30 Ağustos 2024

Devlete bak aileyi anlarsın!

"Hulusi Kentmen" temsilinde gösterilen devlet, yani baba soğuktur, serttir ama "içi iyidir" diye bilinir en azından… Ama bugünün Türkiye'sinde "görüntü"ye dahi ihtiyaç duyulmuyor! Ve ülkenin dört bir yanından şiddet haberleri yağıyor. Kadın, çocuk, mülteci artık kimi "zayıf" görüyorlarsa onu paramparça ediyorlar…

Babalar çocuklarını öldürüyor…
Çocuklar babalarını öldürüyor…
Anneler eziyet ediyor, işkence ediyor…
Çocuklar annelerin kafasını kesiyor…
Dedeler, amcalar, dayılar tecavüz ediyor…
Abiler, halalar, yengeler göz yumuyor, azmettiriyor…

Az gelişmiş toplumlarda aile devletin topluma sirayet edişi olarak kabul edilir. Yani bir çeşit "naif modeli…"
Ailenin başındaki "reis"ten en tepedeki "reis"i örneklemesi beklenir.
Erkek, ailesini tıpkı devlet gibi yönetmeli. Asayiş için gerekirse kimsenin gözünün yaşına da bakmamalı.
Devlet nasıl bir kişiliğe bürünürse, zamanla ailelerde de yönelim ona göre şekillenir.

Baba devletin en tepesini temsil eder, ailenin diğer üyeleri de cinsiyet ve kan bağı üstünlüğüne göre hiyerarşik bir yapı oluştururlar.

Bizim tarz geri kalmış toplumlarda normlar vatandaşa bazı iletişim aygıtları yoluyla "yerleştirilir".
Vatandaş kendi normlarını kendi belirlemez, o normlar yerleştirilir.
Okul, iletişim aygıtları, basın-yayın organları bu iş için vardır adeta!
Özetle toplum devleti baba saysın, kafasında öyle konumlasın deniyorsa, öyle yapılacaktır!

Bizim toplumumuza da aynen bu kodlar yerleştirilmiştir.
Hulusi Kentmen, Türkiye'nin baba-devlet çizgisinin sinema yoluyla topluma zerk edilmesinin en belirgin örneğidir.
Devlet, yani baba soğuktur, serttir ama "içi iyidir" -diye bilinir en azından.-
Daha doğrusu bilinirdi, bu acı tablo bile çok geride kaldı.

Görüntüde sert ama şefkatli Hulusi Kentmen, cereyan edende ise işkenceler, adam kayıpları vardı. Ama bugünün Türkiye'sinde "görüntü"ye dahi ihtiyaç duyulmuyor!
Yeni Türkiye dedikleri bu şiddet sarmalı aslında tanımlanamayacak bir garabet yarattı!
Ülkenin dört bir yanından şiddet haberleri yağıyor…
Kadın, çocuk, mülteci artık kimi "zayıf" görüyorlarsa onu paramparça ediyorlar.
İşte garabetin yansıması bu!
Özetle…
Çürüme yoğun!
Koku ağır!

Tuğçe Tatari kimdir?

Tuğçe Tatari, 1980 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Akademi Radyo Televizyon mezunu.

Gazeteciliğe 2000 yılında Habertürk'te muhabir olarak başladı. 2004 yılında Vatan gazetesine geçti. Gazete, dergiler ve ekler olmak üzere, dört yıl muhabirlik yaptı. 2009 yılında Akşam gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Güncel konulara, sosyal hayata ve popüler kültüre dair eleştirel yazılar yazması için aldığı köşe yazarlığı teklifini kabul ettikten bir sene sonra siyasi yazılar yazmaya başladı.

Akşam gazetesine Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu TMSF'nin devlet adına el koymasının ardından, 2013 Haziran ayının sonunda Gezi Parkı olaylarına "mesafeli" durmadığı gerekçesiyle işten çıkartıldı. "Eski ana akım medyada yasaklı" konumuna gelen ve izleyen dönemde T24'te yazmaya başlayan Tuğçe Tatari'nin, Kürt sorununu ele aldığı ve halen "yasaklı yayınlar" arasında bulunan "Anneanne Ben Aslında Diyarbakır'da Değildim" adlı bir kitabı bulunuyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Narin olayını 'gazetecileri' de kullanarak bulandırıyorlar!

Narin'in öldürülmesine üzülürken bir diğer yandan da gazeteciliğin yok edilmişliği, yayıncılığın çürümüşlüğü, medyanın kokuşmuşluğu gerçeği ile bir kere daha temas etmek durumunda kaldık…

Narin bir mesele…

Kaybolan Narin kaybolduğuyla mı kalacak, yoksa biz ülkenin uzak bir köşesinde ucunu tutacağımız ipi takip ederek çok daha büyük bir meseleye mi varacağız?

Kendi canımızdan bile vazgeçmişlik düzeyinde bir tepkisizlik hâli

Kahramanmaraş merkezli depremlerin yarattığı hasarların hesabı, sorumlularından sorulamamaktadır. Bizler Ankara’dan, İstanbul’dan, İzmir’den bu haksızlıklara karşı toplumsal bir destek verebildik mi? Peki, beklenen İstanbul depremi uzmanların da uyardığı şiddette yaşanınca, İstanbullunun sesi için kimler bu ‘işler’e yeltenecek?

"
"