Çizim: Aydan Çelik
Gelmekte olan felaketi çok önceden fark edenler, uzunca bir süre sık sık CHP eleştirisi yazdı. Ben de bunlardan biriydim. Her eleştiri yazısından sonra da "bu yaptığınız AK Parti'ye yarar" tepkileriyle, gemiye içten zarar vermekle suçlandım.
Oysa yaklaşık 22 yıldır AK Parti'ye bilerek veya bilmeyerek fayda sağlayanlar bizler değil muhalif partilerdi, buna da uyanalım artık lütfen!
Üstelik CHP özelinde konuşmaya devam edersek, o günlerde ortada hâlâ kurtarılacak bir parti vardı, şu anda ciddi bir siyasi partiden söz etmek dahi güç.
Özellikle de hızla yaklaşmakta olan yerel seçim çalışmalarını izlerken; partiden çok bölüşme, pazarlık ve ara buluculuk işleri yapan bir aracı kurum gibi görünüyorlar. Şimdilerde ben CHP'nin daha da kötü günlerini göreceğimizi düşünüyorum ne yazık ki.
Yani CHP hızla yere çakılıyor, fakat kendi farkında değil.
Veya böyle bir meseleleri, dertleri yok.
Ağızlarda bir "2028'e kadar bir daha seçim yok" lafı. Hani "AK Parti'nin eline düşerseniz dört yıl daha sürünürsünüz, yardım edemeyiz bakın" mesajı. E AK Parti'nin de "muhalefette kalırsanız sürünürsünüz" mesajı Cumhurbaşkanı düzeyinde dillendiriliyor, zaten ona da fazlasıyla vakıfız.
Vah halimize!
Sağımız solumuz tehdit!
Sağımız solumuz mecbur bırakılma!
Tehdit var, korkutma, dayatma var ama ortada siyaset yok.
Bakın açık konuşalım, Türkiye'de aktif olarak muhalefet yapan tüm partiler ve aday belirleme şekillerine baktığımızda ortada siyasete dair somut öğelere rastlamak güç.
Özetle, arsa pazarlığı yapar gibi bölgeler paylaşılıyor.
Herkes rantın peşinde görünüyor.
Herkes!
Ve bu o kadar yüzeyde yaşanıyor ki, fark edebilmek için uzmanlığa ihtiyaç yok!
Yani sorun asla CHP ile sınırlı değil.
Memlekette siyaset üreten, iş üreten, çözüm üreten muhalif siyasi parti yok gibi! Ya slogan atıyorlar, ya açıkta kalan ünlünün üzerine atlıyor, ya eş-dost-bizim oğlanı 'getiri olasılığı yüksek' yerlere yerleştiriyorlar ya da herkesle her tür pazarlığa oturuyorlar. Yeter ki 'rant bizim tarafta kalsın…'
Oysa bizlerin, yani özgürlüğünün, yaşamının, şehrinin, dokusunun, yaşam kalitesinin, yaşadığı şehirden alması gereken hizmetlerin, haklarının peşinde olan vatandaşın son derdi bile değil partilerin rantlarını devam ettirebilmeleri, ama vatandaşın beklentisiyle ilgilenen de yok!
Koca koca adamlar gizli kapaklı yürütmeye dahi ihtiyaç duymadan açıktan pazarlıklardalar.
Kaç seçmen kendi şehrinin, kendi belediyesinin adayından memnun, bir bakmak lazım. Ama ona da bakmaya lüzum görmüyorlar.
Çevrelerini sarmış bir kalabalık, o kalabalığın içinde gazeteciler de var ve çıkarlarına uymayan adaylar dışında elle tutulur hiçbir eleştiri koymuyorlar ortaya. Zaten dikkat edin eleştiriler hep aynı dönemlerde aynı kalemlerce dilleniyor sonra birtakım uzlaşmalar ve hop eleştiriler ortadan kayboluyor.
Çünkü onların da bu pastadan yiyecekleri var!
Evet tek sorun elbette ki CHP değil dedik…
Peki ama neden hep konu CHP'de kitleniyor, cevabı basit; pastadaki oy oranı diğer muhalif partilerin toplamından yüksek, tabanı diğerlerinden geniş ve pastadan pay alabilme imkânı diğerlerinden daha olası.
Tabii bu denklem mart sonunda gerçekleşecek seçimden sonra değişecek.
CHP beklemediği bir sıralamaya düşecek.
Açıkçası ben baktığımda sadece bunu görüyorum; hızlı bir çakılma bekliyorum. Sokaklarda insanların konuştuklarını dinlemeye, anlamaya çabalıyorum. Ama sokakta konuşulanla siyaset arenasında yaşananlar da taban tabana zıt kalıyor.
İnsan bazen hayret ediyor gerçekten de!
