Ekranların hayli popüler “Kim Milyoner Olmak İster?” yarışma-şov programına katılan bir yarışmacı ilk soruda elenince sunucu Murat Yıldırım şok yaşamış; haber bu…
Şoka sebep, yarışmacının akademik altyapısı hesaba katıldığında böyle bir sonucun hiç mi hiç beklenmedik oluşu. Öyle ki bir çocuk annesi kadın yarışmacının eğitim müktesebatını kaydetmek bile neredeyse satırlar alıyor: Bilkent Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümünden mezuniyet ve de ardından Fransa doktorası…
İşte böylesi donanım sahibi biri çıkıyor, sıradan-insana hem para hem de “görünme” vaat eden bir yarışma-şov programında yer almaya can atıyor. Hayatın içinde onca emekle geldiği noktada yıllar boyu yapıp ettikleriyle karşılaştırmalı bir muhakemeye gitmeksizin kendisini ekranın büyüleyici ama aynı zamanda da anlık, gelip geçici, uçucu, adeta sabun-köpüğü mahiyetindeki “görünme” çığırına kaptırıveriyor.
Sonuç mu? Bilkent Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü mezunu, Fransa-doktoralı yarışmacı, onu böyle “seçkin ve yüksek” mertebelerden “vasat”ın bağrına indiren yarışmada, gayet basit şu ilk soruda çuvallıyor:
“Dışarıdan yiyecek ve içecek getirmek yasaktır uyarısıyla karşılaşıyorsanız, muhtemelen neredesinizdir?”
“Uzay istasyonu”, “öğrenci evi”, “oto-sanayi sitesi” ve “çay bahçesi” seçenekleriyle tamamlanan bu soruya, moleküler biyoloji ve genetik mezunu yarışmacı “şak diye”, hiç tereddüt etmeksizin “uzay istasyonu” cevabını yapıştırıyor! Anında “Son kararım” deyip kendisinden ne kadar emin olduğunu da örnekleyerek…
***
Gündelik hayatımız içinde en “ümmi” kesimlerin bile hiç düşünmeden doğru cevaplayacağı bir soruya hiç düşünmeden böyle yanlış bir cevabın keskin bir kararlılıkla verilmesinin yarattığı şaşkınlık, sunucu üzerinden yayılıyor ekrana.
Elbette kestirmeden, “Bu kadar cehalet ancak okumakla mümkün” falan denilebilir, ama söz konusu durum böylesi basite indirgeyici bir değerlendirmenin ötesinde tartışılmayı gerektiriyor.
Veya kitaptan bilmekle hayatı bilmek arasındaki fark diye de küçümsenebilir “moleküler biyoloji ve genetik” bilimiyle haşir neşir olmuş yarışmacının cevabı; öyle ya, hayattan o kadar kopuk ki cevap seçenekleri arasında en “bilimsel tınılı” olanına adeta içgüdüsel olarak meyletmiş garibim, falan diyebilirsiniz!..
Ben başka ve daha geniş bir bağlamda değerlendirmek istiyorum bu örnek olayı…
***
Karşımıza yarışmacı olarak gelen insan, bir yönüyle yaşadığı hayatın içinde sıradanlıktan çıkış yolunda akademik/entelektüel/elit bir “toplumsal düzey” tutturmak üzere belki kendi çabasıyla, belki ailesinin desteğiyle maddi-manevi her şeyi yapmış.
Fakat sonrasında böylesi “yukarıya-doğru” kendini ayrıştırma çabası, “görsel kitle kültürü” ikliminde “ortalama”yı, vasatı, sıradanlığı baz alan endüstriyel işleyişin değer, itibar, prestij kıstaslarıyla buluşamadığı noktada bir “ruhsal arıza”ya yol tutmuş; buradan da işte “aşağıya-doğru” ekrandaki yarışmacı koltuğuna kayılmış…
Diye ileri sürülebilir mi acaba?..
Böyle bir iddiada bulunulabilirse eğer (ben bulunulabileceği kanaatindeyim), bunu temellendirmeye çalışalım!..
