Şu günlerde, bir sıra numarası keşmekeşidir gidiyor. Görevdeki Cumhurbaşkanının kaçıncı cumhurbaşkanı olduğu gibi basit bir konuda dahi fikir ayrılıkları yaşıyoruz.
Gerçi buna şaşırmamak lazım. Sıra numarası meselesi tarihimizde hep bir ihtilaf meselesi olagelmiştir.
Örneğin 1961 Anayasası hazırlandıktan sonra bu anayasa “İkinci Cumhuriyet Anayasası” olarak takdim edilmişti. Bunda, 27 Mayıs Anayasası’nı hazırlayan heyetin; devrimler, karşı-devrimler ve restorasyonlarla dolu bir tarihi olan Fransa’dan çokça etkilenmiş olmaları bir faktördü. Fransa’da Cumhuriyet’e her bir anayasa için bir numara (şu anda “beşinci Cumhuriyet” yaşanmaktadır) veriliyordu. Gelgelelim subaylar ve Temsilciler Meclisi üyeleri bu numaralandırmanın sanki 1923’tekinden farklı bir Cumhuriyet kuruluyormuş izlenimi yarattığını düşündüler ve rahatsızlıklarını dile getirdiler. Bu nitelemeden daha o yıl vazgeçildi.
Sonradan anayasa hukuku literatüründe, bu numaralandırma merakını sürdürenler, hatta 1982 Anayasası’na “üçüncü Cumhuriyet anayasası” diyenler olmuşsa da, (Bakır Çağlar hocamız ışıklar içinde yatsın) bu jargon kabul görmedi.
Numaralandırma merakı, 1990’lı yıllarda liberaller arasında da farklı bir bağlamda tezahür etti. Şimdilerde az hatırlanıyor olabilir ama “ikinci cumhuriyet” ifadesi, Kemalizme açıkça çatmanın kolay olmadığı o yıllarda bir parolaya dönüşmüştü. Fakat bu kavram ne toplumda ne de entelektüel çevrelerde kabul gördü.
Sonuç itibarıyla; hâlihazırda birinci asrını deviren Cumhuriyet, süreklilik ile anıldı, anılıyor...
Cumhurbaşkanlarının numarası sorunu
Bu bağlamda bir de cumhurbaşkanlarının sıra sayısıyla ilgili bir tartışmamız var. Bu tartışma daha da teknik…
Nispeten yakın zaman önceki ilk ihtilaf, 2007 yılında yaşanmıştı. Onuncu Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in görev süresi bitmiş o günlerde yaşanan “367 krizi” üzerine Meclis yeni bir Cumhurbaşkanı seçememişti.
Krizin derinleşmesi üzerine AK Parti milletvekilleri bir anayasa değişikliği önermiş ve erken seçim kararı almıştı. Söz konusu değişiklikte aynen şöyle deniyordu:
“On birinci Cumhurbaşkanı seçiminin ilk tur oylaması, bu Kanunun Resmî Gazetede yayımını takip eden kırkıncı günden sonraki ilk Pazar günü, ikinci tur oylaması ise ilk tur oylamayı takip eden ikinci Pazar günü yapılır.”
Bu değişiklik, referanduma tabiydi. Halkoylaması 21 Ekim 2007’de yapılacaktı. Fakat dediğim gibi Meclis, seçimlerin yenilenmesi kararı da almıştı ve seçimler 22 Temmuz 2007’de yapılmıştı. Seçimden sonra toplanan yeni Meclis, Cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda uzlaştı. Dolayısıyla 27 Ağustos 2007’de Abdullah Gül, Meclis tarafından “on birinci Cumhurbaşkanı” olarak seçildi.
Fakat sorun bitmedi. On birinci Cumhurbaşkanı'nın halk tarafından seçileceğini söyleyen referandum metni yayımlanmıştı bir kere. Hatta gümrük kapılarında, bu metin için oylamalar da başlamıştı. Metin kabul edilirse, maazallah iki tane “on birinci cumhurbaşkanı” oluşabilirdi.
Meclis, harekete geçti ve son derece tartışmalı biçimde, henüz yürürlüğe girmemiş olan ve oylaması devam eden anayasa değişikliği metninde değişiklik yaptı. Bu hükmü yürürlükten kaldırdı.
Süreç bir hukuk garabetiydi. Ama öyle veya böyle Abdullah Gül “on birinci Cumhurbaşkanı” oldu.
Abdullah Gül’ün görev süresi 2014 yılında bitti. 10 Ağustos 2014 günü yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde, Recep Tayyip Erdoğan “on ikinci Cumhurbaşkanı” olarak seçildi.
Bunda sorun yoktu.
Bir sonraki Cumhurbaşkanlığı seçimi 24 Haziran 2018’de yapıldı.
Bunda ise sorun vardı.
Yüksek Seçim Kurulu, Erdoğan’ın “on üçüncü Cumhurbaşkanı” olarak seçildiğini ilan etti. Fakat bu noktada anayasa hukukçuları arasında kapalı devre bir tartışma yaşandı: Aynı kişi yeniden Cumhurbaşkanı seçilirse sıra numarasında ilerleme yapmaya gerek var mıydı? Öyle ya 1923’te Cumhurbaşkanı seçilen Mustafa Kemal Atatürk, 1927’de, 1931’de ve 1935’te yeniden seçilmesine rağmen hâlâ “Birinci Cumhurbaşkanı” sayılıyordu. Benzer durum ikinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü (1939, 1943, 1946) ve üçüncü Cumhurbaşkanı Celâl Bayar (1950, 1954, 1957) için de geçerliydi.
