31 Ekim 2019

El artırıyorum; Kürtlüğünden utandırılmadan üniversiteye kadar ulaşabilen Kürt zor bulursunuz

Kendi çekmediğin acıya çerçeve çizemezsin...

Geçen hafta yaşanan ‘Aslı Erdoğan olayı’na dair kalem oynatmak istiyorum bugün.

Ve açıkçası bir hesaplaşma yaşayalım, sonucunda da özeleştiriler verilsin ve birtakım vahim alışkanlıklarımızdan da kurtulalım hayalindeyim hep.

Bu noktaya ulaşabilmemiz için uzun ve teferruatlı  toplumsal dönüşümler gerektiğinin elbette farkındayım.

Bazı alışkanlıklar daha içine doğduğumuz evlerde ediniliyor şüphesiz.

Mesela özür dilemek buna iyi bir örnek.

Bizim toplumumuz özür dilemeyi bilmez.

Aslında nasıl basit bir eylem, fakat bizim memleketimizin insanını da nasıl zorlayan bir eylem.

Bizde özür dilemek yerine lafı başka yöne çevirmek yaygındır mesela.

Aslında yazımın konusu bu değil, ama kalem beni bu yöne çekerken bir değinip geçmeden edemeyeceğim.

Biliyorsunuz yazar Aslı Erdoğan’ın yabancı bir gazeteye (La Republica) “Türk çocuklarına okula başlar başlamaz Kürtlerden nefret edilmesi öğretiliyor”, "HDP dışında bütün milletvekilleri terörist" dediği öne sürülen bir söyleşi mevzu bahis olmuştu hafta sonu.

Ve kızılca kıyamet koptu.

Benim konum o kıyamet aslında, hemen döneceğim, ama önce şu iki sözü etmeliyim.

Neredeyse tüm internet sitelerinin yayınladığı ve sosyal medyada da Aslı Erdoğan’ın linç edilmesiyle sonuçlanan söyleşi, sadece kendisini arayıp soran T24’ün aldığı "Ben öyle bir röportaj vermedim" yanıtıyla ve sadece T24’ün manşetten özür dilemesiyle yalanlandı.

Erdoğan'ın söylediği öne sürülen o sözler gerçek değildi.

Söyleşiyi Türkçe’ye çeviren ve yayınlatan da T24 değildi.

Yani sorumluluğu birinci dereceden değil, tüm yayın organlarıyla beraber ortak olarak taşıdığı bir pozisyondan söz ediyoruz.

Kaynak yalancıydı, tüm yayınlar bu çukura düşmüştü, ama tek özür dileyen de T24’tü.

Oysa bu bir etik meselesiydi.

Aslı Erdoğan’ın linç edilmesine sebep olan ve elbette fazlaca tık alan sözlerini yayınlarken ortada olanlar iş özür dileme kısmına gelince toz olmuştu.

Çünkü özür dilemenin kıymeti bilinmezdi bu memlekette.

Kimse takdir etmez, sayısız retweetler yağmaz, yani kısaca bir puan kazanmazdınız.

Tersliğimle de tanınırım biraz, herkes Mersin'e ben tersine durumu neredeyse hayatımın geneline yansımış…

Bunca yıldır T24’ün civarındayım, zaman zaman yazarı oldum, zaman zaman sadece okuru, ama ilk defa bu durumdan  bir memnuniyet hissettim, açık söyleyeyim.

Yani kurumlar önemli değildir benim için aslında.

Ama şu anda önem kazandı diyebilirim.

Özür dileyebilen bir yayınla ve o yanının omurgasını belirleyen Doğan Akın’la çalışmak beni mutlu etti.

Neyse gelelim esas konumuza;

Aslı Erdoğan’ın ağzından çıkmamış sözler yüzünden kopan o utanılası fırtınaya.

Tamam Aslı Erdoğan böyle bir şey söylememiş, ama herkes bilir ki, son dönemde özellikle 80’ler ve 90’larda Kürtlere karşı bu nefret tohumları topluma açıktan serpilmiş, şimdilerde ise punduna göre serpilmeye devam etmektedir.

Yahu daha geçen hafta konuştuk. Savaş anında bu ülkede yaşayan bir Kürt vatandaş olmanın ne zor olduğunu. Bu durumu zorlaştıranın da, devlet dilinin sokaklara ve sosyal alanlara yayılması olduğunu.

Yani şimdi bize yansıyanlar okullara mı yansımıyor, böyle bir iddialaşma olabilir mi?

Siz bu saçma iddialaşmada boğulurken ben; “Türkiye'de Kürtlüğünden utandırılmadan üniversiteye kadar ulaşabilen Kürt zor bulursunuz” der, Aslı Erdoğan’ın söylemediği söze el artırarak dâhil olurum bu noktada.

