Geçen yıl bu zaman, Türkiye’nin en değerli ve ender bilim insanlarından birini kaybettik. Hocam, halkbilimci/etnolog Prof. Gürbüz Erginer’in aramızdan zamansız ayrılışının üzerinden bir yıl geçti.
Gürbüz Hoca hem bir etnolog (sosyal-kültürel antropolog) hem de halkbilimci, yani folklorist idi.
Etnoloji ile folklor arasında çok önemli bir ortak payda olmakla birlikte, araştırma odakları ve yönelimleri açısından farklar da mevcuttur. Gerçi bu farklar pratikte, günümüzün kozmopolit ve melezleşmiş dünyasında ortadan kalktı, ama yine de iki ayrı çalışma disiplininden dem vurulmaya devam ediliyor.
Ortak paydası “kültür” bu iki bilim dalının… Halkbilim dediğimiz folklor da, “kavimbilim” olarak Türkçeleştirilebilecek etnoloji de kültürleri incelemeye kendini adamış disiplinler. Aralarında başlangıç itibarıyla mevcut fark, kültürlerini çalıştıkları insan topluluklarının mahiyetinden geliyor.
Folklor (halkbilim) esasen herhangi bir siyasal coğrafyada (“ülke” diyelim) tarımsal-kırsal yaşam biçimini sürdüren toplulukların kültürel örüntüsünü derleyen ve değerlendiren bir sosyal-beşeri bilim pratiği… Etnoloji (sosyal-kültürel antropoloji) ise aynı siyasal coğrafyanın ya dışında kalan ya da sınırlarının içinde nispeten ayrı bir kültürel bütünlüğe sahip “öteki” (etnik) toplulukların kültürüne odaklaşan bir disiplin…
Bu ayrım, her iki bilim dalının doğuş yeri olan 19. yüzyıl Batı Avrupa’sının özgün koşullarından çıkar. O dönemden başlayarak, Batı’nın modern-endüstriyel “şimdiki zaman” toplumsallığını sosyoloji incelemeye soyundu. Aynı Batı’nın kırsal-tarımsal “dünkü” toplumsallığını değerlendirmek üzere folklor seferber oldu. Ve o Batı’nın dışında kalan, dünya üzerinde mevcut (kabilesel, kırsal, geleneksel, vd.) tüm toplumsallıkların bilgisini derleme işine de etnoloji koşuldu. Tabii bu “işbölümü”nün arka planında bu yazıda ayrıntılı değinme imkânımız bulunmayan, sorgulanabilecek bir dizi ekonomik, politik, ideolojik dinamik var.
Ancak yukarıdaki “işbölümü” açısından Türkiye gibi ülkelerde ortaya çıkan durum ilginçtir.
Cumhuriyet Türkiye’sinde kuruluş sürecinin başında örgütlenen üç bilim disiplinin de ilgisi aynı “toprak” üzerinde buluştu. Belki sosyoloji biraz daha özgün ve ayrı bir yol haritası belirleyebildi kendisine, ama etnoloji ve halkbilim (folklor) kaçınılmaz olarak aynı insan malzemesi üzerinde çalışma yapar buldular kendilerini…
Çünkü modernleşen Türkiye’de, bir yandan Cumhuriyet’in başından bugüne kırsal-tarımsal yaşam kültürü zindeliğini sürdürdü ve bu folkloristik çalışmaları kaçınılmaz kıldı, bereketlendirdi. Öte yandan aynı coğrafya içerisinde “öteki” sayılabilecek etnik/dinsel toplulukların varlığı hem etnolojik çalışmayı gerekçelendirdi, hem de Anadolu kültürünün ayrılmaz parçası olmaları itibarıyla bunlar folkloristik ilgiye de “mazhar oldular”.
Bu durumda Türkiye’de halkbilimci olmak bir bakıma etnolog olmak, etnolog olmak da aynı ölçüde halkbilimci olmak sonucunu doğurdu denilebilir.
