23 Mayıs 2024

Türkiye’nin normali olağanüstülüktür

“Normalleşme” iddiası, Türkiye için norm dışıdır. Üstelik bu, bir tercih sayılmaz; coğrafi, sosyolojik, toplumsal ve ekonomik koşulların ürünüdür

Recep Tayyip Erdoğan ve Özgür Özel AKP Genel Merkezi'nde görüştü

Geçtiğimiz hafta Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan “siyasette yumuşama” mesajı verdi. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel de bunu “normalleşme” olarak niteledi ve muhalefetle iktidarın diyalog kapılarının açılması tartışılır oldu.

Bu gelişmeye bağlı olarak pek çok kişi, Türkiye'de “olağanüstü hâlin olağanlaştığından” yakındı ve yeniden “normalleşme"nin sağlanması gerektiğinden bahsetti.

Bunlar güzel temenniler ama şu unutuluyor: Ülkemizde normal olan “olağanüstü”lüktür. Kısaca hatırlatayım:

- 1876 Anayasası ilan edildikten hemen sonra sıkıyönetim kanunu çıkarıldı ve 30 yılık istibdat döneminde fiili sıkıyönetim yaşandı.

- 1908 Devrimi bunu bitirdiyse de 31 Mart karşı-devrim hareketi baş gösterince yeniden sıkıyönetime geçildi ve bu süreç I. Dünya Savaşı'ndan ötürü 1920’lere kadar sürdü.

- Cumhuriyet Devrimi, bu durumu değiştirmedi zira başta Şeyh Sait İsyanı olmak üzere gerici isyanlar silsilesi yeniden baş gösterdi ve 1930'lara kadar sürecek sıkıyönetimin ilanını gerektirdi. Bu dönemde önce 1929 Ekonomik Buhranı sonra da II. Dünya Savaşı fiili bir sıkılaştırmayı getirdi.

- Çok partili hayata geçildiğinde de durum pek farklı olmadı. 6-7 Eylül olayları ve öğrenci gençliğin 555K hareketine karşı sıkıyönetim ilanı geldi.

- 27 Mayıs da bir başka sıkıyönetimdi; keza Talat Aydemir olayından sonra veya 15-16 Haziran eylemleri üzerine hep sıkıyönetim ilan edildi.

- 12 Mart Muhtırası’ndan sonra ilan edilen sıkıyönetim, iç savaş tehdidi gerekçesiyle 70'li yıllar boyunca ulusal veya bölgesel düzeyde devam etti.

- 12 Eylül Darbesi'nden sonra ilan edilen sıkıyönetime OHÂL eşlik etti. 1984'te ilan edilen OHÂL, sıkıyönetimin bittiği 1987'de yumuşamışsa da güneydoğuda 2002'ye kadar sürdü.

 - 15 Temmuz ve pandemi süreçlerindeki OHÂL'leri biliyorsunuz zaten... Yani tarihi projeksiyon bize gösteriyor ki Türkiye'de kâğıt üzerinde olağanüstülüğün bulunmadığı ayrıksı dönem, esasen 2002-2016’dır. Bu yıllar ise en sert “anayasa savaşları”nın yaşandığı ve istisna yargılamalarının (Balyoz vb.) pek tartışıldığı dönemdir.

“Normal”lik, kimin nereden baktığına bağlıdır. Özetle “normalleşme” iddiası, Türkiye için norm dışıdır. Üstelik bu, bir tercih sayılmaz; coğrafi, sosyolojik, toplumsal ve ekonomik koşulların ürünüdür. Normalleşelim demekle normalleşme olmuyor, olamaz da zaten…

Asırlık gerilimleri yok sayarak siyaset yapmak isteyenlerin politikada başarılı olma şansı imkânsız değilse de çok düşüktür.

Bu bilgi ışığında bir siyasi figürün normalleşmeden bahsetmesine pek kulak asmamak, kulak asılacaksa bunun bir süreç olmaktan ziyade daha dar zamanları kapsayan bir manevra biçimi olduğunu bilmek gerekir.

Bu bizi memnun etmeyebilir, canımızı sıkıyor da olabilir ama bir gerçek…

Analizler gerçekler üzerine yapılmalı, umut tacirliğinden veya (kulağa hoş gelmeyebilir ama) uzlaşmayacağı belli olanlardan uzlaşı dilenmekten kaçınılmalı.

Tolga Şirin kimdir?

Tolga Şirin, İzmir'de doğdu. İstanbul Barosu'na kayıtlı avukat ve Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı'nda doçent olarak çalışmaktadır.

Hukuk alanındaki lisans ve lisansüstü eğitimini Marmara Üniversitesi'nde tamamladı. Lisans eğitimi sonrasında Londra Birkbeck Üniversitesi'nde insan hakları hukuku eğitimi aldı; doktora ve doktora sonrası aşamalarda Köln Üniversitesi Doğu Hukuku Enstitüsü'nde araştırmacı olarak görev yaptı.

TÜBİTAK Sosyal Bilimler Programı ve Raoul Wallenberg Enstitüsü bursiyeridir.

Aybay Vakfı (2010) makale yarışması ödülünün sahibidir. 

2006-2008 yılları arasında İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi yürütme kurulu üyeliği yaptı.

Ondan fazla kitap ve çok sayıda makalesi olan Şirin, İngilizce ve Almanca bilmektedir.

Geçmişte Radikal ve BirGün gazeteleri ile Güncel Hukuk dergisinde güncel yazılar yazan Şirin, haftalık yazılarını 2020'den beri T24'te yayımlamaktadır.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Yurt dışına çıkış harcı sorunumuz

Devlet, bu bağlamda ille de bir para alınacaksa bu para, kanımca Türkiye’ye girip çevre vergisi, su vergisi vb. kalemler ödemeyen ama bu hizmetlerden yararlanan turistlerden alınmalı. Böylesi bir farklı muamele, ayrımcılık yasağını ihlal etmez

Yapboz tahtasında son hamle: “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli Taslağı”

Bakanlık hazırladığı metin, tüm katılımcılık iddialarına rağmen dostlar alışverişte görsün mantığıyla yürürlük kazanıyor. Bakanlık bu sürece 10 yıldır hazırlandıklarını söylüyor ama bundan kendileri dışında kimsenin haberi yok

Millî (ulusal) yas ilan etme yetkisi TBMM’de olmalıdır

Anayasa’nın öngördüğü “millî dayanışma” ilkesi hilafına tartışmalı millî yas ilanları, söz konusu tasarrufun gerçekten (sözcüğün tüm toplumu kucaklayan anlamıyla) “millî”liğini kuşkulu hâle getiriyor