Norveç’i kana bulayan Breivik’in dünyada kötüye gidişten sorumlu saydığı başlıca üç dinamik var. Çokkültürlülük, “kültürel Marksizm” ve İslâm...
Çokkültürlülük, yeryüzünde anormal bir demografik baskı oluşturan 6,5 milyar insanın bir yerden bir yere sürekli hareket ve birbiriyle sürekli iletişim içinde, yani “küresel” yaşayabilmesi yolunda hayli sorunlu ama artık neredeyse alternatifsiz tek reçete...
“Kültürel Marksizm”le caninin ne kastettiği tam netleşmedi sanırım, ama kanımca günümüz Batı dünyasında, özellikle de Avrupa’da insan, kültür ve kimlik hakları dendiğinde bunu kayıtsız-koşulsuz savunan siyasi-ideolojik anlayışı işaret ediyor. Ağırlıklı olarak Avrupa “yeni sol”unun sahiplendiği, parlamenter süreçlerde de işçi partileri tarafından savunulan bir pozisyon bu…
Marksist sosyalizm bir ekonomi-politik alternatif oluşturma imkânını Avrupa’da 19’uncu yüzyılda, dünyada da 20’nci yüzyılın sonunda kaybettiyse de bu “büyük anlatı”nın eşitlikçi, çoğulcu ve çeşitlilikten yana, yani çokkültürcü “ethos”u etkisini sürdürmekte… Breivik için belli ki böylesi bir anlayışın temsilcisi ve savunucusu Norveç İşçi Partisi, bir “içerdeki öteki” olarak birinci hedef olmuş.
“Dışarıdaki öteki” (ama aynı zamanda Avrupa’da bir göçmen nüfus oluşturması itibarıyla, içeride olsa da “dışarlıklı” öteki) olarak hedef tahtasına oturtulan da şaşırtıcı olmayan şekilde İslâm yahut Müslümanlar…
Breivik işe “içerdeki öteki”yle, İşçi Partisi’nin gençlik kampını kan gölüne çevirerek başladı. Müellifi olduğu 1500 sayfalık “Avrupa Bağımsızlık Deklarasyonu”nda yazdıklarına bakılırsa, maazallah dışarıya yönelmek için “lojistik destek” bulabilse neredeyse “11 Eylül”ün rövanşına gidebileceği ihtimali, tüyler ürpertici biçimde ortada…
Ben yine de olup-biteni sadece Batılı bir “İslâmofobi” tezahürü olarak almanın, meselenin çerçevesini daraltacağını düşünüyorum. Dünya buna benzer eylemlerle yakın gelecekte Ortadoğu’dan Uzak Doğu’ya, Orta-Güney Amerika’lardan Avustralya’ya kadar her yerde karşılaşabilir.
Geleceğin “öteki” olanla yaşayarak değil, onu yok ederek mümkün olacağına inanan zihin ve ruh halinin giderek yaygınlaşıp evrenselleşeceği kaygısından besleniyor bu düşüncem...
Dünya, insan denen hayvanın (Homo sapiens) ürettiği “demografik basınç” nedeniyle patlamaya hazır bir “kütle” haline geldi.
Bu nüfus, yarattığı sıkışmayı giderecek supapları mevcut iktisadi sistem nedeniyle var edebilecek yaşamsal örgütlenmeden uzak görünüyor.
İktisadi işleyiş demografik baskıya göre düzenlenmeyip başına buyruk akışını kayıtsız sürdürdükçe, daha çok “medeni” ve “sofistike” psikopat, mağripten maşrığa yeryüzünde belirerek, katliamlarını “rasyonalize” edecek malzemeyi rahatlıkla çıkaracak bu ekonomi-demografi uyuşmazlığından...
19’uncu yüzyılın ünlü nüfusbilimci ve ekonomisti Malthus’un kuramını da yankılayan bir uyuşmazlık bu…
Darwin’e de biyolojik evrim kuramını geliştirirken ilham kaynağı olmuş Malthus, kabaca özetlemek gerekirse, aritmetik artış içinde olan kaynakların geometrik artan insan nüfusunun ihtiyaçlarını karşılamakta yetersiz kaldığı noktada “denge”nin savaş, kıtlık, salgın hastalıkla sağlandığını söylemekteydi.
Kaynaklar az, nüfus çok olunca, işte o zaman, “uygun olanın hayatta kalması” kaçınılmaz diye düşünülüyor. Kapitalizmi meşrulaştıran bu düşünce, onun faşizmle irtibatını da kurar aynı zamanda…
Çünkü herkes için “en uygun”, kendisidir ve kendisi gibi olanlardır. Uygun olmayan da tabii ki “ötekiler”…
Norveç canisinin “Avrupa Bağımsızlık Bildirgesi”nde geliştirdiği önerilerin 20’nci yüzyıl faşizmi, Hitler, daha da geriye Nietzsche üzerinden Malthus’a kadar izini sürmek mümkün… Malthus da toplumsal sefaletin baş sorumlusu gördüğü “ayak takımı”na yönelik nüfus planlaması uygulamasından yanaydı. Breivik’in de Malthus’tan 200 yıl sonra, benzeri bir “planlama girişimi”nde bulunduğu söylenebilir!..
Küresel kapitalizmin demografik bunalımı yani sorunun özünde yatan ve bir küresel faşizme varma tehlikesini de içinde barındırmakta…
“Öteki”ni bir zenginlik, kendini daha iyi bilme adına “nimet” saymanın imkânsızlaşıp adeta Sartre’ın “cehennem, ötekilermiş!” ifadesiyle düşünmenin yaygınlaştığı bir ortamda Norveç’teki cinnetin sorumlusunu dünyada cennetin müjdecisi bir Mesih sayacak kitle de bulunacaktır her yerde...
Söz gelimi, “lanetli öteki”nden kurtularak dikensiz gül bahçesi yaratmaya yönelen melek yüzlü caninin çıkış noktasının Türkiye’de yürürlükte olan “bidon kafalı”, “göbeğini kaşıyan adam” retoriğiyle de bir “titreşim”i yok mu hiç?
Breivik de bir bakıma Norveç’i istila eden “göbeğini kaşıyan adam”lardan ülkeyi kurtarma harekatına girişmiş sayılmaz mı?..
Belki de Norveç canisi ne o kadar uzağımızda, ne de bize o kadar yabancı!..