Üstelik bu durum Türkiye’ye özgü de değildi. Örneğin ABD’nin 2008 yılında seçilen “kırk dördüncü başkanı” Barack Obama, 2012’de yeniden seçilmiş ama bu sıfatında bir değişiklik olmamış, 2017’de seçilen Donald Trump “kırk beşinci başkan” sayılmıştı.
Bu tartışma TBMM çevrelerinde de yaşanmış olsa gerek ki Meclis Başkanlığı, YSK’ya seçim sonuçlarının ilan edildiği gün bir yazı yazdı. Başkanlık, “Cumhurbaşkanlığı görevi yapan kişi sayısının hesabından veya Cumhurbaşkanı seçim sayısı hesabından ulaşılamadığı”nı ve “on üç rakamıyla ilgili tereddütler hasıl olduğu”nu söylüyor, “konunun tekrar değerlendirilerek oluşan bu tereddüdün ortadan kaldırılması”nı rica ediyordu. YSK ricayı kırmadı, kararındaki “on üçüncü” ibaresini kaldırdı.
Fakat tartışmalar burada bitmedi. Bu konuda ilginç bir gelişme, Recep Tayyip Erdoğan’ın geçen hafta kendisini “ilk Cumhurbaşkanı” olarak ilan etmesi oldu:
“Aday çıkaramadılar, bizim adaylığımıza laf söylüyorlar; Türkiye, 2018 seçimleriyle birlikte yeni yönetim sistemine geçti. Kronometreyi sıfırladı. Aklen de hukuken de fiilen de 2018’de seçilen cumhurbaşkanı yeni sistemin ilk cumhurbaşkanıdır.”
Bu hesaba göre siyasal rejim Cumhurbaşkanlığı numarası da sıfırlanıyormuş. Bu hayli tuhaf bir sav. Şöyle ki Türkiye’de siyasal rejim çok defa değişti. Örneğin 1924’te, 1961’de ve 1982’de yeni anayasalar kabul edildi. 1960’ta ve 1980’de askeri darbeler yaşandı ve fiili rejimler oluştu. 2007’de kâğıt üzerinde 2014’te fiilen yarı başkanlığa geçildi.
Eğer her siyasal rejimde kronometre sıfırlandıysa, 1921 Anayasası zamanında Atatürk (1923) “ilk Cumhurbaşkanı” oldu. Bunda ihtilaf yok. Fakat bu hesaba göre Atatürk, 1924 Anayasası döneminde (1927) meğer bir daha “ilk Cumhurbaşkanı” olmuş. Keza, 27 Mayıs 1960’tan sonra Cemal Gürsel yeni rejimin “ilk devlet başkanı” olmuş. 1961 Anayasası kabul edilince Cemal Gürsel “ilk Cumhurbaşkanı” olarak seçilmiş. 1980’de Kenan Evren 12 Eylül rejiminin “ilk devlet başkanı” olmuş. 1982’de Cumhurbaşkanı seçilince “ilk Cumhurbaşkanı” sıfatını kazanmış. Recep Tayyip Erdoğan 2014’te yarı başkanlık rejiminin “ilk Cumhurbaşkanı” olmuş ama 2018’de kronometre bir daha sıfırlanınca yine yeniden “ilk Cumhurbaşkanı” hâline gelmiş…
Amma da çok “ilk”imiz varmış meğer…
Bir devlette bu kadar çok ilk olur mu? Belli bir derdiniz varsa olur.
Bu derdin görünen yüzü, üçüncü kez aday olmakla ilgili. O tamam, onu biliyoruz. Ama korkarım bu söylemde gömülü olan bir diğer mesaj, eski Cumhuriyet’in sona erdiği ve yeni bir Cumhuriyet’e geçildiğidir. Eğer niyet böyleyse, ki pratikler bunu doğruluyor, durum sanıldığından da vahim. Önümüzdeki seçim bu açıdan da büyük önem taşıyor.
Tolga Şirin kimdir?
Tolga Şirin, İzmir'de doğdu. İstanbul Barosu'na kayıtlı avukat ve Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı'nda doçent olarak çalışmaktadır.
Hukuk alanındaki lisans ve lisansüstü eğitimini Marmara Üniversitesi'nde tamamladı. Lisans eğitimi sonrasında Londra Birkbeck Üniversitesi'nde insan hakları hukuku eğitimi aldı; doktora ve doktora sonrası aşamalarda Köln Üniversitesi Doğu Hukuku Enstitüsü'nde araştırmacı olarak görev yaptı.
TÜBİTAK Sosyal Bilimler Programı ve Raoul Wallenberg Enstitüsü bursiyeridir.
Aybay Vakfı (2010) makale yarışması ödülünün sahibidir.
2006-2008 yılları arasında İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi yürütme kurulu üyeliği yaptı.
Ondan fazla kitap ve çok sayıda makalesi olan Şirin, İngilizce ve Almanca bilmektedir.
Geçmişte Radikal ve BirGün gazeteleri ile Güncel Hukuk dergisinde güncel yazılar yazan Şirin, haftalık yazılarını 2020'den beri T24'te yayımlamaktadır.
|