09 Temmuz 2010

Postmodern Tarikatlar / Post-tarikat Cemaatler

Geçen hafta Çiğdem Anad’ın yönettiği “NTV Soruyor” programında Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nden...

Geçen hafta Çiğdem Anad’ın yönettiği “NTV Soruyor” programında Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nden “tarikat ve cemaatler”in iç tehdit unsuru olmaktan çıkarılması yönünde hükümet kanadından başlatılan girişimi tartışmak için ekrandaydık. Orada özellikle tarikat-cemaat ayrımı üzerine sarf ettiğim sözlerin internet ortamında yaygın bir dolaşıma sokulduğunu fark ettim. Söylediklerimin bütünüyle arkasında durarak süre kısıtlılığı nedeniyle ekranda belirtemediğim bazı noktaları burada eklemek istiyorum; yaklaşımımı daha enine-boyuna ortaya sermek amacıyla…
Evet, “tarikat” denilen topluluklar, “cemaat” adı altında değerlendirilenlere göre daha “geleneksel” nitelikte olup, modern-öncesi toplum yapısına uyarlı şekilde sözlü kültür ve yüz yüze iletişimi öncelikleyen bir işleyiş arz ederler. “Cemaatler” ise Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sürecinde önce siyasal sonra da toplumsal düzlemlerde deneyimlenen modernleşme ile etkileşim ve uyuşum içinde bir yapılanma ve çalışma stratejisi geliştirmişlerdir.
Tarihi yüzyıllara dayanan tarikatlarda şeyh-mürit ilişkisi esastır; “zikir” pratiği merkezîdir; biat-intisap (şeyhe bağlanma/tarikata giriş) törenleri es geçilemezdir; “silsile” denilen ve mevcut tarikat liderini önceki dönemlerin şeyhleri aracılığıyla erken-İslâm döneminin Sufi şahsiyetlerine, hatta Peygamber’e bağlayan bir tür “meşruiyet zinciri”, olmazsa olmazdır.
Bunları “cemaat” tabir ettiğimiz ve 20. yüzyılda sökün etmiş oluşumlarda göremeyiz. Cemaat önderinin “önderliği” (kendisini önceleyen, etkilendiği, feyiz aldığı üstatlar olsa da) bir “silsile”ye dayanmaz. Zikir çekmek yerine Kur’an ve diğer dinî metinlerin okunması esastır. Bu yüzden de tekkenin yerini “okul” alır ki bu tam da “modernite”nin vazettiği bir uygulamadır.
Dolayısıyla “cemaat” diye sınıflanan İslâmî oluşumlar ve onların önderleri, geleneksel toplum yapısından ve tarikatlardan kök almakla birlikte, sonuçta modern toplumun talep ve ihtiyaçları doğrultusunda bir yeni-biçimlenmeyle ayırt edilirler. Bu noktayı açma yolunda “Nur Cemaati” önderinin İslâmî pratiğine, Prof. Şerif Mardin’in ilgili çalışmasından (“Religion and Social Change in Modern Turkey: The Case of Bediüzzaman Said Nursi”) da yararlanarak kısaca göz atmak uygun olur.
Said Nursi, içerisine doğduğu coğrafyanın (Hizan-Bitlis) hâkim İslâmî çevresi “Halidî-Nakşibendîlik” bünyesinden çıktığı yolda, daha sonra “ehl-i tarik” olmanın ötesine geçti.
Tarikatların İslâm toplumunun birliğini böldüğü, dolayısıyla gücünü zayıflattığı görüşü doğrultusunda onların yararlılık ve gerekliliklerini reddetti.
Bu noktadan hareketle de tarikatta “şeyhlik” makamının temel önemini “yazılı mesaj”a (“Risale-i Nur”) transfer etti. Şeyh-mürit ilişkisinin yüz yüzeliğine bağlı olarak zaman ve mekânla sınırlanan dinsel söylem, böylece her zaman ve mekânda “alıcı”nın özel konumu ve beklentisine göre yeniden üretilebilecek evrensel ve “edebî” (metinsel) bir mahiyet kazandı.
Said Nursi’nin bu şekilde bir “yazılı metin” çerçevesinde şahsiyet bulması, onun pozisyonunun bir tarikat mürşidi olmaktan, bir tür Müslüman “ideolog” olmaya dönüştüğünü ileri sürmeye el verir.