Akademik tarihimiz de zaten bunu doğrulayan inisiyatif ve uygulamalarla doludur. Ankara’da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde Halkbilim bölümü, Etnoloji Kürsüsü içinden 1980’de çıktığında, kurucusu ve mimarı Türkiye’nin en büyük etnologlarından Prof. Sedat Veyis Örnek’ti.
“Etnolog” Hoca, Halkbilim’i var edip başına geçtiğinde yanında “Asistan”ı Gürbüz Erginer vardı. Onlar 19. yüzyıl Batı dünyasının modern-kapitalist uygarlığı içerisinde ortaya çıkan ve oldukça yapay biçimde Türkiye’nin akademik hayatına taşınan disiplin ayrımlarını aşıp, akademi içi kişisel çekişmelerden de kaçma arzusuyla var ettiler Halkbilim’i… Ve “Ayinesi iştir ilmin, isme bakılmaz” dercesine hem etnoloji hem folklor yaptılar o bölüm bünyesinde…
Kitap adları, aslında fazla söze hacet bırakmaksızın durumu özetler: “Anadolu Folklorunda Ölüm”, “İlkellerde Din, Büyü, Sanat, Efsane”, “Geleneksel Kültürümüzde Çocuk”, “Etnoloji Sözlüğü”, “Türk Halkbilimi”… Bunlar Sedat Veyis Hoca’dan… Gürbüz Hoca bunlara şunları ekledi: “Kurbanın Kökeni ve Anadolu’da Kanlı Kurban Ritüelleri”, “Elemterefiş: Anadolu’da Büyü ve İnanışlar”, “Uşak Halk Takvimi ve Halk Meteorolojisi” ve nihayet “Türk Folklor ve Etnografya Bibliyografyası”…
Sedat Veyis Hoca öldüğünde DTCF’de öğrenciydim. Kaybının, yetiştirdiği insanlar ve asistanları için ne kadar can yakıcı olduğuna hem şahit oldum hem de bunu onların anılarından öğrendim. Gürbüz Hoca’yı geçen sene kaybettiğimizde ise söz konusu acının ne demek olduğunu, deneyimleyerek “içerden” öğrendim.
Bu iki insan, ömürlerini kültürün, hem insanın varoluş etkinliği olarak tanıtılmasına hem de bu coğrafya halkının/halklarının yaşam biçimi olarak araştırılmasına adadılar. İnsanlığın ve bizim insanlarımızın “hayat bilgisi” ve “hayat hikâyesi”nin ortaya serilmesiydi onların yaşama nedeni, sevinci ve mutluluğu…
Gürbüz Hoca, bu yolda, Güneydoğu’da yürütmekte olduğumuz bir etnografik araştırmanın ortasında kaybetti hayatını. İlerlemiş yaşına rağmen, gencecik araştırma ekibinin başında dağ-tepe demeden dolaşmaktaydı ölüm kapısını çaldığında. Eminim, “Yahu, şu araştırmayı bitirseydik hiç olmazsa!” diye yakınmıştır koluna giren ölüm meleğine!..
Ama işte bize son dersi de bu oldu. “Ağaçlar ayakta ölür” deyişinden esinle, “Halkbilimciler ayakta ölür” diye örnekleyerek noktaladı dersini!..
Fazıl Hüsnü Dağlarca, yakın dostu Sedat Veyis Örnek öldüğünde çok içli, dokunaklı ve Hoca’nın ne yaptığını en doğru anlayan ve anlatan bir şiir yazdı. O şiirin bazı dizeleri, halkbilim/etnoloji ne demektir, onu da en veciz, en estetik, en ritmik şekilde anlatır. Daha önce başka bir vesileyle değindiğim bu dizeleri, “Büyük Şair”in ve tabii özellikle de “Örnek Hoca”nın engin hoşgörüsüne sığınarak, onun sevgili öğrencisi, Hocam Gürbüz Erginer için dillendirerek bağlayayım sözü:
Ekmek halay kilim düğün
Dört yön bu dedi
Anlattı bölünmez bir ülkeymiş
Toplumlar
Birbirimizi yaşamak
Bilim bu dedi
Anlattı ilk gece kardeşiymiş
Toplumlar