Kadir Mısıroğlu’nun önemi, AKP’nin cemaziyelevveli olmasındandır.
Onun artık neredeyse her hafta gündeme düşen sohbetleri, bu iktidardan rahatsız, hoşnutsuz, mustarip laik toplum kesimleri tarafından ürperti ve öfke yüklü bir infialle karşılanmakta.
Ama aynı sohbetlerde Mısıroğlu’nun sarf ettiği sözlerin iktidar sahiplerince, farklı bir yörüngeden de olsa aynı ölçüde rahatsızlık, hoşnutsuzluk ve ıstırapla dinleniyor olması da kuvvetle muhtemel.
Belki “Mazi kalbimde bir yaradır” mırıldanmasına yol açan bir rahatsızlıkla;
Belki bugün geldikleri noktada (hele şu aralar, kritik bir seçim arifesinde) çok duymak istemedikleri sözleri işitmenin verdiği hoşnutsuzlukla;
Ve de belki, artık çok çok ötesinde oldukları bir politik-ideolojik müktesebat (edinç) içerisinden bazı "söylem meteorları"na çarpıyor olmanın yarattığı huzursuzlukla dinliyor onlar da Mısıroğlu’nu…
Çünkü, cemaziyelevveli Mısıroğlu olan oluşumun “cemaziyelâhir”i Devlet Bahçeli’dir!..
***
Mısıroğlu ha bire kâh Ziya Gökalp diyerek, kâh Kemalist milliyetçilik diyerek eski defterleri açtıkça o “eski defter”le yabana atılmaz politik-ideolojik “genom” ortaklığı bulunan oluşumda, “Cumhur İttifakı”nın diğer bileşeni MHP’de şafak atıyor, canlar sıkılıyor, kaşlar çatılıyor.
Buna bağlı olarak AKP cephesinde de hop oturup hop kalkılıyor büyük ihtimal...
Ama işte kimse Mısıroğlu’na bir laf edemiyor.
Edemezler, çünkü on yıllar boyunca zihinlerini de duygularını da politik-ideolojik mücadele azimlerini de Mısıroğlu’nun hayli “popüler” kıvraklıkla kalem oynatarak yazdıkları doldurdu, suladı, besledi.
Öyle ya da böyle, az ya da çok, dolaylı ya da doğrudan, onun rahle-i tedrisinden geçmiştir pek çoğu… O yüzden an itibarıyla “konjonktürel” olarak mesafe koymuş olsalar da yeri geldiğinde (Diyanet reisinin geçmiş olsun ziyareti gibi) saygıda kusur etmeme hususunda üstlerine düşeni yapıyorlar.
Onların bugünkü kadar rahat olamadığı, atıp tutamadığı, sadece kapalı kapılar ardında, kuytularda köşelerde homur homur söylendiği zamanlarda Mısıroğlu açık açık konuşup yazmış, yargılanıp hapis yatmış, olmadı kaçıp ömrünü Almanya'larda, İngiltere'lerde geçirmiştir.
O dün ne diyorsa bugün de onu diyor. Dün ne yazdıysa bugün de onu konuşuyor.
“Lozan Zafer mi Hezimet mi?”; “Kurtuluş Savaşı’nda Sarıklı Mücahidler”; “Osmanoğulları’nın Dramı”; “Geçmişi ve Geleceği ile Hilafet”…
Dinbaz iktidar sahiplerinin Erbakan’ın “Millî Görüş” İslamcılığından şimdiki “Rabia” post-İslamizmine dümen kırarak kat ettikleri politik-ideolojik serüvenin başlangıç aşamalarında zihinsel yapı taşları döşenirken karşımıza çıkacak kaynaklar arasında Mısıroğlu külliyatının bu popüler örneklerine mutlaka rastlanacaktır.
***
O yüzden diyorum, AKP’nin evvelinde Mısıroğlu var.
