22 Haziran 2021

Covid-19 aşılarının fikri mülkiyet hakları insan yaşamından değerli değil

Bana öyle geliyor ki; 4 milyona yakın insanın ölümüne yüzlerce kat fazlasının hayatının kararmasına neden olan bir salgın devam ederken, hastalığın çaresinden bu denli sıra dışı bir kâr elde etmek pek gururlanacak bir şey olmasa gerek

Alman BioNTech firması, "gurbetçi" ailelerden gelen Uğur Şahin ve Özlem Türeci'nin öncülüğünde Covid-19 aşısını buldu. Pek çokları bu durumla "gurur" duydu. Genel olarak Almanlar, insanlığın baş belası olan bu virüse karşı çarenin ülkelerinden çıkmış olmasından umutlandı. Bazı Türkler etnik kökenlerini; bazı Aleviler mezheplerini, kimi ırkçılık karşıtları, göçmen arka planlarını öne çıkardı.

Fakat asıl çarpıcı nokta kazandıkları servet oldu. Bloomberg'in yayımladığı listeye göre; firmanın CEO'su Şahin, 5,12 milyar dolarlık servetiyle dünyanın en zengin 500 kişisi arasına girdi ve aynı zamanda "dünyanın en zengin Türkü" sıfatını kazandı.

Bana öyle geliyor ki; 4 milyona yakın insanın ölümüne yüzlerce kat fazlasının hayatının kararmasına neden olan bir salgın devam ederken, hastalığın çaresinden bu denli sıra dışı bir kâr elde etmek pek gururlanacak bir şey olmasa gerek.

Konu kişisel değil elbet, sistemsel. Kapitalizmin yarattığı sosyal adaletsizlik, eşitsizlik ve gelir dağılımındaki uçurum gitgide artıyor. Milyonlar açlık, yoksulluk ve hastalıkla boğuşurken küçük ve şanslı bir azınlık gelirlerini arttırıyor. Küresel salgının yarattığı ekonomik yıkım, yüz milyonlarca insanın hayatını altüst ederken piramidin tepesindekiler zenginliklerine zenginlik katıyor. 

Küresel yoksulluk sorunuyla ilgili çalışmalar yürüten Oxfam örgütünün yayımladığı bir araştırmaya göre; dünya üzerindeki en zengin 10 kişi, pandemi sürecinde varlıklarını 540 milyar dolar arttırmış. Bu, dünya üzerindeki bütün insanlar için Covid-19 virüsü aşısı satın almaya yetecek bir miktar. Dahası, milyarderlerin toplam varlığı (Aralık 2020 itibariyle 11,95 trilyon dolar) dünyanın en zengin 20 ülkesinin Covid-19 konusundaki toplam harcamalarından fazla görünüyor. Bu süreçten en kârlı çıkanlardan birinin ilaç sektörü olduğu görülüyor.

Bu aşırılık karşısında sermayenin sözcüsü politikacılar bile devlet müdahalesine göz kırpar oldu. Örneğin ABD Başkanı Joe Biden dahi aşıda fikri mülkiyet korumasının geçici olarak kaldırılmasını destekleyeceğini söyledi. Pek çok devlet, Dünya Ticaret Örgütü'nün (WTO), Fikri Mülkiyet Hakları Sözleşmesi'nin (TRIPS) Covid-19'a karşı aşılara ve tedaviye ilişkin kimi hükümlerinden, en azından Covid-19 için küresel sürü bağışıklığı sağlanana ve pandeminin kontrol altına alınmasına kadar geçici olarak feragat etmesini önerdi. Bu öneri, İnsan Hakları Konseyi, Kalkınma Hakkı Uzman Mekanizması, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ile artan sayıda Devlet ve artan sayıda bilimsel ve insani kuruluş tarafından da destek aldı.

Üstelik piyasalardaki durgunluk karşısında iktisadi olarak "yeni devletçilik" benzeri bir yönelime girileceği söyleniyor. Türkiye'deki bu yöndeki arayışlar da boşuna değil.

Kraldan çok kralcılık yapanlar

Bütün bu süreçte benim dikkatimi çeken, kraldan çok kralcılık yapanlar oldu. Fikri mülkiyet haklarında esnemeye gidilmesi durumunda şirketlerin zarara gireceğini, gelecekteki ciddi salgınlarda şirketlerin aşı bulma motivasyonunun zayıflayacağını söyleyen bu çevreler kendinden çok emin.

Şirketlerin fikri mülkiyet haklarına en ufak bir müdahalede bulunulmamasını -kendilerinin yararına bir yön olmamasına rağmen- canla başla savunması, bu adaletsiz sistemin nasıl ayakta kalabildiğinin iyi bir özeti aslında.

Bu vahşi kapitalizme çanak tutan yaklaşımdakilerin, sanırım bu sektördeki kârın düzeyine ilişkin en ufak fikirleri yok. Söz konusu kârın çok çok az düzeyinin dahi hâlâ "aşırı" kalacağı gerçeği bir tarafa, zenginin malının züğürdün çenesini bu kadar yorduğu bir başka ülke var mıdır emin olamıyorum.

Fakat benim baktığım yerden daha kabul edilemez olan ise bu savların, mülkiyet hakkının kutsallığından mütevellit insan haklarının gereği olarak sunulması oldu. Bu doğru değildir. En azından pozitif hukuk yönünden değildir.