***
Bilkent diploması/Fransa doktorası… Ve bunlar eşliğinde bir üniversite kampüsünde veya bir araştırma merkezinde veya bir genetik laboratuvarında saygın ama sakin ve gözler önünde olmayan bir yaşam seçeneği, tercihi... Belli ki “kesmemiş” adını “Meşhuriyet Çağı” koyduğumuz şu ahir zamanda bahsimize konu kişiyi...
Pek çoğumuzu “kesmediği" gibi!..
Yıllar önce bir başka realite-şov-yarışma başvurusu için oluşmuş uzun kuyrukta konuştuğum benzeri bir “şöhret-arayıcısı” açıklamıştı gayet net olarak bu motivasyonu bana; “Neden hiç mi hiç maddi ihtiyacı olmayan, iş-güç sahibi, mesleki saygınlığı azımsanmayacak düzeydekiler dahi arzu ediyor bu yarışmalara katılmayı” diye sorduğumda… Şöyle:
“Bir doktor veya öğretim üyesi olarak da beğenilebilirsin; ama bir doktoru 10 bin, bilemedin 20 bin kişi tanır. Halbuki ‘ünlü’ bir kişi olduğunda seni milyonlar, belki de dünya tanıyacak.”
***
Budur!..
Hiçbirimize meslek sahibi olmak yetmiyor; ille meşhur olmak lâzım!..
Çünkü “meşhur” değilsen yoksun.
Elbette ekrana yarışmaya çıkan herkes, “Buradan meşhur olarak ayrılacağım” gibi kesin bir beklentiyle orada değil. Ama mesele, bunun, yani “görünme itkisi”nin bir “kültürel norm” haline gelmiş olması ve bu doğrultuda bir toplumsal ruh halinin yaygınlaşmış/egemenleşmiş olması.
“Sıradanlığın iktidarı”nın, seçkinleşme yolunda emeği, eğitimi, mesleği, mesleki kariyer ve itibarı bir kenara itecek ölçüde (10-20 bin kişi değil, “milyonlar” tarafından) tanınır-bilinir olmayı tek kriter olarak insanlığımızın karşısına koyması.
O yüzden moleküler biyoloji alanında yıllarca dirsek çürüttükten sonra milyonlarca insana ulaşma yolunda “Kim Milyoner Olmak İster?” koltuğuna oturmak için adaylık kuyruğuna girilmesi… Davet için sabırsızlıkla sıranın kendisine gelmesinin beklenmesi… Ve çok şükür (!) murada erilip Murat’ın karşısında stüdyoda yarışmacı olunması…
Sonuçta da adeta eğitimle, diplomayla, doktorayla çıkılmış sarp yollardan bir çırpıda aşağıya kayılması:
“Uzay istasyonumuzda dışarıdan yiyecek-içecek getirmek, kabuklu yemiş yemek, kuşlara yem vermek yasaktır!..”
***
Nurdan Gürbilek’in kulakları çınlasın; “kitle kültürü”ne binaen şöyle müthiş bir “ikiz-motivasyon” formülleştirmişti yıllar önce bir söyleşimizde: “Arzu ve hınç”.
Kitle kültürü (özellikle de onun en katmerlisi, “görsel” olanı) insanın arzusunu kamçılar tanınıp bilinmeye, şöhrete, prestije doğru; ama bu gerçekleşmediği noktada da hıncı besler hem tanınıp bilinir hem de daha üstün, prestijli, ayrıcalıklı, seçkin olanlara karşı…
Bazen bu “ikiz” ruh hali, ayrı bireysel yörüngelerden hareketle de bir buluşma sergileyebiliyor işte.
Fransa-doktoralı moleküler-biyoloji uzmanımızın görünme “arzu”su ekran önünde feci bir madara oluşla noktalanınca, böyle bir seçkin ayrıcalığa hiç ulaşamayacak olanların “hınç” duygularının tatminine meze olabiliyor.