04 Nisan 2023

Konut hakkını dava edilebilir hâle getirin

Muhalefet partileri, sosyal hakları dava edilebilir hâle getiren Protokol'e taraf olacaklarını taahhüt etmeli

Konut, bir insan hakkıdır. Anayasa'da bu hak, "Devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır, ayrıca toplu konut teşebbüslerini destekler." cümlesiyle, nispeten zayıf biçimde düzenlenmiş olsa da bu hak, uluslararası belgelerle de desteklenmiştir. Örneğin Türkiye'nin de onayladığı İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (md. 25) "Herkesin kendisinin ve ailesinin sağlık ve refahı için konut hakkına sahip" olduğunu söyler. Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi (ESKHS md. 11) taraf devletlerin herkese, kendisi ve ailesi için yeterli bir yaşam standardına sahip olmayı sağlamakla yükümlü olduğunu ilan ederken bu standardın "barınma" (konut) hakkını da içerdiğini vurgular.

Bu hak, kişilerin mülkiyetine keyfî olarak müdahale edilmemesi biçimindeki özel mülkiyet hakkından farklıdır. Sosyal niteliği uyarınca konut hakkı, konut dokunulmazlığına saygı gösterilmesi gerekliliğinin de ötesinde bir anlam taşır. Uygun konut hakkı devlete, konutu olmayanlar için insani koşullara uygun bir barınma olanağı sağlama yükümlülüğü getirir.

Bunu kolaylıkla söylüyoruz ama aslında konut hakkı, uzun yıllar bir retorik olarak kalmış bir haktı. Anayasalar ve uluslararası belgeler yüksek perdeden iddialarda bulunsa da aslında piyasa ekonomisi koşullarında bu hak etkili olarak uygulanmıyordu.

Hâlâ da uygulanmıyor ama nispeten iyimser bazı hukuki gelişmeler yaşanmış bulunuyor.

Bu gelişmenin en önemlisi, az önce andığım ESKHS ile ilgili yaşandı. 2013 yılında bu hakların boş bir retorik olarak kalmaması için dava edilebilir olmasını sağlayan bir protokol kabul edildi Kapitalizmin basıncı ve neoliberal iklimin koşulları uyarınca sosyoekonomik hakların dava edilmesine karşı mesafeli duruş, bu protokol ile bir gıdım da olsa aşıldı. Bu protokol az sayıda devletçe onaylansa da bireyler, bu devletlere karşı Ekonomik ve Sosyal Haklar Komitesi'ne bireysel başvuru olanağı bulmuş oldu. Yani sosyoekonomik haklar uluslararası düzeyde dava edilebilir hâle geldi.

Hak sahipleri kendilerine tanınan hakka sahip çıkarak başvurular yapmaya başladılar. Komite 2015'ten itibaren ilk kararlarını vermeye başladı.

Konut hakkıyla ilgili ilk kararlar

Komitenin ilk kararları sağlık, sosyal güvenlik ve konut hakkıyla ilgili oldu. Bunlardan konut hakkıyla ilgili olanlar özellikle dikkat çekiciydi. İspanya'ya karşı verilen dört farklı kararda, Türkiye için de önem taşıyan belirlemeler yapıldı.

Tüm kararları tek tek ele almak, bu yazının kapsamını aşar. Ama bazı öne çıkan yönlere dikkat çekilebilir.

Bu kararlardaki ortak nokta, başvurucuların farklı nedenlerle (örn. kiralarını ödeyemediği, fuzuli şagil olduğu veya ev sahibi evini satmak istediği için) barındıkları konuttan tahliye edilecek kiracılar olmasıydı. Evlerinden tahliye edilen başvurucular, alternatif ve insani koşulları olan bir barınmaya sahip olabilmeleri için gerekli devlet desteğinden yararlanamadıklarından yakınmıştı.

Komite, öncelikle devletin çeşitli nedenlerle tahliye edilen ve uygun barınma koşulları bulamayan kiracıların "uygun konut hakkı"nı korumak için mevcut kaynaklarını azami ölçüde kullanması gerektiğini vurguladı. Devletin, evsizlik sorununun yapısal olarak çözülmesi için tutarlı ve koordineli biçimde hareket ettiğini kanıtlamak zorunda olduğunu söyleyen Komite, bu kanıtlanmadığı müddetçe ihlal kararı vereceğini ilan etti.

