. Ama bir süredir benzer durumlarda olduğumuza neredeyse eminim.
En azından buna inanmak, daha iyisi için aynı 'çukurda' debelenler olduğumuzu düşünmek, bu karanlıkta yalnız olmadığına inanmak tutunacak dal oluyor.

Bugünlerde normalde yaptığınız şeyleri yapmak ne kadar daha zor geliyorsa, yazmanın da ne kadar zorlaştığını bir düşünün… Motive olmak, devam etmek, yılmamak, bırakmamak, kaçmamak için çok çabalamak gerektiğini biliyorsunuz zaten…  Vasatlığın, çamurun, çapsızlığın tüm yaşama, yer yer muhalefete dahi hakim olduğu bir kâbusta sıkışıp kalmışız. Oturduğumuz yerden pisliğin yeniden ve yeniden ifşa oluşunu okuyor, videolar-ses kayıtları izliyor-dinliyoruz.

Yazmayı bırakın var olmak bile zorlaşıyor iyiden iyiye. Ne için yazıyorum? Ne için konuşuyorum? Ne için çabalıyorum? Diye düşünmeden duramıyor insan… Belki de artık yazmak fuzuli bir eylem diye düşünmeye başlıyor insan. Bu ortamda ortaya koyduğun düşüncenin, duruşun nasıl bir kıymeti olabilir ki, diyorsun Ve bu düşünceyi benimsemeye doğru yaklaşırken, mesela Aysel Tuğluk'un Kobane duruşmalarına çıkarılışı ve 'durumu' geliyor aklıma.

Biliyorsunuz Tuğluk alzheimer hastası. Hastalığı cezaevinde ortaya çıktı ve hızla hafızasını yitiriyor. Bu durumda acilen tahliye edilmesi gerekirken, duruşmaya çıkartıp savunmasını vermeye zorluyorlar.

İşte aslında sırf Aysel Tuğluk için bile yazmaya devam etmek gerekiyor. O durumda bile direncinden ödün vermeyen bir kadın, sadece ve nazikçe “Hastalığımdan dolayı savunma veremem” demekle yetiniyor.
Ama hâlâ orada, hâlâ dimdik. İşte sırf onun için bile yazmaya devam etmek gerekiyor. Sırf onun için bile yaşama devam etmek gerekiyor. İşte o anlarda da utanıyor insan; bir an bile olsa yılgınlık hissetmek, yazmayı dahi bırakmaya yaklaşmış olmak…
İnanın her hafta benzer duygu durumlarında geziyorum. Biliyorum sizler de devam etmekte zorlanıyorsunuz.
Ama bırakamayız.

Van'da taranan mülteci minibüsünde öldürülen o minicik çocuk için devam etmek zorundayız. Minicik cesedin başında bekleyen baba için… O fotoğrafı görüp de yılmak olmaz! Aksine o fotoğrafı görünce silkinmek gerek, kendimize gelip aynen devam etmemiz gerektiğini hatırlamak gerek!
Mülteciysen ölmek, dayak yemek, aç kalmak ve senden nefret edilmesi normaldir” diyen ve dünyanın çoğunluğunu oluşturan 'canlı kalabalığı'na karşı çıkmak için, insanlığın, insanlaşma sürecinin nasıl işlemesi gerektiğini defaatle anlatmak için yazmaya devam etmek gerekiyor.

Bu karanlığın tek yaratıcısının, haksızlıkların tek sebebinin iktidarlar olmadığını tekrar tekrar anlatmak için yazmaya devam etmek gerekiyor. Bu değirmene su taşıyan muhalif zihniyetleri de faş etmek gerekiyor. Kimsenin görmek istemediği, kıyıda kenarda kalan mağduriyetleri gözlere sokmak için yazmaya devam etmek gerekiyor. Herkesin bir mücadele alanı var ve olmalı da. Bu dünyanın karanlığına inat mücadeleye devam etmek tek yaşam şansımız çünkü. Benim mücadele alanım yazmak. Peki seninki ne?

Tuğçe Tatari kimdir?

Tuğçe Tatari, 1980 yılında İstanbul’da doğdu. İstanbul Akademi Radyo Televizyon mezunu.

Gazeteciliğe 2000 yılında Habertürk’te muhabir olarak başladı. 2004 yılında Vatan gazetesine geçti. Gazete, dergiler ve ekler olmak üzere, dört yıl muhabirlik yaptı.
2009 yılında Akşam gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Güncel konulara, sosyal hayata ve popüler kültüre dair eleştirel yazılar yazması için aldığı köşe yazarlığı teklifini kabul ettikten bir sene sonra siyasi yazılar yazmaya başladı.

Akşam gazetesine Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu TMSF’nin devlet adına el koymasının ardından, 2013 Haziran ayının sonunda Gezi Parkı olaylarına “mesafeli” durmadığı gerekçesiyle işten çıkartıldı.

“Eski ana akım medyada yasaklı” konumuna gelen ve izleyen dönemde T24’te yazmaya başlayan Tuğçe Tatari’nin, Kürt sorununu ele aldığı ve halen “yasaklı yayınlar” arasında bulunan “Anneanne Ben Aslında Diyarbakır’da Değildim” adlı bir kitabı bulunuyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Türkiye'de âdetten değildir ama, bu bir özür ve özeleştiri yazısıdır!

Politik bir tutum olarak sandığa gitmedim… Ülke insanına, sandığa topyekûn bir inanç kaybı ve küskünlük yaşadığımı anlayamamışım… Küserek hakkımı aramaktan vazgeçme noktasına savrulmuşum, bunun özeleştirisini vermekle yükümlüyüm… Ben bu seçim sonuçlarını öngörememiş olmanın özrünü değil, insanımıza dair girdiğim bu inançsızlaşma süreci için özür diliyorum… Ve evet CHP'de 'iyi çalışan' o azınlığı görmezden geldiğim için de o CHP'li azınlıktan özür diliyorum…

Gökhan Zan’ın sorumluluğu Erkan Baş’ta da değilse kimdedir?

Çevrelerinden kimseyi bir Gökhan Zan kadar beğenememiş olduklarından, adayları üstelik de böyle kritik bir kentte, bu kişi olmuş-olabilmiş… E tabii ‘Kaf Dağı’ tenha olur, şüphesiz!.. TİP’i uzun zamandır böyle açıktan konuşmak -masalarda bırakmamak-gerekiyordu aslında. Elbette hepimiz her şeyin farkındayız, belki de sizlerin vekillik kariyerlerinden uzundur buralardayız! Ama dinlemediniz, ama duymadınız, ama sözüm ona yasakladınız!

Türkiye'de 'vicdani ret' bir hak ihlali konusudur!

Memleketimizde, söylemde askerliği yüceltip eylemde askerlikten kaçınmakta bir beis görülmemektedir!