30 Kasım 2010

ŞÖHRETTEN FİRAR YOK!

...“Meşhuriyet Çağı” tabirine birazdan geleceğim, ama önce olayı özetleyelim!..

Acun Ilıcalı’yı sadakatsizlik gerekçesiyle eşi tarafından boşanma davasına ve sahip olduğu büyük servetin yarısını kaybetme ihtimaline sürükleyen gelişme, tipik bir “Meşhuriyet Çağı” vakası olarak değerlendirilebilir. 
“Meşhuriyet Çağı” tabirine birazdan geleceğim, ama önce olayı özetleyelim!
Ilıcalı, 2002’de “Acun Firarda” adlı (kendisini daha çok deniz kıyılarında, kumsallarda sere-serpe güneşlenenlere mikrofonu uzatıp ekrana genişçe gülerek bakarken hatırladığım) “sulu-sepken” bir gezi-eğlence programıyla ivme kazanan sunucu-yapımcı kariyerinde birkaç yıl içinde zirveye çıktı. Birçok “realite-şov” ve yarışma programında onun imzası var: “Fear Factor”, “Söyle Söyleyebilirsen”, “Yoksa Rüya mı?”, “Devler Ligi”, “Var mısın, Yok musun?”, “Survivor: Türkiye-Yunanistan”, “Survivor: Aslanlar-Kanaryalar”, “Survivor: Kadınlar-Erkekler”, “Yetenek Sizsiniz”, “Yok Böyle Dans”…  
Sekiz yıla sığan bu programların Acun’u 50 milyon liralık bir servetin sahibi yaptığını öğreniyoruz. 
Yukarıda sıralanan işlerle bu kadar kısa sürede böyle büyük bir servet edineceğine Acun’un kendisi inanıyor muydu bilmiyorum. Ama kuvvetle tahmin ediyorum ki buna o bile inanmıyordu. Öyle olsa şimdiki sorunla, yani bu servetin yarısını yakında eski karısı olacak Zeynep Ilıcalı’ya kaybetme riskiyle karşı karşıya kalmaz, baştan tedbir alırdı diye düşünmekteyim. 
Bu noktayı şöyle açalım: Daha önce de bu sayfalarda yazdığımız üzere, evliliklerin boşanma ile muteber hale geldiği bir dünyada yaşıyoruz. Artık pek çok ülkede, hele ki zengin ve şöhretli kimseler, evliliğe bir ön sözleşme olmadan adım atmıyor. Nikâh defterine imza atmadan önce, eğer ilerde boşanırlarsa eşlerin birbirinden mal-mülk talep etmeyeceklerine dair teminat kâğıdına imza atıyorlar.
Acun’un yedi yıl önce evlendiği karısı onun bu hızlı yükseliş sürecinde yanı başındaydı hep… Eğer Acun böyle bir servetin kapısını çalacağını baştan bilse büyük ihtimal evliliğe diğer pek çok zengin, şöhretli insan gibi “sözleşme” ile başlayacaktı.
Acun’un “Meşhuriyet Çağı”na hazırlıksız yakalandığını düşünmek mümkün… 
Eşinin mahkemeye verdiği boşanma dilekçesinde belirtildiğine göre Acun, bir yıldır “karı-koca” gibi yaşadığı kadınla ilişkisini karısına “zenginliğin ve şöhretin bedeli” diye mazur göstermeye çalışmış. Ama karısı bu izahatla iktifa etmeyip söz konusu “bedel”i 25 milyon lira olarak belirlemeyi uygun buldu.
Aslına bakılırsa günümüzde hayli sıradanlaşan, irili-ufaklı pek çok benzeriyle karşılaştığımız bir olay bu. Oyuncular, şovmenler, şarkıcılar, sanatçılar, köşe yazarları, haber spikerleri, politikacılar, gözler önünde olan pek çok insan (ki onlara topluca ve kısaca “şöhret” diyoruz) aynı türden örnek olaylar sundu bize…
Acun’un olayında fark yaratan bir nokta, kanımca, eşinin “sentimental” olmaktan alabildiğine uzak ve hayranlık uyandırıcı ölçüde “rasyonel” davranışı… Kadın gayet soğukkanlı bir şekilde önce mahkeme kapısını çaldı, sonra da “25 milyon”luk dilekçeyi Acun’un kapısına dayadı. 