Söz konusu vakalarda İspanya bunu kanıtlayamadı, başvurucuların konut hakkını ihlal ettiği tespit edildi.

Komite, bu kararlarda ihlal sonucuna ulaşırken önemli belirlemeler de yaptı.[1]

Bunlardan (özetle) önem taşıyan bazıları şöyleydi:

  • Ülkedeki konut talebi, konut arzının üzerindeyken, toplu konut stoklarının önemli bir bölümünün yatırım şirketlerine satılması tutarsızdır.
  • Devlet, tahliye edilen kiracılara, sağlık ve ekonomik durumlarına uygun alternatif konut sunulması için yeterli mevzuat hazırlanmalı; bu bağlamda sunulan sosyal yardıma başvuru koşulları makul olmalı, damgalamaya ve ayrımcılığa neden olmamalıdır.
  • Evsiz kalma riski altında kalan kişilere alternatif barınma olanağı sunulurken, bu kişilerin özel durumlarıyla (işlerine, sosyal çevreleri vs.) ilgili iradeleri yok sayılmamalı, istişare olanağı sunulmalıdır.
  • Tahliye edilen ailelerde ağır hasta, çocuk veya engelli varsa devletin alternatif sunma yükümlülüğü, daha katı hâle gelir.
  • Bir kiracı, sosyal konutlardan yararlanmaktan, somut durumdan bağımsız tutum ve davranışlarına atıfla mahrum bırakılmamalıdır.
  • Devlet, evsiz kalan kişilere geçici barınma olanağı sunuyorsa bu uygulama, aile fertlerinin ayrı yerlerde kalmasına (aile birliğinin parçalanmasına) neden olmamalıdır.
  • Ev sahibinin gerçek kişiler olduğu durumlar ile kâr amaçlı finansal kuruluşları olan durumlar arasında bir ayrım yapılmalıdır. İkinci durumda, kiracıların tahliyesi koşullarında geçici önlemler daha olasıdır.
  • Geçici barınma merkezleri, "tahliye edilen kişinin onuruna saygı gösterecek", "tüm güvenlik gereksinimlerini karşılayacak" ve "kalıcı bir çözüm olmayıp, yeterli barınma yolunda bir adım olacak" özellikler taşımalıdır. (Örneğin aşırı kalabalık, sağlıksız ve mahremiyeti gözetmez nitelikteki ve kişilerin her an için yeniden tahliye edilme gerilimi yaşadığı koşullardaki barınmalar uygun değildir.)
  • Tapusuna ortak olduğu evden ev içi şiddet nedeniyle ayrılan kişilere, bu durumları dikkate alınarak (yani mülkiyete sahip olduğuna belirleyicilik atfetmeksizin) sosyal konut olanakları sunulabilmelidir.

Türkiye aleyhine başvuru yapılabilir mi?

Bu türden bir karar Türkiye aleyhine verilemez. Bunun nedeni konut hakkına saygı gösterilmesi değil. Türkiye, Komiteye bireysel başvuru olanağını tanıyan Protokol'ü henüz onaylamış değil.

Gerçi bu, Türkiye'ye özgü bir istisna değil. Bugün dahi bu protokolü yirmi altı devlet onaylamış durumda. Çoğu Latin Amerika ve Afrika ülkelerinden oluşan bu öncülerin içinde az sayıda Batı Avrupa devleti (örn. Belçika, Fransa, Hollanda, İtalya, İspanya, Portekiz) de var. Fakat sayı yine de düşük. Ama bu, bir sosyal devlet olarak Türkiye'nin bu Protokol'e taraf olmasına mazeret sayılmamalı.