Kürt meselesiyle ilgili çalışmalarım oldu, hiç ilgisi yok konumuzla. Ama o çalışmalar esnasında tanıklıklarım, şahitliklerim, hissettiklerim ve gördüklerim oldu ki, tam da konumuzun gelip dayandığı noktadır. Ama mesele o da değildir aslında. Mesele şudur; biz topraklarımızı biliriz ve tanırız. Kime nasıl davranacağı, kime kendini nasıl hissettireceğini de çok iyi biliriz. 

Şöyle gözünüzü bir kapatın ve son yıllarda haberdar olduğunuz meseleleri düşünün lütfen.

Bir terse düşenin nelerle karşılaşacağı,

Bir doğru bulunmayanın yaşayacakları, Aykırı olan birine çıkartılan zorluklar  Ve onların hepsinin toplamını bir konuya odaklayın.

İşte biz ona Kürt meselesi diyoruz.

Hani şimdilerde olmayan, hatta hiç var olmamış bile olan!

Neyse...

Dediğim gibi biz topraklarımızı da, devletimizi de, insanımızı da biliriz.

Bu durumda da okullara hiçbir şeyin yansımadığını iddia etmek iyimserlik değil sadece yalancılık olabilir.

Ha özel okulda okumuşsundur, ha ayrıcalıklı bir eğitim almışsındır, ha sınıfının öğretmeni şansına aydın biridir, o zaman sen tanıklık etmemiş olabilirsin bu duruma.

Sen şanslı azınlıktansın diye kalkıp ‘Asla Türkiye’de okullarda böyle şeyler olmadı’ diyemezsin ki dersen işte bu da şuursuzluk olur.

“Ya biz komşumuzun, sıra arkadaşımızın Kürt olduğunu bile bilmezdik, yoktu” gibi şeyler diyenlere benden selam olsun; işte esas mesele de burada, neden bilmiyordun acaba?  Bilmemek de normal miydi yani? Sana göre sorun yokken onlar ne yaşıyordu acaba?

Yani sözün özü şu arkadaşlar; Kürtler zulme uğramış bir halktır. Ve maalesef hâlâ kendilerinden özür dilenebilecek bir düzlüğe de çıkılamamıştır. 

Hâlâ büyük acılar ve bedeller ödenirken kalkıp Yok bizim okulda olmadı", 

“Yok komşu okulda olmadı”, “Bu tür genellemelerle Türkiye’yi zan altında bırakmayın” diye itiraz edenlere yüzleşmeye başlamayı tavsiye ederim.

Zira insan kendi yaşamadığı acıya çerçeve çizemez.

Bu en basit insan ilişkisinde bile kabul görmez.

Özür dilemenin aşağılık kompleksi yarattığı toplumlarda kendi çekmediğin acıya çerçeve çizmenin, "ben yaşamadıysam olmamış demektir" demenin de bir çeşit faşizm olduğu kabul edilir mi?

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Kobani duruşmasında umut yeşerten tek hamle "yeni CHP"den geldi!

Kobani davasının geleceğe dair umut yeşerten hamlesi, CHP’nin duruşmayı izlemek üzere bir heyet yollaması oldu. Yeni CHP, "Barış masası olacaksa kimse bu masa için Erdoğan’a mecbur değil" mesajı vermeye devam ediyor. Umarım bu tavrı tüm siyasi tutukluların davalarında da gösterirler…

Türkiye'de âdetten değildir ama, bu bir özür ve özeleştiri yazısıdır!

Politik bir tutum olarak sandığa gitmedim… Ülke insanına, sandığa topyekûn bir inanç kaybı ve küskünlük yaşadığımı anlayamamışım… Küserek hakkımı aramaktan vazgeçme noktasına savrulmuşum, bunun özeleştirisini vermekle yükümlüyüm… Ben bu seçim sonuçlarını öngörememiş olmanın özrünü değil, insanımıza dair girdiğim bu inançsızlaşma süreci için özür diliyorum… Ve evet CHP'de 'iyi çalışan' o azınlığı görmezden geldiğim için de o CHP'li azınlıktan özür diliyorum…

Gökhan Zan’ın sorumluluğu Erkan Baş’ta da değilse kimdedir?

Çevrelerinden kimseyi bir Gökhan Zan kadar beğenememiş olduklarından, adayları üstelik de böyle kritik bir kentte, bu kişi olmuş-olabilmiş… E tabii ‘Kaf Dağı’ tenha olur, şüphesiz!.. TİP’i uzun zamandır böyle açıktan konuşmak -masalarda bırakmamak-gerekiyordu aslında. Elbette hepimiz her şeyin farkındayız, belki de sizlerin vekillik kariyerlerinden uzundur buralardayız! Ama dinlemediniz, ama duymadınız, ama sözüm ona yasakladınız!