Memlekette hadiselerin meseleye dönüşebilmesi için doğrudan çoğunluğun canını sıkması veya yakın bir dereceden kişilerin kendisini etkilemesi gerekir.
Mesela sırf bu sebepten çıplak arama konusu sadece düşünce insanlarının, özgürlük siyaseti yapanların, aktivistlerin ve mağdur-mağdur yakınlarının konusu olmaktan öteye geçemez.
Oysa bir davranış modelini topyekûn eleştirmek, bir zihniyetle mücadele edebilmek için olmazsa olmaz bir unsurdur.
Covid-19'u meslek hastalığı saymayan, "fakirliği" hafife alan, "ekmek yiyen aç değildir" diyen, kendi saraylarda oturup vatandaşa yaşam hakkı dahi tanımayan, tüm özgürlüklere savaş açan, halkını güvence altına almaya ihtiyaç duymayan devletle gözaltında veya tutuklandıktan sonra kişilere çıplak arama yapan devlet aynıdır.
Tüm özelliklerini eleştirip iş "terör örgütlü" olarak adlandırılanlara gelince duymaza yatamayız.
Çıplak arananların başörtülü olması-olmaması, örgütlü olup olup olmaması, "çok fena suçlara" bulaşmış olma ihtimali de bir bahane olamaz.
Çünkü insan hakları diye bir olgu vardır ve tüm insanlığın o olguyu kendilerine fener kabul ederek yaşaması beklenir.
Beklenir ama olmaz.
Birçok ülkede hak ihlalleri yapılır evet ama Türkiye gibi ülkelerdeki kadar "devlet eliyle" ve "açıktan", hiçbir gizleme ihtiyacı duymadan insan hakları ihlalcisi statüsündeki ülkeler parmakla sayılacak kadar azdır.
Maalesef bize de bu utançların arasında yaşamak düşmüştür.
Cezaevi veya isterseniz hapishane de diyebilirsiniz, son dönemde adi suçlardan çok siyasi nedenlerle gündemimizde.
Hatta en amiyane tabirle "tecavüzcü, katil bırakınız caydırıcı olmasını, aksine neredeyse teşvik edici cezalara çarptırılırken Osman Kavala gibi 3 senedir kimsenin anlayamadığı, hukuk ve demokrasiyle açıklanamayan sebeplerle tutsak olan yüzlerce insandan söz edebiliriz."
Hele kürt siyasetçiler, içeride daha kalabalıklar dışarıda olduklarından.
Ve dürüst olmak gerekirse "bu çıplak arama" uygulaması çoğunlukla sadece siyasiler ve yakınları üzerinde uygulanan bir işkence metodudur.
Yazıyı okumakta olan gazeteci arkadaşlar beni onaylayacaktır; geçmişte yazı-kitap-haber gibi amaçlarla cezaevlerine girip görüşler gerçekleştirebiliyorduk. Ve görüş gerçekleştireceğimiz kişi devletle karşı karşıya görülen, siyasi bir tutsaksa yani "vatan haini" ise bizler de birçok defa bu tip uygulamalara maruz kalırdık.
Çünkü demokrasiden kopuş sadece tek bir konuyla veya isim/şahıs ihlalleriyle sınırlı kalmaz hiçbir zaman. Başta da ifade ettiğim gibi; demokrasinin olmadığı topraklarda gazeteci mesleğini yaparken de "sakıncalı" bulunan bir konuyu haberleştiriyorsa kendisi de sakıncalılar listesine girer haliyle.
Devletin bakış açısı "bu vatan haini ile röportaj yapan da vatan hainidir" şeklinde olur ve bu durumda bir beis görmez.
Çünkü demokrasiden cayalı çok olmuştur.
Veya "o vatan haini"ni ziyarete gelen yaşlı anası, nişanlısı, kızkardeşi, arkadaşı şayet bu kişiyi terk etmemişse, hâlâ geliyorsa ziyaretine bazı "işkenceleri de hak ediyordur" diye bakılır…
Yani bizler hem demokrasiyi harcatıp hem de lazım olduğunda "demokrasinin varlığını hatırlatmaya kalkarsak" karşımızda bırakın bizi dinlemeyi anlattıklarımızı "marjinal'den öte kabul edebilecek bir muhattap dahi bulamayız.
Sonuçta sözün özüne dönelim arkadaşlar; her kim çıplak arama işkencesine maruz kalıyorsa, daha doğrusu her kim devlet eliyle fiziksel veya psikolojik şiddete maruz kalıyorsa bir saniye tereddüt dahi etmeden yerimizi yanlarında konumlandırmalıyız.
Neden derseniz...
Cevapları çok basit aslında.
Çünkü demokrasiye inanıyoruz.
Çünkü insan haklarının genel geçer kurallarından asla vazgeçmeyeceğiz.
Çünkü şikayetçisi olduğumuz şeyin bir sistem sorunu olduğunu biliyoruz ve sadece siyasetçilerle değil bir sistemle, topyekûn mücadele ediyoruz.
Çünkü her şeyden önemlisi; bu kaybettiğimiz hakların her birine su kadar ihtiyacımız olduğunun da farkındayız.
Sorun sadece kapımızı çaldığında sorun olacak, ihlal sadece bize yapıldığında itiraz edecek kadar da kof değiliz şüphesiz!