Kararların Türkiye için anlamı

Türkiye aleyhine başvuru olanağı henüz olmayabilir ama bu kararlar Türkiye için de yol gösterici etkiye sahip. Zira Türkiye 2003'ten beri ESKHS'ye taraf. Hükûmet ve yargı organları, konut hakkıyla ilgili bu belirlemeleri dikkate almak durumunda. Fakat bu gereklilik sadece bu hukuksal zorunluğun uzantısı değil. Türkiye'de milyonlarca kiracı, her an için evsiz kalma riski altında. Özellikle büyük şehirlerde yükselen kira ücretleri karşısında devlet, yurttaşlara alternatif barınma olanakları sunamıyor. Evlerinden tahliye edilen yurttaşlar, yeni bir ev bulamadıkları için işini, kültürel ve sosyal çevresini geride bırakıp şehir değiştirmek zorunda kalsa bile hâlâ derdine derman bulamıyor.

Bunun nedenlerinden biri, devletin tutarlı ve planlı bir sosyal konut uygulamasının bulunmaması. Bu konudaki eksiklik sadece, medeni hukuk ve idare hukuku mevzuatından değil, aynı zamanda sosyal politika yokluğundan da ileri geliyor.

Yoksulluk derinleşiyor. Derinleştikçe barınma sorunu daha yıkıcı bir hâl alıyor.

Hâlihazırda seçim sürecindeyiz. Fakat halkın büyük kısmının gündemindeki bu konunun pek az siyasetçinin gündeminde olduğunu görüyoruz.

Bana kalırsa, ESKHS'nin konut hakkı konusundaki içtihatları, bu alanda bir program oluşturmak için iyi bir vesile sayılabilir.

Konut sorununu dert eden partilerin, aktardığım Protokol'e taraf olma taahhüdünde bulunmaktan ve Sözleşme'nin gerektirdiği yükümlülükleri asgari eşik olarak belirlemekten kaçınması için bir neden yok…


[1] Bu alanda uzman akademisyenlerce Türkçeye çevrilen söz konusu kararları, değerli arkadaşım Can Yalçın Armutcuoğlu ile "Sosyal Haklar" (Tekin Yay., 2023) başlığı altında bir kitapta derledik. Kitap, bu hafta kitapçılarda olacak. İlgilisinin bilgisine.

Tolga Şirin kimdir?

Tolga Şirin, İzmir'de doğdu. İstanbul Barosu'na kayıtlı avukat ve Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı'nda doçent olarak çalışmaktadır.

Hukuk alanındaki lisans ve lisansüstü eğitimini Marmara Üniversitesi'nde tamamladı. Lisans eğitimi sonrasında Londra Birkbeck Üniversitesi'nde insan hakları hukuku eğitimi aldı; doktora ve doktora sonrası aşamalarda Köln Üniversitesi Doğu Hukuku Enstitüsü'nde araştırmacı olarak görev yaptı.

TÜBİTAK Sosyal Bilimler Programı ve Raoul Wallenberg Enstitüsü bursiyeridir.

Aybay Vakfı (2010) makale yarışması ödülünün sahibidir. 

2006-2008 yılları arasında İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi yürütme kurulu üyeliği yaptı.

Ondan fazla kitap ve çok sayıda makalesi olan Şirin, İngilizce ve Almanca bilmektedir.

Geçmişte Radikal ve BirGün gazeteleri ile Güncel Hukuk dergisinde güncel yazılar yazan Şirin, haftalık yazılarını 2020'den beri T24'te yayımlamaktadır.

Yazarın Diğer Yazıları

Açık Radyo'nun kapatılması ve 1915 meselesi

Böyle sorumsuzca uygulanan yaptırımların politik de bir yönü var. Böyle cezaların verilmesi ifade özgürlüğünü zedelediği ve meselenin sağlıklı tartışılmasına izin vermediği gibi, tarihsel açıdan yanlış ithamlarda bulunanların ekmeğine yağ sürüyor

Anayasa’nın değiştirilmez maddeleri

İlk üç madde değiştirilemez diyen 4’üncü madde değiştirilebilir mi, bu tartışmaları neden ısıtıp duruyorlar? Bana kalırsa mesele, Recep Tayyip Erdoğan’ın bir kez daha aday gösterilmesi meselesi

Yeni anayasayı bırak, halkın gündemine bak!

TBMM’nin gündemi, halkın öncelikli sorunları olmalı. Demokratik katılımın önünde engeller olduğu doğru fakat bunun dışında Türkiye'nin çok sayıda sorunu Anayasa'dan kaynaklanmıyor

"
"