BM Ekonomik ve Sosyal Haklar Komitesi'nin bildirisi

Türkiye'de basına yansımadı ama aktarmak lazım. Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Haklar Sözleşmesi'ni yorumlayan ve sosyal haklara etkinlik kazandırmak için çalışan Ekonomik ve Sosyal Haklar Komitesi, yakın zaman önce aşıya erişim hakkı konusunda bir bildiri yayımladı. Aşılamanın gelişmiş ve zengin olan ülkelerde uygulanıp az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde daha başlamadığını kaydeden Komite, bu durumun var olan eşitsizliği daha da derinleştirdiğini söyledi.

Herkesin ulaşılabilecek en yüksek fiziksel ve zihinsel sağlık standardından yararlanma ile bilimsel ilerlemenin ve uygulamalarının yararlarından yararlanma hakkına dikkat çeken Komite bazı çağrılarda bulundu: Çağrının özü, aşı dağıtımında tüm devletlerin bilimsel iş birliği ve dayanışma gerçekleştirmesi ve aşı dağıtımında sosyal adaleti gözetmesi, ayrıca Dünya Sağlık Örgütü'nün başlattığı aşıya küresel erişim programının (COVAX) güçlendirilmesi yönündeydi.

Bildiride, bazı gelişmiş devletlerin, aşı konusunda oluşturduğu geçici tekele, aşırı piyasalaşmanın neden olduğu sağlıksız rekabete ve bunun sonucunda oluşan "aşı milliyetçiliği"nin tehlikelerine dikkat çekildi.

Bu tehditler karşısında Komite'nin asıl önem taşıyan önerisi ise aşılara evrensel erişimi sağlamak için, özellikle fikri mülkiyetle ilgili olarak, mümkün olduğu kadar hızlı bir şekilde bazı önlemler alınması yönündeki çağrısı oldu.

Bu bağlamda aşıdaki fikri mülkiyet haklarının insan hakları bağlamında nasıl konumlandırıldığı özellikle önemliydi:

"Onaylanan aşıların çoğu fikri mülkiyet hakları rejimine tabidir. Aşıları yaratan özel ticari kuruluşların veya kamu araştırma kurumlarının, kamu fonlarından büyük mali destekle de olsa, yatırımları ve araştırmaları için makul bir gelir elde etmeleri adildir. Ancak Komite, fikri mülkiyet haklarının bir insan hakkı olmadığını, toplumsal işlevi olan sosyal bir ürün olduğunu hatırlatır. Sonuç olarak, Taraf Devletler, fikri mülkiyet ve patente ilişkin hukuki rejimlerinin, ekonomik, sosyal ve kültürel haklardan yararlanmaya zarar vermesini önleme görevi vardır. Dünya Ticaret Örgütü'nün TRIPS Anlaşması ve Halk Sağlığı Bildirgesi'nde (2001) belirtildiği gibi; fikri mülkiyet rejimi, devletlerin halk sağlığını koruma görevini destekleyici şekilde yorumlanmalı ve uygulanmalıdır.

(…) Ticari kuruluşlar, fikri mülkiyet haklarını, her kişinin COVID-19'a karşı güvenli ve etkili bir aşıya erişim hakkı veya Devletlerin TRIPS anlaşmasının esnekliklerini kullanma hakkı çelişecek şekilde kullanmaktan da kaçınmalıdır. (…) Devletler, bu tür ticari kuruluşların, her kişinin COVID19'a karşı güvenli ve etkili bir aşıya erişim hakkıyla bağdaşmayan bir şekilde, kendi topraklarında veya yurt dışında fikri mülkiyet hukukuna başvurmamasını sağlamak için gerekli tüm önlemleri almalıdır.

(….) TRIPS Anlaşmasındaki fikri mülkiyet kurallarının getirdiği mevcut kısıtlamalar ile aşıların büyük ölçekli üretimi ve dağıtımının şu anda teknik olarak mümkün olan düzeye ulaşması için gerekli olan uluslararası iş birliğinin ve olabildiğince hızlı biçimde sürü bağışıklığının sağlanması hedefinin gerçekleşmesini güçleştirmektedir. Milyonlarca önlenebilir ölüme engel olmak, pandeminin yarattığı ekonomik ve sosyal aksaklıkların üstesinden gelmek ve virüsün tehlikeli mutasyon risklerini azaltmak için bu zorunludur."

Bu belirlemeler oldukça ciddi ve derinlikli bir içerik taşıyor.

Yüz milyonlarca insanın içinde boğulduğu trajedi ve adaletsizlik karşısında mevcut uluslararası hukuk düzeni dahi kamucu müdahaleleri haklı ve hatta gerekli saymaya hazırken bunun gerisinde düşüp hâlâ büyük sermayenin çıkarlarını kollamaya çalışmak meşru sayılabilir olmaktan uzak.

Yazarın Diğer Yazıları

Yeni anayasayı bırak, halkın gündemine bak!

TBMM’nin gündemi, halkın öncelikli sorunları olmalı. Demokratik katılımın önünde engeller olduğu doğru fakat bunun dışında Türkiye'nin çok sayıda sorunu Anayasa'dan kaynaklanmıyor

HÜDAPAR, gavur Jefferson ve ilk dört madde

Özellikle soruşturulması gereken husus, bu siyasi partinin “Kürdistan İslam Devleti” kurma amacına matuf biçimde sürdürüp sürdürmediğidir. Böyle bir niyet saptanırsa bu, insan hakları hukuku standartlarına uygun bir kapatma nedenidir

Din eleştirisi kamusal alandan tasfiye edildi

Laik Cumhuriyet'e karşı şeriatçı propagandaya tam serbesti tanınırken şeriatçılığın, siyasal İslam'ın veya genel olarak dinin eleştirisine hiçbir tahammül yok

"
"