Aynı ülkede yaşamadığımızı düşünürken buluyorum kendimi sık sık.
Ya bu 'siyasetçiler' -siyasetçileri özellikle tırnak içine aldım çünkü daha çok müteahhit filan gibi bir imaj çiziyorlar- artık sokağa, vatandaşa kulak vermeyi tümden kesti ya da önlerine gelen anket sonuçları yanıltıcı.
Yoksa bu gerekçesiz özgüveni de açıklamak zor.
Arkadaşlar siz nasıl bir siyasi çalışma, nasıl bir örgütlülük içindesiniz ki tabanınızda yaşananları fark edemiyorsunuz, diye sormak lazım.
Geçtiğiniz yerde, aday açıkladığınız il ve ilçelerde memnun insan görebiliyorsanız, biz neden göremiyoruz ona da bakmak lazım.
Öyle bir koltuk sevdası, öyle bir rant açlığı ki oy veren -ki tek ölçü olmalı- tamamen unutulmuş.
Geçmiş seçimlerdeki oy oranları yine cepte sayılıyor, o kadarına zaten razıyızcılık!
Oysa işin rengi çok farklı.
İlk defa CHP seçmeni bir seçimde CHP'ye oy vermek istemiyor. Doğuştan CHP'li olanlar -ki onlar için partiye bağlılık esas- dişini sıkarak, "hadi son bir kere daha vereyim" diyecek belki ama onun dışında kalan seçmen açıkta. Ne yapacağını bilmez vaziyette, etrafta oy verecek aday arayan, oy verecek parti arayan azımsanamayacak bir kitle var.
O kitleyi fark edip onları yakalayacak siyaseti üretmeye başlayan başka bir parti de yok işin acısı.
Yani TİP'i ve DEM'i sola yerleştirsek, İYİ Parti, Zafer, Yeniden Refah, DEVA gibi diğerlerini de sağ muhalefete yerleştirsek, o 'boşa basma' olasılığı çok yüksek kitleyi kendine yönlendirme çabasında olan, o boşta gezen oylara talip olan kimse de yok!
Daha da acısı içlerinden mevcut iktidarla pazarlığa oturanlar da var, maalesef onları da biliyoruz.
Seçim gündemini takip etmek istediğinizde önünüze açılan tablo net; rantçıların elinde kalmış bir Türkiye ve kendi rantının açlığında birtakım adaylara teslim olmuş bir yerel seçim.
Her köşede pazarlık yapan bazı adamlar… Bu tüm muhalefetin sorunu olmalıyken, bu yine sadece birkaç çıkıntının konusu. Bilmiyorum siz yerel seçimlerden ne sonuç bekliyorsunuz? Ben beklentimi açık ettim, sizler de edin. Evet dinlemeyecekler, evet siyaset üretmeyecekler, bu belli, ama siz beklentilerinizi, memnuniyetsizliklerinizi yüksek sesle dile getirin. Çünkü inanın bana, ihtimal seçimden sonra gündemimiz sandığa gitmeyenler ve boşa oy basanlar olacak. Küskün seçmen mi diyecekler, yoksa daha yaratıcı bir tanım mı bulacaklar bilemiyorum ama o gün bu ihtimalle ilk defa karşılaşmış kadar şaşkın göreceksiniz siyasetçilerimizi.
Siz şimdiden sesinizi, sözünüzü dillendirin ki, o gün hiç değilse masumane bir fark edememe halinden kimse söz edemesin, aynı aktörlerle yüzleri bile kızarmadan devam edemesinler yola!
Tuğçe Tatari kimdir?
Tuğçe Tatari, 1980 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Akademi Radyo Televizyon mezunu.
Gazeteciliğe 2000 yılında Habertürk'te muhabir olarak başladı. 2004 yılında Vatan gazetesine geçti. Gazete, dergiler ve ekler olmak üzere, dört yıl muhabirlik yaptı. 2009 yılında Akşam gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Güncel konulara, sosyal hayata ve popüler kültüre dair eleştirel yazılar yazması için aldığı köşe yazarlığı teklifini kabul ettikten bir sene sonra siyasi yazılar yazmaya başladı.
Akşam gazetesine Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu TMSF'nin devlet adına el koymasının ardından, 2013 Haziran ayının sonunda Gezi Parkı olaylarına "mesafeli" durmadığı gerekçesiyle işten çıkartıldı. "Eski ana akım medyada yasaklı" konumuna gelen ve izleyen dönemde T24'te yazmaya başlayan Tuğçe Tatari'nin, Kürt sorununu ele aldığı ve halen "yasaklı yayınlar" arasında bulunan "Anneanne Ben Aslında Diyarbakır'da Değildim" adlı bir kitabı bulunuyor.
|