Bir düşünün, benzer durumlara düşen şöhret eşleri nasıl vahim bir kırılganlık içinde medyaya malzeme olmuşlardı!.. 
Acun’un mesleği, televizyon yapımcı-sunucusu olarak geçmekte… Ama ben onu bir “meşhurluk moderatörü” olarak tanımlamayı tercih ederim. 
Onun yukarıda sıralanan programlarının çoğu, sıradan insana şöhret ve zenginlik vaadiyle prim yaptı. Diğer bazılarında da kamuoyunda isim yapmış zengin ve şöhretli insanları bu özelliklerini perçinleyecek ve toplumun şöhrete arzusunu daha da artıracak (“azdıracak” mı demeli?) bir formatın içinde izledik, izliyoruz.
Dedik ya, çağ, Meşhuriyet Çağı…
Bu çağın temel prensibi şu: Ne olursan ol, ama mutlaka meşhur ol! Meşhur değilsen, yoksun çünkü…
6,5 milyara varmış nüfusuyla dünya üzerinde bir “anomali” haline gelen, hem de böyle bir çokluk, daha doğrusu fazlalık nedeniyle devalüasyona uğramış insan türünün üyeleri, bu değersizlikten kurtulmanın kestirme bir yolunun görünür ve tanınır olmaktan geçtiği sanısında. Görsel medya yaratıyor ve besliyor bu zehabı…
Üstelik bu yalnız işsiz-güçsüzleri veya sıradan işlerle hayatını sürdürenleri kapsayan bir durum değil. İyi, geçerli, saygın bir mesleği olanlar da şöhret peşinde.
O yüzden, doktor, avukat, psikolog, kriminolog, jeolog-deprem uzmanı, asker, polis, akademisyen, gurme, gazeteci, sanayici, yazar, ekonomist, tüccar ve diğer her meslekten insan, bir şekilde ekran yolunu tutma derdinde.
İşte “Meşhuriyet Çağı”nın anlamı burada: Meslek sahibi olmak yetmez, ille de meşhur olmak lâzım!..
E, hâl böyle olunca şöhrete aracılık yapmaya, arzu edeni ona yönlendirmeye talip bir pozisyon, yani şöhret moderatörlüğü, onu ifa edeni Acun örneğinde olduğu gibi kısa sürede mucizevî bir noktaya yükseltiyor.
Ama işte hayat yine de bir denge oluşturmakta. Eğlence okyanuslarında “firari” yaşayanlar, kendi şöhretleriyle kafeslenebiliyor.
“Meşhuriyet Çağı”nda haydan gelenin huya gitmesi de böyle oluyor!
Bir iddia ile bitirelim: Sürecin nereye varacağı bilinmez, ama diyelim ki boşanma sonrasında Acun, bu defa 20’lik sevgilisiyle hayatını birleştirmeye karar verdi. Bence boşanma durumunda para-mal-mülk konusunu netleştiren bir mukavele yapmadan nikâh masasına oturmaz artık…
Siz ne dersiniz?..

Yazarın Diğer Yazıları

Vurun kanatlarınızı karanlığa kuşlarım!

Yöresel ve evrensel düzlemlerde eşzamanlı yaşananları 'insan' gerçeğinde birbirine organikçe bağlamak… Daha iyi bir hayatı var etme umut ve inancıyla gelenekten geleceğe taşınmak… Bunlar, Hasan Hüseyin şiirini bu coğrafyanın en özgün ve özgül yapıtlarından biri kılar

Goebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!"

Bir okurum, siyaseten Refah Partisi - AK Parti çizgisinde yol almış olmakla birlikte bugün gelinen noktada Ak Parti'nin yapıp ettiklerine ve olup bitenlere bağlı olarak bu ideolojik 'gönül bağı'nın nasıl koptuğunu samimi bir eleştirellikle bizimle paylaşıyor

Goebbels'leşme karşısında muhalefeti sorgulamak!

Matbu medyanın hazan mevsiminin, televizüel medyanın da sonbaharının yaşandığı bir dönemde, insanları sıkan, bıktırıp usandıran karakterlere, ağızlara, kabadayılıklara kimse katlanmak zorunda değil. CHP hiç değil