Yaklaşan genel seçim nedeniyle liderler başta olmak üzere siyasiler arasında süren atışmalarda ortalığa “saçılan” sözlerin hiçbiri, AKP eski milletvekili ve bakanı Kürşat Tüzmen’inki kadar üzerine tüy dikilesi olmadı.
Geçen hafta sonu basına yansıyan ve CHP lideri Kılıçdaroğlu’na yönelik söylendiği bariz olan ifadesinde Tüzmen, “Biz adamı ana rahmine kadar kovalarız” dedi.
Edep ve hayâya hiç mi hiç sığmayan bu sözlerin, dindarlık eşiği hayli yüksek bir muhafazakâr parti bünyesinde yakın zamanlara kadar öne çıkmış biri tarafından sarf edilmiş olması, bu partinin “toplumsal bilinçaltı” üzerinde odaklaşmak isteyen klinik ve sosyal psikologlar açısından kışkırtıcı bir malzeme olabilir.
Fakat ataerkil söylemin kaba ve pervasız bir dışavurumu olarak düşünülmesi gereken bu sözlerin asıl muhasebe edilmesi gereken alan “teoloji”, daha özel olarak da İslâm ilahiyatıdır.
Tüzmen’in kendince “oto-sansür” uygulayarak böyle bir ifadede hepimizin bildiği üzere esas kullanılacak kaba sözcüğün yerine “rahîm” sözcüğünü ikame ettiği ortada… Lakin bu, durumu daha da beter hale getiren bir tercih… Çünkü, “rahîm”, aynı zamanda Allah’ın 99 güzel isminden biri!..
Hemen bana, “Yahu Kürşat Bey onu kastetmiyor” diye itiraza yeltenmeyin! Bekleyin ve temellendirmeme izin verin.
Ama ondan da önce şunu söylememe izin verin: Dine duyarlı, itikadı güçlü, ameli yerinde hiç kimsenin böyle bir laf sarf edeceğini düşünmem ben… İslâm’ın şer’i bilgisiyle de tasavvufî ahlâkıyla da beyni ve ruhu bir parça yıkanmış olanların “kadın cinsel organı”nı kaba sözün, küfrün malzemesi yapma gafletinden Allah’a sığınacaklarını tahmin ederim.
İki kaynaktan hareketle bu düşünce ve tahminimi açmaya çalışacağım.
Tüzmen’in kurduğu küfür cümlesinde “rahîm” sözcüğünü argoda telaffuz edilen sözcüğün yerine kullanarak kendince ağzını toplama gayretinde olduğunu belirttik ya, oradan başlayalım! Gündelik dilde “kadın cinsel organı”na karşılık gelen ve küfür anlamında kullanılan o sözcük de bir zamanlar Allah’ın ismi olan “Rahîm” kadar yüce ve kutsal bir mânâ ifade etmekteydi.
Arkeolog Yıldız Cıbıroğlu, yıllar önce kaleme aldığı “Küfürdeki kaba sözcüğün kökeni” başlıklı eşsiz yazısında bu gerçeği çarpıcı ve sarsıcı biçimde ortaya serer. Türkiye’de kadın cinsiyet organının en kaba argo ifadesi ve en azılı küfürlerin kökü olan sözcüğün, 10 bin yıl önce gerçekleşen Tarım Devrimi’nin ardından bugün olduğunun tam tersine en yüce, “mübarek” ve kutsal sayılanı ifade ettiğini belirtir.
O, tek başına olduğu gibi, çeşitli ilk ve son eklerle de (“Ama”, “Am-ma”, “Ma”, “Uma”, “Ame”, “Amagat”, “Umay”) Anadolu’dan Mısır’a, Hint Yarımadası’ndan Orta Asya’ya, Roma’dan Yunan’a her yerde tanrıçaların kök adıdır!
Cıbıroğlu bu durumun, “muhteşem” tanrı-ana ile yaratma eylemi, dolayısıyla da kadının yaratma organı arasındaki özdeşime işaret ettiğini öne sürer: “Evrenin merkezinde tanrı-ananın yaratıcı, bilgili üreme organı var”dı ve her şey “ondan çıkıyor ve ona dönüyor”du (Y. Cıbıroğlu, "Küfürdeki Kaba Sözcüğün Kökeni", Cumhuriyet Bilim-Teknik, Sayı: 607, 7 Kasım 1998).
