Rahatsız edici de olsa şu tespiti yapmak durumundayız: PKK’nın “eli”, hiç bu kadar iyi olmamıştı.
Bazıları “örgüt giderek köşeye sıkıştı, açılım sürecini kendi varlığına tehdit olarak algıladı ve can havliyle bir çıkış yapmakta” diyor hâlâ ya, inanılır gibi değil!..
Aynı bilindik nakaratları “görüş” adı altında ekranlarda serdedenlere de fazla kulak asmamalı! Geçen hafta değindiğimiz gibi, çatışmadan tartışma devşiren medya, bilindik formatının içeriğinde aynı retoriği yeni/genç/taze yüzlerle üreterek günü kurtarıyor, o kadar…
Siyasilere yapılan “buluşun/konuşun/barışın” çağrılarından da fazla bir şey beklemeyin! İster “Recep Bey”, “Kemal Bey”e “Hayırlı olsun!” ziyareti yapsın; isterse CHP’nin yeni başkanı daha mülayim takılıp Başbakan’ın davetine icabet etsin, sonuç çok fazla değişmeyecek.
Benim izlenim ve tahminlerim bu yönde.
Neden mi? Şundan:
Türkiye, üzerinde acı ve kaygı ile durmaya devam ettiğimiz mevcut sorun da dâhil olmak üzere, tarihi boyunca ne önemli ve sarsıcı dönüşümleri, ne de büyük toplumsal/siyasal krizlerden çıkışı kendi başına gerçekleştirebilmiş bir ülke.
Krizler, tıkanıklıklar, kilitler her zaman dış dinamiklerle çözüldü bu memlekette.
Ne çok partili sisteme geçiş, ne 27 Mayıs müdahalesi, ne Kıbrıs harekâtı, ne 1970’lerin ikinci yarısındaki sağ-sol çatışması ve akabinde gelen 12 Eylül…
Ne de yakın zamanda gerçekleşen ve bu yazı bağlamında da işlenecek dönüşüm: sivil-asker bürokratik vesayetin “İslâmî-muhafazakâr liberalizm” üzerinden kalkması…
Bunların hiçbirinde Türkiye “dış dinamik” etken(ler) olmaksızın yerinden kıpırdayamamıştır.
Bu ülke böylesi büyük ölçekli sosyopolitik sorunlar karşısında kendi iradesiyle hareket etme kabiliyetinde, konumunda ve donanımında değil ne yazık ki!..
PKK sorunu açısından da her daim “dış dinamik” dolayımıyla (“sayesinde” demekten imtina ediyorum!) “ilerleme” kaydedildiğini reddetmek mümkün mü?!
Öcalan’ın nasıl yakalanıp teslim edildiğini hatırla(t)mak bile yeterli bu soruya cevap vermek için…
Bu kabuller doğrultusunda son bir aydır olanları değerlendirdiğimizde durum bunaltıcı bir berraklık kazanıyor.
İktidar partisi, Türkiye’de geldiği noktayı önemli ölçüde “dış dinamik”e borçlu olduğunu unuttu.
Ülkenin geleceğini “ulusalcı-laisist-bürokratik” çizgiden çıkarıp “küreselci-İslâmî-liberalist” yörüngeye oturtan “dış dinamik” sayesinde iktidar imkânı bulanlar, bu gerçeği uluslararası arenada göz ardı eden bir dış-politik temayül sergileyince içeride “sigortalar attı”.
Bu kadar basit aslında…
İyi niyetli bazı kesimlerin, “barış, her ne pahasına olursa olsun barış” diyerek çatışan taraflara masaya oturma çağrısı yapmaları da ümitsiz görünüyor bana.
Türkiye’nin halihazırdaki hükümet organizasyonunda bir “revizyon” söz konusu olmadıkça tatminkâr bir ilerleme kaydedilmesi çok zor artık.
Mevcut siyasi iktidarın söz konusu sorundan çıkış konusunda belirleyici aktörlerden biri olması giderek olanaksız hale gelmekte.
Daha doğrudan konuşmak gerekirse, AKP bindiği dalı kesti!
Dışarıda Avrupa Birliği sürecinin yıpratıcı gidişatı karşısında takatsiz kalıp başka coğrafyalarda “stratejik derinlikler” arayan hükümet, bununla titreşimli olarak içeride “açılım” diye çıktığı yolda “açmaz”a düştü.
“Açmaz”ın hükümeti de aşan ve tüm ülkeyi bağlayan bir hacme sahip olması, işin en vahim yanı…
Ne “Ankara”nın, ne “İmralı”nın, ne de “Kandil”in gidişat konusunda asli belirleyenler olmadığı muazzam ölçekli bir sorunla karşı karşıya bence bîçare memleketim!..
Böylesi mahalli ve içerlikli bir “üçgen”in çok ötesinde, dışarlıklı ve hayli geniş açılı bir “üçgen” çerçevesinde belirlenecekmiş gibi görünüyor ülkenin istikbal ve mukadderatı…
Bilmiyorum ne dersiniz, ama sanırım “Washington-Tel Aviv-Pensilvanya üçgeni” olacak bu.
Bu üç “nokta”nın öncelikle birbirleriyle kuracağı ilişki ve etkileşim sürecinden çıkacak büyük ihtimalle önümüzdeki dönemin Türkiye tablosu…
O yüzden “içeri”deki kısır tartışmaları, atışmaları, sövüşüp-sayışmaları bir kenara bırakın ve dikkatlerinizi dışarıda oluşturulması olası bu “üçgensel” ilişki ağına yöneltin!
Bakalım bir “çözüm üçgeni” mi olacak bu Türkiye için?..
Yoksa bir tür “Bermuda Şeytan Üçgeni” mi?!