İrlanda Katolik Kilisesi’nde patlak veren pedofili skandalını, Hıristiyanlığın bu en büyük mezhebinin kurumsal performansına ilişkin önceki bazı vakalar doğrultusunda çok da beklenmedik saymamak gerekir. “Vatikan”ın dünyanın değişik yerlerindeki temsilciliklerinden gelen seksle ilişkili nahoş hadiselere hayli zamandır aşinayız zaten...
Ama bu defa “çocuk cinsel tacizi” söz konusu ve bunun diğerleri kadar kolay atlatılabilecek bir “varta” olmadığı kesin. Nitekim en tepedeki adam, Papa 16. Benedictus, durumun vahameti karşısında taciz kurbanlarından “özür diledi”. Tabii Katolik inancına göre Papa’nın İsa-Mesih’in yeryüzündeki temsilcisi, Kilise’nin de “Kutsal Ruh”un idaresi altında olduğu cihetiyle, bu özrün Tanrı’yla bağıntısını kuranlar çıkarsa buna da şaşmamak lâzım.
Vatikan’dan gelen özrün Tanrı’dan mı olduğunu soran (Çok şükür!) çıkmadı, ama yaşanan olay karşısında Şeytan’ın Vatikan’da olduğunu söyleyen çıktı! Üstelik bu, Katolik ruhbanlığın en yetkili ağızlarından biri… Roma Piskoposluğu’nun “Baş Egzorsist”i (şeytan çıkarıcısı) İtalyan rahip Gabriele Amorth, Şeytan’ın Vatikan’da “iş başında” olduğunun son pedofili olayıyla birlikte daha da açık-seçik anlaşıldığını belirtti.
Bugüne kadar 70 bin civarında “şeytan çıkarma” işiyle uğraşmış 85 yaşındaki rahip, Şeytan’ın Vatikan’a sızmış olmasına kanıt olarak Vatikan’daki iktidar mücadelelerini, İsa’ya inanmayan kardinalleri ve Şeytan’la ilişkili piskoposları gösteriyor. İrlanda’da ortaya çıkan mide bulandırıcı gelişmeyle de Şeytan’ın kutsal odalardaki kokusunun daha güçlü hissedildiğini vurguluyor.
Katolikliğin Şeytan’ın yeri olarak “Tanrı’nın evi”ni işaret etmesi, insana, “Heyhat, gün nasıl da döndü” dedirtecek kadar önemli ve anlamlı bir durum… Aynı Vatikan, yüzyıllarca Şeytan’ın yeri olarak başka evleri ve o evlerin sakinlerini işaret etmiş, o evler ve insanlar da cayır cayır cehennem ateşine “mazhar olmuşlar”dı, biliyorsunuz! Şeytan’ın “cadı”ların evinde ve içinde olduğu günlerden, şimdilerde Allah’ın evinde, Vatikan’ın içinde olduğu günlere geldiğimiz, bugün aynı Kilise Babaları tarafından söyleniyor.
15. ve 18. yüzyıllar arasında Şeytan’la işbirliği içinde oldukları suçlamasıyla siz deyin 40 bin, ben diyeyim 100 bin (isterseniz 200 bin de diyebilirsiniz) insan Katolisizm marifetiyle yakıldı Avrupa’da. “Cadı” tabir edilen insanlara yönelik suçlamanın özünde, Şeytan’ın arzusu doğrultusunda gerçekleştirilen ayinlerde çıplak dans etmek, toplu seks yapmak, bebek ve çocuk kurban edip etini yemek gibi ithamlar vardı. Bu ithamların aslı-astarı olmadığı gibi, kimin “çocuk eti”ne düşkün olduğu da şimdi İrlanda’da ortaya çıkan olaylardan gayet iyi anlaşılmakta.
Katolik Kilisesi tarafından Şeytan’ın hükmünde ve hizmetinde olmakla suçlanan cadılar, esasını bolluk-bereketle bağlantılı “doğa tapımı”nın oluşturduğu Hıristiyanlık-öncesi Avrupa pagan inançlarının takipçileriydi. Hıristiyanlığın Avrupa’da yayılmasından ve kitleler üzerinde etkinlik kazanmasından sonra, bu inanç pratisyenleri yok olmadılarsa da hayli düşük profil sergileyerek, kıyıda-köşede, sessiz-sedasız etkinliklerini sürdürdüler.
İlginç olan nokta, cadıların, Katolik-Hıristiyanlığın Avrupa’da altın çağını yaşadığı Ortaçağ’da değil de Yeniçağ’da, yani erken modern zamanlarda “av” haline gelmesidir. Buna neden olarak düşünülen, Ortaçağ Avrupa’sında politik-ekonomik iktidar konumundaki bir kurumun, gelmekte olan “Yeni Hayat”la iktidarının sallanmaya başladığı noktada böylesi bir kitlesel mobilizasyona gittiğidir. Amaç, Şeytan’ın güdümünde sayılan cadıları hedef göstererek, Tanrı’yı temsil edenlerin, Protestanlığın da sökün etmesiyle sarsılan iktidarını kitleler nezdinde yeniden pekiştirmektir. Hoş, Protestanlık da “Cadı Avı”nda Katoliklikten geri kalmamıştır ya, o da ayrı bir konu…
Sonuçta bir dönem iktidarını sağlamlaştırma sürecinde “Haçlı Seferleri”ni tezgâhlayan Kilise, iktidarının sarsılmasını durdurma yolunda da “Cadı Avı”nı kışkırttı. “Doğa Ana”ya iman eden, çoğu kadın, ama aralarında erkeklerin de bulunduğu yüz binlerce insan Şeytan’la işbirliği içinde oldukları gerekçesiyle katledildi.
Şimdi, hayatını “şeytan çıkarma” işine adamış kıdemli bir rahip bas bas bağırıyor, “Şeytan Vatikan’da” diye… Cadıların âhı geç de olsa tuttu mu dersiniz?! Hayır hayır! Asıl söylenmesi gereken, belki de Şeytan’ın sadece şimdi değil, iktidar kaygısıyla “Cadı Avı”nın tezgâhlandığı dönemde de Vatikan’da olduğu… Baksanıza aynı rahip, Vatikan’daki iktidar mücadelelerini Şeytan’ın varlığına işaret sayıyor.
Neyse, Katolik inanç sahiplerini daha fazla incitmeden, kendi antropolojik-sosyolojik pozisyonumuz üzerinden “neyin nerede olduğu”nu netleştirerek bitirelim! Bunu da meseleyi “ateizm”e çektiğimi düşündürme pahasına (hiç öyle bir niyetim yok) Marx’ın çok öne çıkarılmayan bir din tanımı üzerinden yapalım. Buna göre din, “insanî özün düşsel gerçekleşmesi”dir.
İnsanın “öz”ünde hem iyi hem de kötünün bulunduğunu, bunun da “Tanrı” ve “Şeytan” ikiliği şeklinde ve “din” adı altında dışa vurulduğunu düşünmek mümkün bu tanımdan hareketle…
Dolayısıyla din, “mutlak iyi” olarak Tanrı’yı “kısmî iyi” insanın yönelim odağı, “mutlak kötü” Şeytan’ı da “kısmî kötü” insanın kendini sakınması gereken odak şeklinde konumlandıran bir yaşam reçetesidir.
O halde hem “Tanrı”nın hem de “Şeytan”ın insanda içkin olduğu unutulmamalı!
Dolayısıyla “Tanrı’nın evi”nde “Şeytanî amel”le karşılaşınca şaşırmamalı!
Nihayet, hatırlamalı:
Tanrı her yerdedir… Şeytan da!..