Ancak saban tarımının ileri aşamasındaki ekonomi-politik koşulların sonucu olan ataerkillik, kadını her alanda denetlemeyi ve her bakımdan aşağılamayı beraberinde getirince “kadınlık” gibi onun cinsel organını anlatan sözcük de kutsallıktan küfre evrildi. Daha doğrusu “devrildi”!..
O, artık en aşağı sayılanı ifade eden bir kaba söze dönüşmüştü.
Neyse ki İslâm’da, özellikle de onun tasavvufî ekolünde bu tatsız dönüşümü telafi mahiyetinde bir söylemsel içerik, hepten eksik değildir.
Evet, Ortadoğu’da saban tarımı aşamasına geçildikten sonra temayüz eden üç büyük tek tanrılı semavî dinden biri olan İslâm da diğer iki din gibi erkeği üstün-hâkim, kadını ise aşağı-tâbi sayan bir söyleme işlerlik kazandırır. Ama kadın cinsel organının (argo olmayan) adının Allah’ın isimlerinden biri olması da tesadüfü aşan anlamlı bir “bağ”a işaret eder.
Zaten o yüzden Tüzmen’in “rahîm” sözcüğünü bu kadar kaba ve hoyratça telaffuz etmesi, sadece Kılıçdaroğlu’na sövgü olmanın ötesinde “İlahi” olana dil uzatmaya kadar varan bir ağır söz niteliğine bürünür.
“Merhamet eden, nimet veren” demek olan “rahîm” adı ile kadın cinsel organı arasındaki “ünsiyet”, özellikle tasavvufî literatürde oldukça güçlü biçimde gündeme getirilir. İslâm tasavvufu konusunda en uzman ve güvenilir âlimlerimizden Prof. Süleyman Uludağ’ın “Sûfî Gözüyle Kadın” adlı kitabında yer alan İbn Arabî bahsi, bu bakımdan iyi bir örnektir.
İslâm tarihinde “Şeyh ül-Ekber” addedilen İbn Arabî’nin kadın, erkek ve cinselliğe yaklaşımı hakkında şöyle yazar Uludağ Hoca:
“İbn Arabî ana rahmi ile Hak Teala’nın isimleri olan Rahman ve Rahim ile rahmet, merhamet eden sıfatları arasındaki ilişkiye dikkat çeker, sık sık ‘Allah, rahme dedi ki: Seninle bağlantı kuranla bağlantı kurarım, seninle olan bağlantıyı koparandan bağlantımı keserim’, ‘Arşta asılı olan Rahim der ki: Benimle irtibat kuranla Allah irtibat kurar, benimle olan irtibatını kesenden Allah irtibatını keser’ (Müslim, Birr, 6). ‘Rahim, Rahman’ın türevidir (Sücne). Onunla ilişki kuranla Allah ilişki kurar, onunla ilişkisini kesenden Allah ilişkisini keser’ (Tirmizi, Birr, 16) mealindeki hadislere gönderme yapar. Bütün bağlar, ilişkiler, nesebler ve akrabalıklar ana rahmi ve sıla-ı rahim sayesinde gerçekleşir. Mevla ile kulun arasındaki nisbet, yani Mevla ile kul olma ilişkisi de rahimin kökü olan rahman sayesinde gerçekleşir. Rahman karşısında rahim hangi konumda ise erkek karşısında kadın da o konumdadır” (S. Uludağ, Sûfî Gözüyle Kadın, İnsan Yay., 1995, s. 77-78).
Şu işe bakın! Demek ki Tarım Devrimi’nin hemen akabinde üreme, bereket ve doğurganlık simgesi olarak kutsallaştırılan kadın cinsel organı, sonraki aşamada aşağılanıp küfre malzeme yapılsa da İslâm tasavvufu ona yeniden hak ettiği kıymeti, üstelik de Allah indinde veriyor.
Bu anlatılanlardan sonra, “Adamı ana rahmine kadar kovalarım” diyene ne yapmak düşer, ona da siz karar verin! “Ehl-i tasavvuf”a kulak verecek olsa şayet, o “rahm”e kurban olması lâzım!..
Amma velâkin ve maalesef, anlamak için de arif olmak lâzım!..