Libya'da askerlerin yaşamını yitirmesine dair yayımlanan haberlere gazetelerinde, internet sitelerinde yer verdikleri için tutuklanan gazeteciler meselesi malumunuz.
Bu gazeteciler özelinde çıkartılan "gece yarısı yasası" da öyle…
Şimdilerde hafta sonları sokağa çıkma yasağı uygulanıyor, tüm özel günler de yasak kapsamında, maksat; "herkes" güvende olsun.
Peki kim bu "herkes"?
Bu soruya hükümetin verdiği yanıt ortada.
Salgın ve ölüm riskinden kendini koruması istenen "herkes", "siyasi suç"a bulaştığı iddia edilenler dışında kalan herkes.
Yani cinayet, hırsızlık, şiddet, ölüme sebebiyet verenler falan "herkes"e dahil ama "siyasi suç" asla!
"Siyasi suç" deyince yelpaze geniş, sonuçta devlet adına "siyasi suç işleyen"ler de var değil mi?
O konuya girmeyelim şimdi.
Çıkamayız.
Sonuçta Alaattin Çakıcı örneği de ortada.
Bizim "siyasi suç" diye adlandırdıklarımızın suçu bellidir; muhalifler!
Düşünce suçu işleyenler!
İtiraz edenler!
Doğrusundan sapmayanlar!
İşte bunlara af yok bu ülkede!
Kendileri virüs korkusundan video toplantının ötesine geçmez, çeşnici başlarına tattırmadıkları yemekleri yemez, burunlarını camdan dahi uzatmazlar ama konu o "suçlulara" gelince arkalarına dönüp bakmazlar bile, hâlleri nicedir, ne âlemdedirler diye.
Neyse yine sözü uzattım, tamam artık konuya giriyorum..
Yeni Yaşam Gazetesi Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Aydın Keser de "istihbarat faaliyeti ile ilgili bilgi ve belgeleri ifşa etme" iddiasıyla 8 Mart’ta tutuklanmıştı, hatırlarsınız.
Girenden bir daha zor haber aldığımız bir dönemdeyiz malum salgın belası cezaevlerinin sesini iyice boğdu.
Ben de bir hâl hatır sormak için Aydın Keser’in eşi Öznur Keser’i aradım.*
Öznur Hanım yasada açık kalan boşlukla alakalı itiraz ettiklerini ama maalesef bunun da reddedildiğine üzüntülerini dile getirerek başladı konuşmaya.
Salgın tüm hayatı etkilediği gibi onları da etkilemiş ve oğlu Asrın’la eve kapanmışlar.
Silivri Cezaevi'nde yatan eşiyle haftada sadece 20 dakika telefonla konuşma hakkı verilmiş.
O süreyi de Aydın Keser’in sağlık durumunu sorgulayarak ve kısacık da Asrın ve kendisini merak etmemesini, güvende olduklarını tembihleyerek harcıyorlarmış.
Postaneler çalışmadığı için mektuplar gidip gelmiyor, gönderilen kitaplar ulaşmıyormuş.
Bir şey olsa haber almamız bir haftayı bulur, diyor Öznur Hanım:
"Bazen geceleri bu düşüncelere kapılıyorum. Orada bir şey olsa belki de müdahale bile etmez, öylece kendi hâllerine bırakırlar Aydın’ı diye düşünüyorum, nefesim kesilecek gibi oluyor.
Duyuyoruz, siz de duyuyorsunuzdur bazı tutukluları sağlık kuruluşlarına sevk etmiyorlar diye...
İşte tam o düşüncelerle boğulurken çocuğum aklıma geliyor.
Dirayetli olmalıyım, onun için sağlam durmalıyım, üzüntüden yerlere düşmemeliyim."
Asrın 4,5 yaşında, babasına çok düşkün bir erkek çocuğu.
Yaşı göz önüne alınarak babasının tutuklandığı söylenmemiş.
Bir süre gelemeyeceği anlatılmış.
Aydın ve Öznur Keser, 30 Nisan'da beş yaşına basacak olan Asrın'ın geçen yılki doğum gününde
Aslında durumda bir tuhaflık olduğunu fark etmekle beraber küçük olduğu için tam adlandıramamış. Ama zamane çocuğu, babasıyla görüntülü konuşma talebinin annesi tarafından "Öyle müsait koşullarda değil şu anda baban" diye cevaplaması onu ikna etmiyormuş.
Ay sonu 5 yaşına gireceği için heyecanla babasının elinde hediyesiyle kapıdan içeriye girmesini beklediğini tahmin etmek büyük yetiler gerektirmez şüphesiz.
O konuda kalp kırıklarını sarmak, yavaş yavaş babasının gelemeyeceğine Asrın’ı alıştırmak da Öznur Hanım'da yaşadığı haksızlığa uğramışlık hissini katlarca arttıran bir psikoloji yaratmış şüphesiz.
"Aydın’ın bizim yaşadığımız endişe seviyesinde bir virüs endişesi yaşadığını gözlemlemiyorum. Çünkü bir hücrede tek başına, görüş yok, gazete yok, haber alma aygıtı yok. O sadece bizden duyduklarıyla sınırlı bilgi düzeyinde. Biz de tabii endişesini arttırmamak için pek fazla sezdirmiyoruz durumun ciddiyetini ona. Ama aklım fikrim onda, ya hastalanırsa? Biliyorsunuz virüs cezaevlerine de sıçradı" diyor Öznur hanım.
Hukuki sürecin de "bir bilinmeze" bağlı olması endişeyi arttırıyor tabii.
Tamamen insiyatiflere ve kişisel öç dürtülerine bağlı yürüyen bir sistemde yakınlarımdan biri tutuklu olsa ne hissedersem, Öznur Keser’in de aynısını düşündüğüne, hissettiğine eminim.
Dev bir öfke!
Kızgın mısınız, diye soruyorum.
"Maalesef bu ülkede konuşan insanlara bedel ödettiriliyor.
Şu anda kocam cezaevinde ve küçük bir çocuğum var yoksa belki başka türlü konuşurdum ama şimdi konuşmayı tercih etmiyorum.
Şu net, kızgınım tabii!
Küçücük bir çocuk babası için ağlarken, tesellisini bulmaya çalışan kim nasıl kızmaz?
Salgının ortasında yapayalnız, savunmasız, açıkta kaldığını hisseden kim kızmaz?
Sadece işini yaptığı, sadece haber yaptığı için başına bunlar gelen birinin yakını olup da nasıl kızılmaz?
Adaletsizlikle bu derece yüz yüze kalan kim kızmaz?"
Ne desem, nasıl bir söz söylesem karşımdakini rahatlatabilirim diye düşünüyorum, öyle bir sözüm yok maalesef.
Peki diyorum, size son bir soru sormak istiyorum, ne olsa yaşam özellikle de bu salgın döneminde sizin için rahatlatıcı olur? Yanıt veriyor:
"Vicdan ve adalet yeterlidir.
Ama maalesef yok.
Katillere, tecavüzcülere tanınan 'yaşama hakkı' haber yapan gazetecilere de tanınsa...
Adalet olsa...
Zaten Aydın ve meslektaşları şu anda evlerinde ve güvende olurdu…"
Son bir söz söylemek veya yazıyı bir "derin analiz’le bitirmek istemiyorum.
Ben aslında sadece Asrın’ın gerçeği hepimizin, hepinizin boğazına düğüm olsun istiyorum.
* Aynı dosyadan tutuklu olan Yeni Yaşam Gazetesi Yayın Yönetmeni Ferhat Çelik'in ailesini de aradım, ancak ulaşamadım.