Bu söylediklerimiz temelinde yapılan tarikat-cemaat ayrımının yine de tümüyle “sorunsuz” olduğunu söylemek mümkün değil. Çünkü, NTV’deki canlı yayında da gündeme geldiği üzere, sosyolog Ferdinand Tönnies’in cemaat-cemiyet ayrımı temelinde düşünüldüğünde, İslâm tasavvufunun kitle örgütleri olan tarikatlar, aynı zamanda cemaat vasfına da sahiptir. Bu konuda konuşma hakkını ve haddini bize veren kitabımızın başlığına da yansıdığı şekilde (“Batı’da Bir Nakşî Cemaati: Şeyh Nazım Kıbrısî Örneği”) tarikatlardan, özellikle de aynı tarikatın farklı kollarından “cemaat” diye de bahsedilebilir. İskenderpaşa (Nakşî) Cemaati, İsmail Ağa Cemaati gibi…
Diğer sorunlu yan ise Nurculuk, Süleymancılık gibi grupların “cemaat” olarak tanımlanmaya ne ölçüde uygun olduklarıdır. Gerçi bunların cemaat toplumsallığının özelliklerine sahip olduğunu gösteren noktalar vardır. Ama öte yandan bunlar, yukarıda da özetlendiği gibi, modern toplumun gerekleriyle ve “cemiyet” toplumsallığıyla uyarlı bir yapılanma ile daha fazla karakterize edilmektedirler. Belki Fethullah Hoca’nın “Cemaattik, cemiyet olduk” sözü tam da bu noktada anlam kazanmaktadır.
Son olarak, tarikatların da artık modern, hatta “postmodern” toplum bünyesinde ve “geleneklerini modernleştirerek” varlıklarını sürdürdüklerini unutmamak gerekir. Biat törenlerinin “online” gerçekleştirildiği, şeyhlerin müritlerine yönelik “irşat” (rehberlik) faaliyetinin “siberortam”da sürdürüldüğü günümüzde tarikatlar da modernliğin talep ve ihtiyaçlarına uygun bir işleyiş içindeler.
Daha önce de tartışmaya açtığım bir görüşte ısrar ederek bitireyim: Nurculuk, Fethullahçılık gibi hareketleri en uygun tanımlayacak niteleme, bunların “post-tarikat” örgütlenmeler olduklarıdır. Yani tarikat İslâm’ından çıkış bulan, ama onu “zamanın ruhu” ile bağlantılı biçimde “değilleyerek” yoluna devam eden oluşumlardır bunlar…
Halidî-Nakşî terbiye ile yetişmiş Said Nursi’nin daha sonra “Devir tarikat devri değil, imanı kurtarma devridir” demiş olması tam da bu “post-tarikat” pozisyonu aksettirir.
Sonuçta durum şu: Bir, geleneğin bağrından çıkmakla ve ona bağlılıkta ısrar etmekle birlikte modern/postmodern dünyada nefes alıp vermeyi artık öğrenmiş tarikatlar var. İki, aynı modernlik karşısında ta en baştan ona uyarlı bir motivasyonla etkinlik sergileyen “post-tarikat” oluşumlar var, ki bunlara “cemaat” diyoruz.
Ama keşke daha uygun bir tabir bulabilsek!..

Yazarın Diğer Yazıları

Vurun kanatlarınızı karanlığa kuşlarım!

Yöresel ve evrensel düzlemlerde eşzamanlı yaşananları 'insan' gerçeğinde birbirine organikçe bağlamak… Daha iyi bir hayatı var etme umut ve inancıyla gelenekten geleceğe taşınmak… Bunlar, Hasan Hüseyin şiirini bu coğrafyanın en özgün ve özgül yapıtlarından biri kılar

Goebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!"

Bir okurum, siyaseten Refah Partisi - AK Parti çizgisinde yol almış olmakla birlikte bugün gelinen noktada Ak Parti'nin yapıp ettiklerine ve olup bitenlere bağlı olarak bu ideolojik 'gönül bağı'nın nasıl koptuğunu samimi bir eleştirellikle bizimle paylaşıyor

Goebbels'leşme karşısında muhalefeti sorgulamak!

Matbu medyanın hazan mevsiminin, televizüel medyanın da sonbaharının yaşandığı bir dönemde, insanları sıkan, bıktırıp usandıran karakterlere, ağızlara, kabadayılıklara kimse katlanmak zorunda değil. CHP hiç değil

"
"