Ama işte “ahir”inde yok. Ne AKP’nin ne de memlekette AKP’ye oy veren kitlenin bugününde ve geleceğinde yok o…
Kendisi de bunun farkında belli ki. O yüzden sohbetinde AKP’yi gayet iyi kavrayıp özümsemiş ve kendi pragmatizmini ona uyarlamış insanların AKP’ye oy verme gerekçelerinden rahatsızlığını dile getiriyor; “Yol yaptı, köprü yaptı, şunu yaptı, bunu yaptı” dedikleri için…
Ve devam ediyor o insanlara binaen: “Demiyor ki dindar olduğu için verdim… Anladım ki başımıza geçen adamın dinde sağlam olması lâzım…”
Ardından, “Keşke Yunan galip gelseydi”, “Şeyh-piiiiirr” gibi yumurtlamalarından sonraki yeni bombasını patlatıyor: “Şeriat gelsin de ülke batarsa batsın, ben razıyım”.
***
Tabii ki ettiği bu lafın ağırlığının farkında olarak bir tür “şerh düşme” yolunda, ömrü boyu kendisine karşıt saydığı kesime laf atarak, “Siz razı değil misiniz Türkiye batsa bile Kemalizm galip gelsin demeye” ifadesiyle bir “karşı-denge” arayışına girişiyor!..
Oradan da erken Cumhuriyet döneminin, Tek Parti CHP’sinin tasarruflarına yalan yanlış bilgiler eşliğinde bağlıyor sözü. “Mustafa Kemal 60 bin mezar açtırdı, kafatası ölçtürdü” diyerek...
Kastettiği Afet İnan’ın İsviçreli antropolog Eugene Pittard danışmanlığında yürüttüğü ve Türkiye toplumunun “ırksal” yönden Batı’da “secondaire” (ikincil) sayılan Mongoloid (sarı ırk) grubundan olmayıp beyaz ırkın Orta Avrupa’daki alt kolu “Alpin” gruptan olduğunu ispat derdine düşmüş, “reaksiyoner” itkili ve evet, resmi-ideolojik manipülasyonlardan uzak olmayan doktora çalışması.
1939’de tamamlanıp 1947’de yayımlanmış bu doktora çalışması için 1937 yılında bir antropometrik çalışma (“Türkiye Antropometri Anketi”) yapılarak Türkiye’nin 10 bölgesinden 64 bin insanın baş ve vücut ölçüleri alınmıştır. Sonrasında bunların “geçmiş”le bağını kurma yolunda kazılar yapılarak çıkarılan kafataslarının ölçümlerine de gidilmiş; bu arada Mimar Sinan’ın kafatası da çıkarılıp ölçülmüştür.
Ama 60 bin mezar kazdırılarak yapılan bir kafatası ölçümü yoktur ortada. Coğrafya üzerinde yaşayan insanlar üzerinde ölçümler yapılmıştır.
***
Belki bu konunun ayrıntılarını başka bir yazıda tartışmaya açabiliriz, şimdi konumuz bu değil.
Burada üzerinde durduğumuz nokta, Mısıroğlu bir takım kulaktan dolma bilgilerle Kemalizm’in “cemaziyelevvel”iyle uğraşmaya devam ederken onunla bir zamanlar “tilmîzâne”, yani öğrenci gibi bir ilişki içinde olmuş olanların çoktan kendilerine Bahçeli MHP’sini “cemaziyelâhir” yapmış olmaları...
Ne Kemalizm’i ne milliyetçiliği ne de ırkçılığı kafaya takmaksızın, İslamcılığı da çoktan tarihe havale etmiş olarak, bir yeni “devri iktidar" saadeti uğruna her türlü hesap-kitaba, "strateji"ye yatmış olmaları…
Ve Mısıroğlu, “Şeriat gelsin de ülke batarsa batsın, ben razıyım” diyorken…
Onların, “İktidarda kalalım da ülke batarsa batsın, şeriat falan da hiç derdimiz değil” havasında olmaları!..